Haziran 30, 2018 20:47 Europe/Istanbul

Bilindiği üzere kendi kaderini belirleme hakkı, insani toplumlar ve bireylerin en temel haklarından biridir.

Kaderin belirlenme hakkı ilk kez 18. YY.'da Fransa  devrimi ve kuzey Afrika'da başladı. Giderek bu hak, siyasi ve ardından da hukuki bir ilkeye dönüştü ve bir çok uluslararası hukuk belgesi, örneğin BM sözleşmesi ve Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'de değinilmiştir.

Aslında kendi kaderlerini belirlemek isteyen halkın geneli, o dönemde iktidarda olan elitler ve aristokratlara karşı ayaklanarak onları devirmeyi başardılar. Ardından kendi kaderini belirleme hakkı diğer ülkelerde milli istekler ve yeni ülkelerin kurulmasına sebep oldu. Bu mesele 20. YY'ın başlarında ve dönemin Amerika başkanı Thomas Woodrow Wilson'un teorisi ile gelişti. Wilson 1917 yılında kongreye hitaben " kaderi belirleme hakkını tanımayan biç bir kalıcı barışın olmadığını, hükümetlerin tüm gücünün, hükümet edilenlerin memnuniyetinden kaynaklandığını" belirtti.

Fakat Wilson'un düşünceleri gerçekleşemedi ve hatta 1948 yılı İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nde ( The Universal Declaration of Human Rights  UDHR-  ) de önceki beyannamelerde az da olsa izi olan kader belirleme hakkı da silindi. Buna rağmen kader belirleme hakkı her zaman insanların ilgi odağında oldu ve 1960 yılında BM genel kurulunda sömürgeler ve sömürülen insanların kendi haklarını belirleme hakkı tanınan iki karar onaylandı. 1514 sayılı bildiri, sömürgeciliği giderme temeli oldu. Bu bildiri, tüm insanlara kendi kaderlerini kendi istek ve iradeleri ile belirleme izni veriyordu.

Kendi kaderini belirleme hakkı kavramının evrimi, Uluslararası Siyasi ve Sivil Haklar Sözleşmesi ((International convention on political and civil rights ) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi (International covenant on economic, social and cultural rights) ile doruğa ulaştı. Bu ise halkın demokratik talepler ve iktidar yapısına siyasi ortaklığı anlamında idi ve günümüzde de aynı anlamda kullanılıyor.

Bu tanım, Bahreyn gelişmelerinde hem gelişmiş ve ilerlemiş anlamda, yani halkın demokratik talepleri ve siyasi ortaklığı; hemd de geleneksel anlamda olan diğer ülkelerin içişlerine karışamama boyutlarında Al-ı Halife ve Ali Suud rejimlerince açıkça ihlal edilmiştir.

Kendi kaderini belirleme hakkı (Self- Determination) özellikle ikinci dünya savaşı ardından defalarca çeşitli uluslararası konvansiyon ve belgelerde, ister kendi kaderini belirleme ister başka ülkelerin içişlerine karışmama temel ilke şeklinde kayda geçti. BM bildirgesi, Uluslararası Siyasi ve Sivil Haklar Sözleşmesi, Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, İnsan Hakları Evrensel İslam Beyannamesi - Kahire Bildirgesi ( The Universal Islamic Declaration of Human Rights - Cairo Declaration) kendi kaderini belirleme hakkını tespit eden önemli kaynaklardır. Genel olarak kendi kaderini belirleme hakkı , bir ülke halkına verilen yeni bir hak değildir.

Kendi kaderini belirleme hakkının verilmesi 1648 yılında Vestfali (Westphalia) anlaşmasına dayanıyor. Zira bu anlaşmaya göre "hükümet-millet" ve "ülke" günümüz anlamı ile oluştu. Birinci dünya savaşı ardından kendi kaderini belirleme hakkı ciddi bir şekilde uzmanların dikkatini çekti. Milletler Cemiyeti'nde (The League of Nations) Manda sistemi de dikkate alındı. Manda Sistemi Milletler cemiyeti sistemi içinde bağımsızlığına kavuşmamış bir kısım yerlerin veya toplulukların başka devletlerin geçici yönetimine bırakılmasıdır. Gerçi manda sistemde kendi kaderini belirleme hakkına açıkça değinilmemiştir fakat manda sistemine hakim ruh, kader belirleme hakkının mısdağıdır. Fakat kendi kaderini belirleme hakkı, çiğnenmeyecek ve ihlal edilmeyecek bir ilke olarak ilk kez BM bildirgesinin 1. ve 2. Madelerinde gündeme geldi.

BM Antlaşmasının 1. Maddesinin 2. Bendinde insanların kendi geleceklerini belirleme hakkı açıkça belirtiliyor. 1. Maddesi olan BM kuruluş amaçları arasında 2. Bendinde şöyle yazılıyor: Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak.

" Halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirleme ilkesine saygı" konusu yine BM Antlaşmasının 55. Maddesinde de tekrarlanmıştır. Bu arada 2. Maddenin 7. Bendinde de şöyle yazılıyor: "İşbu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletlere herhangi bir devletin kendi iç yetki alanına giren konulara müdahale yetkisi vermediği gibi üyeleri de bu türden konuları işbu Antlaşma uyarınca bir çözüme bağlamaya zorlayamaz."

Yine 2. Maddenin 4. Bendinde de " Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.

Aslında BM Antlaşmasının 2. Maddesi 4. Bendi, güç kullanmama ve diğer ülkelerin içişlerine müdahale etmeme konusunu gündeme getirmiştir ki içinde " geleceği ve kaderi belirleme hakkını" barındırıyor. Başka bir ifade ile bir ülkenin içişlerine karışılması ve kaba güç kullanılması yasaklandığı takdirde bu o ülke halkının kendi geleceğini belirleme hakkına vurgu yapılmak anlamındadır. Zira müdahale etmemek ve kaba güç kullanmanın yasaklanması ilkesi ile geleceği belirleme hakkı arasında direkt bir bağ vardır.

Kendi geleceğini belirleme hakkına yapılan vurgu ise barış, işbirliği ve dostane ilişkilerin geliştirilmesidir ki bu da yine BM antlaşmasının 1 ve 2. Maddelerinde belirlenmiştir. Bu yüzden BM antlaşmasına dayanarak Suudi Arabistan'ın Bahreyn'e askeri müdahalesi ve bu ülke halkını şiddetle bastırmasının, uluslararası iki kesin hakkın açıkça ihlalidir; bunlardan biri güç kullanma ve diğeri de kendi geleceğini belirleme hakkı.

Kuveyt parlamento temsilcilerinden Salih Aşur Suudi Arabistan'ın Bahreyn'e askeri müdahalesi hakkında şöyle diyor: Suudi rejimin Bahreyn'e Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'nde ortak savunma ile ilgili anlaşma çerçevesinde askeri müdahalesinin haklı bir tarafı yoktur. Zia Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'nin güvenlik anlaşması, her türlü yabancı saldırı ile ilgilidir, hal buki Bahreyn'de böyle bir şey yaşanmadı. Bahreyn'de siyasi ve demokratik yöntemlerle çözülebilecek bir takım  sorunlar vardır. Bahreyn'e askeri güç göndermek, uluslararası ilkelerle çelişmektedir.

 BM antlaşmasına ilaveten, geleceği belirleme hakkını vurgulayan diğer bir çok uluslararası önemli belge mevcuttur, üstelik bu bağlayıcı olan belgelerin tümü Suudi Arabistan'ın Bahreyn halkının ayaklanmasını bastırmadaki askeri müdahalesinde açıkça ayaklar altına alınmıştır. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi de bu cümledendir. Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin birinci maddesinde insanların geleceklerini belirleme hakları açıkça ifade edilmiştir.  Bu maddenin birinci bendinde şöyle yazılıyor: Bütün halklar kendi kaderlerini tayin hakkına sahiptir. Bu hak vasıtasıyla halklar kendi siyasal statülerini serbestçe tayin edebilir ve ekonomik, sosyal ve siyasal gelişmelerini serbestçe sürdürebilirler./İnsan Hakları İslam Beyannamesi, Kahire Bildirgesi de insanların kaderlerini belirleme hakkını tespit eden diğer önemli uluslararası belgedir. Bir çok Müslüman ülkenin üyesi olduğu Kahire Bildirgesi, insani hukuk belgeleri arasında yer alıyor. 5 Ağustos 1990 yılında İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerince Kahire’de onaylandı. Bu belgede de kendi kaderini belirleme hakkı, İslami ilkelere göre onaylanarak vurgulanmışken hayat ve yaşam “İlahi bir muhibet” olarak tanıtılıyor. Nitekim 9. Maddenin (a) bendinde şöyle yazılıyor: Kendi kaderini tayin etme hakkı devredilemez bir insan hakkıdır. Herkes kendi kaderini tayin etme ve kendi refah ve kaynakları üzerinde söz sahibi olma ve siyasi sistemleri özgürce seçme ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişimlerini özgürce sürdürme hakkına sahiptir.Kahire bildirgesinde ayrıca, kaderi belirleme hakkı ile dolaylı olarak bağlantılı olan hayat hakkı ve yabancı saldırının men edilmesi önemle vurgulanıyor.