Eylül 18, 2020 20:26 Europe/Istanbul

Geçen bölümlerde İmam Ali’nin –s– yaşamının bazı seçkin ve parlak noktalarından söz ettik ve o hazretin ilahi katta ve sevgili İslam Peygamberi –s– nezdinde ne denli özel yeri bulunduğunu beyan ettik.

İslam Peygamberi –s– hicretin onuncu yılında Hac ziyaretine gitmeye karar verdi ve İslam ümmetini de bu kararından haberdar etti. Müslümanlar bu haberi duyunca büyük bir şevkle gruplar halinde Mekke’nin yolunu tuttu ve böylece Allah Resulü’nün –s– eşliğinde muhteşem tevhidi Hac farizesini yerine getirmek ve Hac adabını ve merasimlerini bizzat o hazretten öğrenmek istedi.

Hac farizesi sona erdikten sonra Allah Resulü –s– ve müslümanlar Medine’ye doğru yola çıktı. Zilhicce ayının 18. Gününde müslümanların kafilelere sıcak hava ve yakıcı güneşin altında kentlerine dönüşleri sırasında Gadir-i Hum adında bir yere geldiler.

İslam Peygamberi –s– vahiy yoluyla bu Hac farizesi o hazretin yerine getirdiği son Hac farizesi olduğunu ve vefat edeceği günün yakın olduğunu biliyordu. Bu yüzden Allah Resulü –s– İslam ümmetinin geleceğinin ne olacağını derin derin düşünmekteydi. Özellikle Allah Resulü –s– son ilahi peygamber olduğunu ve Kur'an'ı Kerim de son semavi kitap olduğunu biliyordu ve risaletinin değerli getirilerinin korunması ve sürekliliğini koruması için güçlü ve sağlam bir dayanak gerekliydi.

İslam Peygamberi –s– bu kader belirleyici kaygıdan acı çektiği ve kaygı duyduğu sıralarda birden vahiy meleği nazil oldu ve tebliğ ayetini o hazrete okudu: Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.

İslam Peygamberi –s– bu önemli mesajı alır almaz, tüm Müslümanların toplanmasını emretti. Herkes şaşkınlık içinde birbirine acaba hangi önemli neden bu emri gerektirdiğini soruyordu. Neden Allah Resulü –s– şu sıcak ve yakıcı yörede ve en zor şartlar altında herkesten geri dönmelerini ve Gadir-i Hum’da toplanmalarını istemişti.

Kalabalık toplandıktan sonra Allah Resulü –s– develerin semerlerinden kurulan minberin üzerine çıktı ve konuşmaya başladı. Allah Resulü –s– şöyle buyurdu: Hamd Allah’a özeldir. O’ndan yardım diliyoruz ve O’na iman ediyor ve O’na tevekkül ediyoruz ve O’ndan başka ilah olmadığına şahadet getiriyoruz. Ey insanlar, benim Hakkın davetine lebbeyk demem ve aranızdan ayrılmam yakındır. Ben ilahi katın önünde sorumluyum, siz de sorumlusunuz. Benim hakkımda nasıl düşünürsünüz ve görüşünüz nedir? halk tek yürek ve tek ses şöyle karşılık verdi: Biz senin risaletini tam ve en iyi biçimde yerine getirdiğine şahadet ediyoruz. Allah size iyi mükafat versin. İslam Peygamberi –s– şöyle buyurdu: Acaba dünyayı yaratanın bir olduğuna ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve O’nun Resulü olduğuna ve cennet ve cehennem ve diğer dünyada ebedi yaşamın hakikat olduğuna şahadet getiriyor musunuz? Kalabalık her birlikte evet, şahadet getiriyoruz, dedi. Allah Resulü –s– şöyle devam etti: Ben sizin aranızda iki nefis ve değerli şeyi bırakıyorum. O sırada biri ayağa kalktı ve yüksek sesle sordu: iki nefis şeyden maksadınız nedir? Resulullah –s– şöyle buyurdu: biri Allah’ın kitabı ve diğeri ıtretim ve ehli beytimdir. Rabbim bana bu iki yadigarın birbirinden asla ayrılmayacağını haber vermiştir. Ey insanlar, Kur'an'ı Kerim’i ve ıtretimi aşmayın ve her ikisine amel etmekte müsamahakar davranmayın, zira bu durumda helak olursunuz.

O hassas anda ve tüm gözler ve kafalar Allah Resulü’nün –s– üzerinde odaklandığı sıra o hazret ilahi emir üzerine Hz. Ali’nin –s– elini tuttu ve herkesin görebileceği kadar havaya kaldırdı ve ardından İslam dünyasının inanç ve amellerinin seçkin hatlarını belirleyen çok önemli bir hutbeyi okudu. Bu hutbe, Gadir-i Hum hutbesi olarak ün yapmıştır.

Şimdi bu hutbenin önemli bölümlerine geçmeden önce ilkin Gadir-i Hum hadisi İslam’ın en muteber hadislerinden biri olduğunu beyan etmek isteriz. Merhum Allame Emini El Gadir Fil Kitab Velsünne Veledeb adlı kitabında Gadir-i Hum hadisini nakleden 110 sahabe, 82 tabein ve 360 ünlü alim ve ravinin adını zikrediyor. Allame Emini ayrıca kameri birinci ila dokuzuncu yüzyıla kadar geçen dönemde yaşayan ve Gadir-i Hum hamaseti hakkında uzun kasideler yazan şairlerden de söz ediyor. Buna göre Gadir hutbesi Allah Resulü’nden –s– İslam ümmetine yadigar kalan en kesin hadis olduğu konusunda hiç bir şüphe geride kalmıyor.

İslam Peygamberi –s– hutbesine şöyle başlıyor: Ey insanlar, bilin ki Allah Ali’yi sizin veliniz ve imamınız olarak belirledi ve bu mevkiye ve bu göreve atadı ve ona itaat etmeyi muhacir ve ensara ve onu iyilikle izleyenlere ve her çölde ve kentte yaşayan insana, Arap ve aceme, hür ve köleye, küçük ve büyüğe, siyah ve beyaza ve her muvahhid insana vacip kıldı ve onun emrini ve sözünü geçerli ve yerine getirilmesini elzem hale getirdi.

Hutbeye devam etmeden önce hutbenin ilk bölümünde bir kaç temel noktanın dikkat çektiğini belirtmeliyiz. İlkin, Hz. Ali –s– ilahi ferman ve Resulullah’ın –s– sünnetine göre bu makama atanmıştır ve İslam Peygamberi’nin –s– bu atamada hiç bir kişisel yetkisi olmamıştır. İkincisi veli ve İmam sözcükleri Hz. Ali’nin hem velayet makamı ve hem imamet makamına sahip olduğunu ortaya koyuyor ve buna göre ona itaat etmenin ilahi vacip farize olduğu anlaşılıyor. Ve son nokta şu ki Hz. Ali’nin –s– önderliği ve imameti belli bir zaman ve belli bir mekan ve belli bir kavim veya ırka veya renge özel olmadığıdır. Hz. Ali –s– tarih boyunca tüm muvahhid insanların önderi ve lideridir. Bu yüzden Allah Resulü –s– Gadir hutbesinin bir bölümünde şöyle buyuruyor: ve Ali’den sonra imamet makamı benim soyumdan olan evlatlarında devam edecek ve kıyamet gününe kadar sürecektir. O gün, onlar Allah’ı ve resulünü ziyaret edecekleri gündür.

İslam Peygamberi –s– hutbenin devamında her türlü muhalefetin yolunu kapatmak için tehdit içeren bir ifade kullanarak şöyle buyuruyor: Kim benim sözümü reddeder ve Ali’nin imametini kabul etmezse, Allah’ın rahmetinden uzak olsun, Allah’ın gazabı üzerine olsun, Allah’ın öfkesi üzerine olsun.

Öte yandan Allah Resulü Hz. Ali –s– ile dostluk ve düşmanlığın ilahi mukaddes zatla doğrudan bağlantılı olduğunu göstermek için şöyle buyuruyor: Bilin ki Cebrail bana haber verdi, yüce Allah şöyle buyurmuştur: Kim Ali’yi düşman bilir ve onun velayetini kabul etmezse, benim lanetim ve gazabın onun üzerine olacaktır.

Gerçekte sadece Hz. Ali’nin –s– velayeti ve imameti ile düşmanlık etmenin kökleri vahiye dayanmıyor, aynı zamanda onunla dostluk da semavi kökleri bulunuyor, nitekim Allah Resulü –s– Gadir hutbesinin bir başka bölümünde şöyle buyuruyor: onun önderliği ve dostluğu aziz ve celil Allah tarafından bana nazil olmuştur.

Yüce Allah’ın kesin vaatlerinden biri salih ve mümin insanların ilahi ebedi cennete yerleşeceklerdir ve bu ilahi vaadin en bariz ve en seçkin mısdakı, kalpleri ehli beyt –s– aşkı ile dolup taşan insanların hiç hesap sorulmadan cennete gireceklerdir. Allah teala bu kesimin sevgisini peygamberinin risaletinin mükafatı olduğunu buyuruyor ve Şura suresinin 23. Ayetinde şöyle diyor: De ki ben risaletime karşı sizden yakınlarımın sevgisinden başka bir şey istemiyorum. Yine Sebe suresinin 47. Ayetinde şöyle buyuruyor: De ki sizden istediğim mükafat ancak sizin yararınızadır ve benim mükafatımı ancak Allah verir.

Buna göre İslam Peygamberi –s– Gadir hutbesinin bir bölümünde bu konuya işaret ederek yüksek sesle şöyle buyuruyor:

Bini ki onların, yeni ehli beytin dostları güven ve huzur içinde cennete girecek olanlardır ve melekler saygı içinde onları ziyaret ederek şöyle der: selam olsun size ki pak ve tahirsiniz, o zaman ebedi cennete hiç hesap vermeden girin.

Dolaysıyla İslam Peygamberi’nin –s– yolunu sürdürmek ve o hazretin hidayeti ve önderliğinden yararlanmak için ehli beytine sarılmak ve onların önderliğinden medet ummak gerekir. Bu arada ehli beyt sevgisi onları izlemekte önemli bir etken olduğunu da belirmek gerekir, nitekim Al-i İmran suresinin 31. Ayetinde şöyle okumaktayız: De ki eğer Allah’ı seviyorsanız, beni izleyin, zira ben O’nun fermanını tebliğ ediyorum.

Kuşkusuz birine karşı sevgi beslemek, insanı ona doğru çeker ve bu sevgi her ne kadar güçlü olursa, bu cazibe o kadar güçlü olur. Bu durum özellikle amacı kemale ermek olan sevgilerde geçerlidir. Bu tür sevgide insan kendisini kemalin başlangıcına yakınlaştırmaya ve onun isteklerini yerine getirmeye çalışır. İşte böylece İslam Peygamberi –s– ve ehli beytini –s– sevenler sağlıklı ve güvenli bir şekilde cennete girer.