Mayıs 06, 2018 09:13 Europe/Istanbul

Hz. Muhammed –s– gençlik çağını Arap yarımadasının cahiliye toplumunda en seçkin insani ve sosyal faziletlerden yararlanarak geride bıraktı.

O hazret o dönemin beşeri camiasının en yüce ve emsalsiz şahsiyetiydi, nitekim Kur'an'ı Kerim de Hz. Muhammed’e –s– hitaben sen en seçkin ahlaki faziletlere sahipsin, şeklinde buyurur.

 

Hatice, Kureyş bezirganlarından Hüveylid’in kızıydı. Hatice uzun bir süre kendisinin ticari işlerine bakacak ve onu temsilen Kureyş’in ticaret kervanlarına katılacak ve malını Şam’da satacak güvenilir birini arıyordu. Öte yandan Hz. Muhammed’in –s– dürüstlüğü ve sadakat ve emanettarlığı tüm Mekke’de dilden dile yayılmıştı. Nitekim Kureyş arasında Muhammed –s– gibi cesur ve aynı zamanda pak biri bulunmuyordu. Genç Muhammed’in –s– manevi cazibesi herkesi hayran bırakmıştı, nitekim dürüstlüğü ve doğruyu söylemesi yüzünden halk ona Emin lakabını vermişti.

 

Bir gün Kureyş’in büyüklerinden biri olan Ebutalib yeğenine şöyle dedi: Hüveylid’in kızı Hatice Kureyş tacirlerinden biridir ve bir süredir ticari işlerini emanet edebileceği ve onu temsilen Kureyş kervanlarına katılarak malını Şam’da satabileceği güvenilir birini arıyor. Ey Muhammed, sen git ve kendini ona tanıt.

Ancak Hz. Muhammed’in –s– yüce ruhu ve onuru hiç bir talep gündeme gelmeksizin Hatice’ye gitip böyle bir öneride bulunmasına engel oluyordu. Bu yüzden genç Muhammed –s– amcası Ebutalib’e şöyle dedi: Belki Hatice kendisi benim peşimden adam yollayabilir.

Ve tesadüfen de öyle oldu. Hatice Ebutalib’in Muhammed –s– ile müzakeresinin sonucunu öğrenince, heme birini o hazrete yolladı ve şu mesajı iletti: beni sana hayran eden şey senin dürüstlüğün, emanettarlığın ve iyi ahlakındır ve ben başkalarının ödediği ücretin iki mislini ödemeye ve her yerde sana itaat edecek iki köleyi de seninle birlikte yollamaya hazırım.

Hz. Muhammed –s– macerayı amcasına anlattı. Amcası şöyle karşılık verdi: Ey Muhammed, bu gelişme Allah’ın sana gönderdiği bir yaşam fırsatıdır. Ve böylece Hz. Muhammed –s– ilk iş seyahatine çıkmaya karar verdi.

 

Kureyş kervanı harekete hazırdı. Kervanda Hatice’nin de ticari malları vardı. O sırada Hatice güçlü bir deve ve bir miktar değerli eşyayı temsilcisine verdi ve ayrıca iki kölesine de temsilcisine saygıda asla kusur etmemelerini ve ne yaparsa yapsın asla itirazda bulunmamalarını ve tüm durumlarda ona itaat etmelerini emretti.

Kervan bir süre sonra varacağı yere ulaştı ve kervandakilerin hepsi yaptıkları ticaretten kazançlı çıktı, ancak Hz. Muhammed –s– diğer tacirlerden daha fazla gelir elde etti, ayrıca Tahame pazarında satmak üzere bazı ürünleri de satın aldı.

Kureyşliler bu ticaretten kazançlı çıktıktan sonra Mekke’nin yolunu tuttu. Bu yolculukta genç Muhammed –s– ikinci kez Ad ve Semud kavimlerin diyarından geçti. Hz. Muhammed –s– daha önce de amcasıyla birlikte aynı çölleri aşmıştı. Bu asi kavimlerin diyarına hakim olan ölüm sessizliği onu daha çok öbür alemi düşünmeye yöneltiyordu.

 

Hatice’nin kölesi Meysere seyahat boyunca gördüklerini bir bir Hatice’ye anlattı. Sözleri Emin Muhammed’in azametini ve manevi boyutunu yansıtıyordu. Meysere şöyle anlattı: Emin bir konu üzerine bir tacirle anlaşmazlık yaşadı. Adam ona Lat ve Uzza’ya yemin et, sözünü kabul ederim, dedi. Ancak Emin ona şöyle dedi: benim gözümde an alçak ve en nefret uyandırıcı şeyler, senin taptığın Lat ve Uzza’dır.

Meysere yine şöyle anlattı: Emin dinlenmek üzere bir ağacın gölgesine geçti. O sırada manastırda oturan bir rahip onu gördü ve yanıma geldi ve Emin’in adını sordu, ben de söyledim. Rahip şöyle dedi: şu ağacın gölgesinde oturan adam, Tevrat ve İncil’de müjdelenen peygamberdir.

 

Bu ticari seyahatin ardından Hatice Hz. Muhammed’in dürüstlüğü ve emanettarlığına hayran oldu ve bir süre sonra onunla evlenmeye karar verdi. Hz. Muhammed de Hatice’nin önerisini kabul etti. O sırada Hatice 40 ve Hz. Muhammed 25 yaşındaydı. Hatice tüm servetini Hz. Muhammed’in –s– yetkisine sundu ve kölelerini de ona bağışladı. Hz. Muhammed –s– bunun üzerine hemen köleleri azad etti ve bu da o hazretin kölelik düzeni ile mücadelede attığı ilk adımdı.

 

Hz. Hatice’ye göre Hz. Muhammed –s– ile ortak yaşam, harikulade ve anlamlı bir kaderi paylaşma anlamına geliyordu. Hatice Hz. Muhammed’in –s– semavi ruhunu tanıdıkça o hazrete yönelik hayranlığı daha da artıyor ve azametli ruhunu daha iyi idrak ediyor ve her geçen gün ona olan inancı daha da güçleniyordu. Hz. Muhammed’in –s– her sözü ve her davranışı Hatice için insani erdemin güzel işaretlerinden biriydi. Hz. Muhammed’in –s– yüce Allah’a uzun süreli ibadetleri ise Hatice’yi en çok mutlu ve memnun eden durumdu.

 

Hz. Muhammed –s– Hatice ile evlendiktan sonra daha sık Hirra mağarasına gitmeye başladı ve bazen orada günlerce kalırdı. O günlerde Hatice, Hz. Muhammed’in amcaoğlu Ali –s– ile birlikte ona se ve erzak götürürdü. Hatice her gittiğinde eşine kendisi ve çocuklarının onu özlediğinden söz ediyordu. Şimdi Hz. Muhammed’in –s– elinde yetişen Ali –s– da o hazrete yönelik sevgisini ifade ederdi. Ancak Hz. Muhammad –s– her defasında şöyle karşılık verirdi: Evet, bunların hepsini biliyorum, siz de benim sizi ne kadar sevdiğimi bilirsiniz, ama  şu günlerde çok acayip bir şekilde alemi yaratan Allah’tan başka içimde başka bir duygu olsun istemiyorum.

 

Ve sonunda o esrarengiz gece geldi. Ay ışınlarını Nur dağının üzerine ve güneyindeki vadiye saçıyordu. Mekke ve çevresindeki doğa derin bir uykuya dalmıştı. O gece çok tuhaf ve ağır bir sessizlik her tarafı sarmıştı, sanki yer ve gök, muazzam bir hadisenin başlamasını bekliyordu.

Hz. Muhammed –s– Hirra mağarasında kaldığı günlerde gecelerini genellikle uyumadan geçirirdi. O gece karanlıktan hiç bir ses çıkmıyor, dağlar sessizce bekliyordu. Ancak o gecenin sessizliğinin başka bir anlamı vardı ve tam o esrarengiz anlarda birden gökte bilinmeyen bir nur parladı ve Hz. Muhammed’in –s– bakış ufkunu aydınlattı. Hz. Muhammed –s– vücudunda bir titreme hissetti. Sanki narin ruhu muazzam bir kapasiteye kavuşmuştu. Birden muhteşem bir mahluk Hz. Muhammed’in –s– gözü önünde belirdi. Hz. Muhammed –s– bu mahluku rüyalarında gördüğünü hatırladı, ama bu kez daha aşikar ve gerçek gibi duruyordu. Yüzü hoş ve ihtişamlıydı. Muhammed –s– gökte nereye bakacak olursa ufukta onu görüyordu. Bu mahluk vahiy meleği Hz. Cebrail’di.

 

Hz. Cebrail –s– yaklaştı ve Hz. Muhammed’i –s– kucakladı ve ardından nida geldi: Ey Muhammed, oku.

Muhammed –s– dikkatle baktı, karşısında bir yazı gördü. Tekrar nida geldi: Yaratan Rabbinin adıyla oku.

Muhammed –s– titreyen sesiyle sordu: Nasıl okuyayım. Ben okuma yazma bilmem ki. Vahiy meleği şöyle karşılık verdi:

Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı. Oku! Rabbin, en büyük kerem sahibidir. O Rab ki kalemle (yazmayı) öğretti. İnsana bilmedikleri şeyi öğretti.

Vücudu semavi aşk ve coşku ile dolup taşan Hz. Muhammed –s– o melekuti mahlukle birlikte okumaya başladı.

 

Hz. Muhammed –s– bu olayın ardından şaşkın ve muzdarip bir şekilde eve döndü ve yaşadıklarını Hatice’ye anlattı. Hatice hemen amacaoğlu olan Varaka bin Nofel’in yanına gitti ve eşinin Hz. Cebrail’le görüşmesini anlattı. Varaka bilge bir insandı ve Hatice’ye eğer bu olay yaşanmışsa, Muhammed son ilahi peygamber olduğunu anlattı. Hatice büyük bir sevince boğuldu ve yaptığı seçimden ötürü kendisini kutladı ve bundan böyle Hz. Muhammed’e –s– yardım etmek üzere sorumluluğu daha da arttığını anladı. Hatice evine geri döndüğünde eşi Hz. Muhammed’i –s– şöyle selamladı: Esselamü aleyk ya Resulullah.

 

Ve işte böyle İslam Peygamberi’nin –s– Bi'set’i kameri 13. yılın 27 Recep tarihinde vuku buldu ve beşeriyeti şirk, küfür, zulüm, cahillik ve karanlıktan kurtarma yönünde büyük bir hareketin başlangıç noktasını oluşturdu.

Allah Resulü’nün –s– Mekke’de Bi'set’i gerçekte kendisinden önceki tüm ilahi enbiyanın yolunun devamıydı  ve insanları tevhid, adalet ve marifete doğru davet etti ve bu yolda o hazrete iman eden ilk insan, eşi Hz. Hatice idi.