Nisan 02, 2016 07:07 Europe/Istanbul

Bugünkü bültenimizde yine İslam'la Hristiyanlığın arasında İslamî toplumu sekularizmin ortaya çıkması bakımından Batılı toplumla farklı kılan bazı farklılıkları gözden geçirmek istiyoruz.

Geçen bölümde sekularizmin ortaya çıkışı büyük ölçüde Hristiyanlık tealimi ve Batı kültürüne bağlı olduğunu anlattık. Oysa bu sebepler İslamî düşünce ve kültürde mısdak bulmuyor. Bu iki kültür, birçok Batılı ve doğulu düşünür defalarca hatırlattığı kadar birbirinden farklıdır. İlk farklılık, Müslümanların vahiylerin nazil olduğu ilk anlardan itibaren kayda alınan ilahi bir kitaba sahip olmalarıdır ve bütün düşünürlerin itiraf ettiği üzere bu kitap her türlü tahriften korunmuştur. Oysa Hristiyanların kutsal kitabı en iyimser hali ile Hz. İsa'dan onlarca yıl sonra yazılmış ve farklı nüshaları söz konusudur. Yine Kur'an'ı Kerim dünya görüşü ve inanç ilkelerinin yanında bireysel ve sosyal yaşam için çeşitli ve belli tealimi söz konusudur, oysa Hristiyanlığın kutsal metinlerinde şöyle bir şey yoktur.

Hristiyanlık inancında bilim ve dinin karşı karşıya geldiği düşüncesi, sekularizmin Batılı toplumlarda ortaya çıkışının bir başka nedenidir ve kökleri eski ahitte bazı bölümlerde yapılan tahriflere uzanır. Bu anlayış çerçevesinde Avrupalı tarihçilerin ortaçağ olarak adlandırdıkları bir dönemde Batı ilim ve hikmeti tamamen bir kenara bırakmıştı ve cahillik, hatta Ruhani kesimi bile etkilemişti. Bu anlayışın bir sonucu kilisenin tecrübi bilimler gibi yeni bilimlere karşı çıkmasıydı. Oysa İslam dininde bilim edinmek vacip sayılmış ve ister dini ilimler ve ister tıp, fizik ve kimya ve beşeriyet için gerekli olan her türlü bilimin öğrenilmesine vurgu yapılmıştır.

Hristiyanlıkta bilimle dinin din içi sahada yüzleşmesi başka bir boyut kazanır. Fideizm akımı bu düşüncenin ürünüdür. Kilise "İman getir, tartışma" sloganı ile Hristiyanları inançları üzerinde düşünmekten sakındırırdı. Bu yüzden Hristiyanlıkta iman sürekli akıldan ayrı tutulmuş ve iman, idrakin ön aşaması telakki edilmiştir. Bu bakış beşeri akla itinasız davranarak dinin beşeri akılla bir kenara itilmesine gerekli zemini hazırlamıştır.

Hristiyanlık inancında akli açıdan asla izah edilemeyen bazı öğretiler yer almaktadır. Örneğin teslis veya üçleme hiç bir zaman Hristiyanlık tarihinde doğru biçimde izah edilememiştir. Büyük Hristiyan düşünürler ya bu inancı temelden reddetmiş, yan da kilisenin benimsediği teslise benzemeyen bir yorumda bulunmuştur.

Hristiyanlık aleminde bu inancın temel ilkeleri esrarengiz ve akılcı olmayan bir görünüm arz ettiğinden bu ilkeleri akılla izah etmek mümkün değil, nitekim bir çok düşünür da başka çare bulmadan şöyle demiştir: İman getirin ki anlayın, yani önce anlayın sonra iman etmeyin değil.

Görünen o ki Hristiyanlıkta fideizmin esas nedeni de budur, yani Hristiyanlığın temel ilkelerinin esrarengiz oluşudur, öyle ki hatta akılcı Hristiyanlar bile teslis gibi ilkeleri anlamakta zorluk çekmiş ve bu yüzden kaçınılmaz olarak fideizme yönelmiştir.

Egzistansiyalizmin babası Danimarkalı filozof soren Kierkegaard fideizme inanırdı. Kierkegaard'a göre doğa ötesi meselelerde marifet kazanmak yararlı değildir ve insanın değişimini ve tekamüle ermesini engeller ve imanın en büyük fazilet olduğunu beyan eder, çünkü iman demek, yakinsizlik demektir.

Kierkegaard'a göre hatta eğer biz tanrıya inanmak veya Hristiyanlık için doğrudan delilimiz varsa bile onu istemiyoruz, zira akli yakin, dindar insanın cesaretini yok eder ve dini, bir dizi kesin matematik ilkesinin topluluğuna indirger. Kierkegaard'a göre asil dini iman ancak akıl yolunun sonuna geldiğinde tezahür eder.

Öte yandan Hristiyan filozof ve düşünürlerin arasında bir grup da din ve aklın birlikteliğini gözetlemiştir.

Thomas Aquinas en büyük Hristiyan akılcı filozof ve düşünürlerden biridir ve Hristiyanlığın öğretilerinin akılcı yolda beyan edilmesi yolunda önemli rol ifa etmiştir. Buna karşın Aquinas da Hristiyanlık tealimi akılcı bilimlerden önce geldiğine inanır. Bu ifade, fideizmin bir başka ifade biçimidir, şöyle ki biz ilkin kutsal kitabın öğretilerine önce iman etmeli, sonra anlamalıyız.

Aquinas teslisin Hristiyanlığın bir iman meselesi olduğunu ve hiç bir zamanla akılla savaşmadığını belirtiyor.

18. yüzyılın Alman filozofu Immanuel Kant, bazı düşünürlerce akıl ve dinin tam uyumuna inananlardan biri olarak tanıtılır, oysa gerçekte Kant pratik akıl yani ahlakiyat alanını teorik akıl yani felsefi istidlallerden sürekli ayrı tutar ve dinin pratik akıl sahasıyla ilgili olduğunu savunur. Kant böylece Allah hakkında her türlü teorik tanımı reddeder ve akılcı Allah tanımını kabul etmez.

Ancak İslamî düşüncede, ta İslam dini zuhur ettiği günden itibaren akıl ve iman alanları birbirinden ayrı iki alan şeklinde tanımlanmadı. Kur'an'ı Kerim bilince özel önem verir. Masumların tealimi –s– izleyenlerine şeytanın sürekli insanın akla aykırı ve nefsani heva ve heveslerine göre vesvese ettiğini ve insanın içinde olan şeyin şeytanın mazharı, nefsi emmare olduğunu ve insanın aklı olmadığını öğretir, ki bu da eski ahitte gelenin tam tersi bir öğretilir.

Kur'an'ı Kerim ahiret aleminde cehenneme atılanların halini anlatırken şöyle buyurur:

Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık!

Kur'an'ı Kerim diğer bazı ayetlerde de akılsızca bir şekilde atalarını izleyenleri tenkit eder.

İmam Musa Bin Cafer –s– şöyle buyurur: Allah'ın iki Peygamberi vardır. Bir peygamber içtedir ve insanın aklıdır ve bir dış peygamber vardık ki bilinen insan cinsinden peygamberlerdir ve insanları Allah'a davet etmiştir. İslam tealimine göre bu iki peygamber birbirini tamamlar, yani eğer akıl olur ve enbiya olmaz ise, insan tek başına saadet yolunu bulamaz ve eğer enbiya olur da akıl olmazsa insan yine saadet yolunu bulamaz. Gerçekte akıl ve peygamber aynı işi yapar ve aynı yöne yönlendirir ve o yön, hakikat yoludur.

İslam'la Hristiyanlığın arasındaki fark, İslam dinine giriş düşünmedin kabul edilmediğini bilince daha iyi anlaşılır. Tevhid, maad ve nübüvvet tüm İslamî mezheplerin inandığı üç temel ilkedir. Adalet ve imamet de şii mezhebinin bu üç ilkenin yanında onlara inanmanın gerekli olduğuna inandığı iki ilkedir. Ancak İslam tealimine göre bu ilkeler ancak akıl yolu ile insan için ispatlanmış olması gerekir. Bir başka ifade ile eğer neden İslam'ın bu ilkelerine iman ettin, diye sorulursa, iman eden kişi akli deliller sunması gerekir ve akıldışı her türlü delil geçersizdir velev ki tevhid veya nübüvvete iman etmek olsun. Bu yüzden İslam dininde aklı kullanmak iman etmenin ön şartıdır.

İslam dini açısından bilinç, imanın temellerinden biridir. Gerçi bilinç tek başına iman etmek için yeterli değildir ve bunun yanında hakikate karşı teslim olmakla beraber olan bilinç ancak imanı oluşturur.

Kur'an'ı Kerim'e göre şeytan Allah'ı tanıyor ve Allah'ı, peygamberlerin nübüvvetini ve kıyamet gününün varlığını biliyordu, ama kafirdi.

Kur'an'ı Kerim'in büyük müfessiri ve Tefsiri Mizan yazarı Allame Muhammed Hüseyin Tebatebai ilim iman için gerekli olduğunu, ama iman sırf bilmekten ibaret olmadığını belirtiyor. Yani sırf bir şeyi bilmek ve o şeyin hak olduğuna yakin etmek iman elde etmek için yeterli değildir ve o ilmin sahibini mümin sayamayız ve böyle biri, ilmine kalbinde ve amelinde bağlı olması gerekir. Dolaysıyla Allah Teâlâ'nın yegane olduğuna inanan ve amelde de O'na teslim olan bir insan gerçek mümindir. Ama eğer bu ilme sahip ise, fakat amelde uygulamıyorsa, yani kulluk işareti olan amelleri yapmıyorsa, böyle bir alimdir, ama mümin değildir.

Ünlü Fransız İslam bilgini Dr. Henry Corbin şöyle diyor: hiç bir düşünce Muhammed'in Kur'an'ı Kerim'i kadar insanı bilime davet etmemiştir, öyle ki Kur'an'ı Kerim'de 950 kez ilim, akıl ve düşünceden söz edilmiştir.

Dolaysıyla tüm bu anlatılanlardan hareketle İslam'da akıl ve iman arasında genel bir uyum var olduğunu ve bu dinde Batı'da olduğu gibi fideizm olmadığını söylemek mümkün. Bunun sebebi de Hristiyanlığın temel ilkelerinin esrarengiz oluşu ve İslam'ın temel ilkelerinin akılcı oluşturur.015