Eylül 18, 2020 20:41 Europe/Istanbul

Geçen bölümde İslam Peygamberi’nin –s– ilham kaynağı olan mübarek yaşamının son anlarından söz ettik. Şimdi sohbetimize kaldığımız yerden devam etmek istiyoruz.

Herkes Resulullah’ın –s– çevresini sardığı ve o hazretin sağlık durumunu kaygı ettiği bir sırada, Allah Resulü –s– gözlerini açtı ve şöyle buyurdu: Kardeşimi çağırın, gelsin yanı başımda otursun.

Herkes İslam Peygamberi’nin –s– kardeşim derken, Hz. Ali’den –s– başka hiç kimseyi kastetmediğini biliyordu. Hz. Ali –s– hemen Resulullah’ın –s– yatağının yanına geldi. O sırada Allah Resulü’nün –s– yataktan kalkmak istediğini hissetti. Hz. Ali –s– hemen Resulullah’ın –s– başını yataktan kaldırdı ve kendi göğüsüne dayadı. Yavaş yavaş ölüm işaretleri Allah Resulü’nün –s– mübarek vücudunda belirmeye başladı ve sonunda o hazret en sevdiği insan, yani Hz. Ali’nin –s– kucağında hayata gözlerini yumdu.

Hz. Ali –s– okuduğu hutbelerinden birinde bu konuya işaret ederek şöyle anlatıyor: Resulullah –s– mübarek başı benim göğsüme dayandığı bir sırada ve benim elimde hayata gözlerine yumdu ve ben de teberrük niyeti ile elimi yüzüme sürdüm, ardından hazretin naaşını gusül ettim.

İslam Peygamberi –s– rihlet edince, Müslümanların karşılaştığı ilk mesele, o hazretin ölümünün tekzip edilmesiydi. Ömer bin Hattab Resulullah’ın –s– evinin önünde durmuş ve Allah Resulü –s– vefat etti diyenleri ölümle tehdit ediyordu. İslam Peygamberi’nin –s– amcası Abbas ve diğer sahabe, Allah Resulü’nün –s– vefat edeceğine işaret eden Kur'an'ı Kerim ayetlerini ona okuyordu, fakat o başkalarını tehdit etmeye devam ediyordu. Ta ki sonunda o sıralarda Medine dışında olan arkadaşı Ebu Bekir geldi. Ebu Bekir Zümer suresinin 30. Ayetini okudu: Sen öleceksin, başkaları da ölecek. Ve böylece Ömer bin Hattab’ı sakinleştirdi. Ardından Ömer sordu: acaba bu ayetler Allah’ın kitabından mıdır? Ebu Bekir de evet, diye karşılık verdi.

Hz. Ali –s– İslam Peygamberi’nin –s– mübarek naaşını yıkamakla meşgul olduğu sıralarda ise o hazretin halefini seçmek üzere Sakife-i Beni Saide macerası gündeme geliyordu.

Sakife-i Beni Saide, Saideoğulları aşiretinin toplandığı yerdi. Burada aşiretle ilgili işler tartışılıyordu. Burada bazı ensar Allah Resulü’nün –s– kendi halefi ile ilgili vasiyetini gözardı ederek toplanmış ve Resulullah’ın –s– halefini seçmeye karar vermişti. Bu haber Ebu Ubeyde’ye ulaştı. Ebu Ubeyde hemen Ebu Bekir ve Ömer’i yanına alarak hızla Sakife’ye geldi.

Ensar arasında Evs ve Hazrec aşiretleri sürekli birbiriyle rekabet içindeydi. Bu ihtilafın farkında olan Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde, İslam Peygamberi –s– Kureyş aşiretinden olduğunu ve Araplar hükümdarları Kureyş’ten başka bir aşiretten olmasını kabul etmeyeceğini söylediler. Ebu Bekir orada bulunanlara şu öneride bulundu: Hilafet ve hükümdarlar ancak Kureyş’e yakışır, zira Kureyş şeref ve soy bakımından daha ünlü ve Arap aşiretlerin arasında daha seçkindir. Ben sizin hayrınızı isteyen biri olarak bu iki kişiden birini öneriyorum, siz de istediğinizi hilafete seçer ve ona biat edersiniz. Ebu Bekir bu sözlerin ardından Ebu Ubeyde ve Ömer bin Hattab’ın elini tuttu. O sırada ensarın sözcüsü şöyle dedi: sizden bir emir, bizden de bir emir olsun. Ömer bu öneriye tepki gösterdi ve iki kılıç bir kına sığmaz, dedi ve ardından elini uzatarak Ebu Bekir’e biat etti. Evs ve Hazrec aşiretleri de rakip aşiret Halife olamadığı için sevinerek Ebu Bekir’e biat etti.

Ancak tüm bu gelişmeler yaşanırken, Ali bin Ebutalib –s– bazı has sahabe ve Haşimoğullarının yardımı ile Allah Resulü’nü –s– toprağa vermekle meşguldü. Resulullah’ın –s– amcası Abbas macerayı fark etmişti ve bu yüzden Ali’ye –s– şöyle dedi: elini bana ver ki sana biat edeyim ve elini Müslümanların halifesi olarak sıkayım. Ancak Hz. Ali –s– Abbas’ın sözlerine itina etmedi ve şöyle buyurdu: Ben şimdilik Resulullah’ı gusül etmek ve kefenlemek ve toprağa vermekle meşgulüm.

Kısa bir süre sonra uzaktan tekbir sesi geldi. Hz. Ali –s– Abbas’a macerayı sordu. Abbas da şöyle dedi: Sana başkaları biat almakta seni geride bırakacağını söylememiş miydim?

Sakife macerasını duyan Ebu Sufyan  ise hemen Hz. Ali’nin –s– yanına geldi ve şöyle dedi: elini bana ver ki sana biat edeyim ve elini Müslümanların halifesi olarak sıkayım, nitekim eğer ben sana biat edersem, Abdimenaf oğullarından bir tek kişi bile sana karşı çıkmaz ve eğer onlar sana biat ederse Kureyş’ten hiç kimse sana biat etmekten kaçınmaz ve sonuçta bütün Arap senin hükümdarlığını kabul eder.

Ancak Ebu Sufyan’ı çok iyi tanıyan Hz. Ali –s– bu öneriyi kabul etmedi ve şöyle buyurdu: Sen bizim asla ehli olmadığımız bir işin peşindesin.

Kuşkusuz Hz. Ali –s– İslam dininin yeminli düşmanı Ebu Sufyanı çok iyi tanıyor ve bu hareketi ile aslında Müslümanların arasında tefrika yaratmak istediğini de çok iyi biliyordu. Eğer Hz. Ali –s– o gün kapalı kapıların ardında Ebu Sufyan’ın önerisini ve biatini kabul etmiş olsaydı, bugün tarih bu biat hakkında Ebu Bekir’e biat hakkındaki yargının aynısını yapardı. Zira İmam Ali’nin –s– hükümdarlığı iki durumun dışında değildi: Ya İmam Ali –s– yüce Allah ve Peygamberi –s– tarafından İmam ve hükümdar olarak atanmış, ya da atanmamıştı. Birinci durumda Halife olmak için başkasının biatine veya hilafet için onayına ihtiyacı yoktu, çünkü bu hareket bir nevi Allah’ın hükmüne itinasızlık olurdu.

Savaş meydanlarında uzun yıllar canını ortaya koyan ve İslam dini ve Kur'an'ı Kerim ahkamını pekiştirmek için onca fedakarlık yapan Hz. Ali –s– ilahi hükmün tahrif edilmesine asla razı olmazdı.

İkinci varsayımda, eğer Hz. Ali –s– Abbas veya Ebu Sufyan gibi kişilerin ona biat etmesiyle Halife olsaydı, İslamî hilafet, Ebu Bekir’in iktidarın başına geçmesi ile kavuştuğu halin benzeri bir hale kavuşacaktı, zira Ebu Bekir’in en yakın ve en samimi arkadaşı ikinci Halife Ömer’di ki bir süre sonra Ebu Bekir’in nasıl seçildiğini hatırlayınca şu itirafta bulunmuştu: Ebu Bekir’in Halife olarak seçilmesi acele ile yapılan bir işti ve Allah bu işin şerrini bertaraf etti.

Sonunda halifenin seçimi için başlatılan Sakife macerası sona erdi ve Ebu Bekir iktidarın başına geçti. Hz. Ali –s– ve bazı vefakar arkadaşları hükümetin dışına çekildi, fakat kamuooyunu bilinçlendirdikten sonra vahdeti korumak amacıyla hükümetle muhalefet etmedi ve kültürel faaliyetlere başladı. Hz. Ali –s– bundan sonra Kur'an'ı Kerim’i tefsir etmeye başladı ve başkalarının çözemediği sorunların çözümüne yardımcı olup insanları hayrete düşürmeye devam etti ve bazen de başka bilginlerin ortaya attıkları kuşkulara veya ilmi meselelerine cevap vererek İslam’ın kutsal hürmetini ve Kur'an'ı Kerim ahkamını savunarak korudu ve böylece bireysel ve sosyal hizmetlerini sürdürdü.

İmam Ali –s– Müslümanların gözünde özel yeri bulunan bir şahsiyetti. O hazret hem İslam Peygamberi’ne –s– mensup olan bir insandı ve hem insanlar Allah Resulü’nün –s– çeşitli durumlarda Hz. Ali’nin –s– faziletleri hakkında beyanatını duymuştu ve hem Kur'an'ı Kerim ve hadis ve diğer semavi kitaplara musallat oluşu emsalsizdi.

Bu arada İmam Ali’nin –s– gelecekte hilafet düzenine sorun yaratabilecek bir başka özelliği de vardı, ki o da, o hazretin iktisadi gücü ve geliriydi ve bu gelir Fedek arazilerinden o hazrete yetiyordu. Bu yüzden hilafet düzeni bu gücü İmam Ali’nin –s– elinden almaya karar verdi, zira bu imtiyaz, o hazretin ilmi ve iman yönündeki imtiyazları gibi elinden alınamayacak imtiyaz değildi.

Fedek arazileri, Medine’den 140 km uzaklıkta bulunan abad ve verimli topraklardı. Fedek aslında Arabistan’da yaşayan Yahudilerin merkezlerinden biriydi. Bu bölgede yaşayan Yahudiler Hayber savaşından sonra her yıl ürünlerinin yarısını İslam Peygamberi’ne –s– sunmaya ve böylece Müslümanlar gibi İslamî devletin himayesi altında yaşamaya ve artık Müslümanlara karşı ayaklanmamaya söz vermişti.

Bu olayın ardından Isra suresinin 26. Ayeti nazil oldu. Ayet şöyle buyuruyordu: Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.

Bu ayetin ardından Allah Resulü –s– kızı Hz. Fatıma’yı –s– çağırdı ve Fedek’i ona devretti. Ancak Ebu Bekir Halife olunca Fedek’i Hz. Ali’nin –s– eşi ve Resulullah’ın –s– kızından geri aldı.

Ehli sünnetin ünlü tarihçisi ve fakihi Fedek arazileri ve gaspedilişi konusunda şöyle yazıyor: Ben İmamiye mezhebinin alimlerinden birine Fedek hakkında şöyle dedim: Fedek köyü o kadar geniş değildi ve bu denli küçük ve içinde bir kaç hurma ağacından fazlası olmayan bir arsa Hz. Fatıma’nın –s– muhaliflerinin tamah edecekleri kadar önemli değildi. İmamiye alimi bana şöyle karşılık verdi: sen bu konuda yanlış düşünüyorsun. Oradaki hurma ağaçlarının sayısı Kufe’deki şimdiki hurma ağaçlarından daha az değildi. Kuşkusuz Resulullah’ın –s– hanedanını bu verimli topraklardan mahrum etmenin amacı, Hz. Ali’nin –s– bu arazilerin gelirinden hilafet düzeni ile mücadele için yararlanma ihtimalini bertaraf etmekti. Dolaysıyla sadece Hz. Fatıma’yı –s– Fedek’ten mahrum bırakmakla kalmadılar, aynı zamanda tüm Haşimoğulları ve Abdulmutallib’in evlatlarını da meşru haklarından nasipsiz bıraktılar. Kuşkusuz geçimleri için sürekli çaba harcayan ve muhtaç olan insanlar asla mevcut düzenle mücadele etmeyi aklına getirmeyecektir.