Ocak 18, 2019 13:21 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen programda Bahreyn’de halkın mezhepsel ve inanç özgürlüğü ve haklarının bastırılması ayrıca medya haber çevrelerine uygulanan sansür ve halkın haber alma özgürlüğünün ihlallerini ele aldık. Bu programda ise Suudi rejiminin Bahreyn’de meşruiyetsiz askeri müdahalesini incelemeye çalışacağız.

Al-ı Suud rejiminin Bahreyn krizine direkt askeri müdahalesinin sebeplerinden biri  Suudi Arabistan'ın İslam dünyasında mezhepçi ve etnik bakışıdır.  Bahreyn adasının Suudi Arabistan komşuluğundaki jeopolitik konumu,  bu ülkede yaşanan gelişmeleri Al-ı Suud için önemli kılmıştır.

Riyad rejimi Al-ı Halife  yönetimini Bahreyn’de Suudi Arabistan çıkarlarının koruyucusu olarak görüyor. 

Al-ı Halife  rejiminin ülkede halk itirazlarının başlamasından daha bir ay geçerken Suudi yetkililerden yardım talebinde bulundu.  Bu yüzden Bahri yönetiminin talebi üzerine halkın barışçıl gösterilerine başlamasından tam bir ay sonra yani 14 Mart 2011 tarihinde,  Birleşik Arap Emirliği ve Suudi Arabistan'ın güvenlik ve askeri güçleri,  ada kalkanı projesi çerçevesinde ordularını Bahreyn'i  işgal etmek üzere bu ülkeye gönderdiler.  O gün Suudi rejimi güvenlik ve askeri güçlerinden 1200 ve Birleşik Arap Emirliği’nden ise 500 askeri güç Bahreyn topraklarına girdi

 Al-ı Halife  rejiminin bu stratejisi Bahreyn’de krizin azalmasını etkilemezken tam aksine krizin yoğunlaşması ve tırmanmasına da sebep oldu.  Zira Bahreyn halkı,  Şii ve Sünni,  Al-ı Suud  askeri ve güvenlik güçlerini işgalci ve saldırgan olarak görüyorlardı.  Suudi güçlerin Bahreyn topraklarına  girmesinin başlıca getirisi ve sonucu, şiddetin artması, insan hakları ihlallerinin daha da geniş çapta devam etmesi,  şehitler ,yaralılar ve tutuklananların sayısının artmasından başka bir şey değildi. 

Suudi Arabistan'ın Bahreyn’e askeri müdahalesi uluslararası hukuk açısından da büyük önem taşıyor zira bu müdahale,  Bahreyn’de ne uluslararası silahlı çatışmalar ve ne de ülke içi çatışma durumunda olmadığı bir dönemde gerçekleşti. Başka bir ifade ile uluslararası hukuk açısından Bahreyn’de hiçbir silahlı çatışma söz konusu değildi ve hatta krizin 2011 yılında başlamasından şimdiye kadar da hiçbir silahlı çatışma yaşanmadı;  zira Bahreyn halkının itirazları tamamen sosyal ve barışçıl bir şekilde gerçekleşiyor.  Bu bağlamda Al-ı Halife  rejiminin Suudi Arabistan'dan askeri müdahale talebi, tamamen illegal ve ülke yasalarına aykırı olmakla kalmadı; bu işgal Birleşmiş Milletler sözleşmesi ve Uluslararası hukuk kurallarına tamamen aykırıdır.

Uluslararası hukukta şiddete başvurma ilkesi, geleneksel Uluslararası hukuk kuralları arasında yer alıyor.  Uluslararası geleneksel hukuk kuralları, ihlal edilemez ve bağlayıcı kurallardır. Birleşmiş Milletler sözleşmesinin 2. Maddesi 4. Bendinde şöyle yazılıyor: Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletler'in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.

Buna rağmen meşru savunmada ve de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bildirilerinde güç kullanmak caiz sayılmıştır.  Birleşmiş Milletler sözleşmesinin 51. Maddesi de bu konuyu onaylıyor. Nitekim 51. maddenin bir kısmında şöyle yazılıyor: Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez.

Fakat Suudi Arabistan'ın Bahreyn’deki askeri müdahalesi, hiçbir uluslararası hukukla bağdaşmıyor.  Zira Bahreyn yönetimi hiçbir silahlı saldırıyla karşılaşmamış sadece sosyal  amaçlı gösterilere sahne olmuştu, bu arada hatta yapılan gösteriler bile hiçbir silahlı yönü yoktur; bu yüzden Suudi Arabistan'ın Bahreyn’e askeri güç göndermesi velev ki Al-ı Halife’nin isteğine karşılık olursa,  hiçbir meşru yönü yoktur.

Bu arada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi de Suudi Arabistan'ın Bahreyn krizine müdahelesi için hiçbir bildiri yayınlamazken hatta müdahaleye izin  bile vermemiştir.  Güvenlik Konseyi'nin bu konuda sessizliği ve pasifliği Suudi Arabistan'ın Bahreyn'e askeri müdahalesini haklı çıkaramaz. Bu tutum,  Birleşmiş Milletler'in bu önemli kurumunda siyasi eğilimlerin hukuki bakışa üstünlüğünün  göstergesidir;  bu yüzden Güvenlik Konseyi Al-ı Suud  rejiminin Bahreyn’e askeri saldırısını kınamazken üstelik bu askeri tecavüzü durdurmak için hiçbir girişimde bile bulunmadı.

Bu arada,"  acaba Bahreyn yönetimi Suudi Arabistan'dan ülkedeki barışçıl gösterilere karşı askeri güç sevk etme talebinde bulunabilir mi?"  gibi önemli bir soru gündeme geliyor.  Uluslararası hukuka göre yönetimler ülke içinde  güvenliğin korunması ve düzenin sağlanması için gerektiği zaman şiddete başvurabilir,  fakat yeni uluslararası hukukta "koruma sorumluluğu- Responsibility to Protection" ilkesine değinilmiştir.  Fakat ülkede güvenlik ve düzenin sağlanması için hükümetlerin başvuracağı şiddet bile,  ülkede  vatandaşların öldürülmesi, yaralanması ve topluca tutuklanmaları gibi fahiş insan haklarının ihlallerine sebep olmamalıdır.

Bahreyn yönetimi,  Suudi Arabistan'dan  ülkeye askeri güç göndermesi  talebini haklı çıkarmak ve de Suudi yönetimin de Bahreyn askeri müdahalesini açıklamak amacı ile,  bu askeri müdahalenin Fars Körfezi İşbirliği Konseyi'nin Ada kalkanı projesi çerçevesinde gerçekleştiğini iddia ediyorlar.  Fakat bu açıklama da tamamen yersiz ve kandırmacadan ibarettir;  zira Ada kalkanı projesi Fars Körfez İşbirliği Konseyi üyelerinden her birinin askeri saldırıya uğradı takdirde geçerlidir.  Fakat Bahreyn bu durumda hiçbir askeri saldırıya uğramazken,  ülkede medeni itirazlar  mahiyetinde olan halkın meşru gösterileri ve itirazlarına sahne olmuştu.

Aslında diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmemek ve de kaba kuvvete başvurmama ilkesine göre,  hiçbir ülke,  barışçıl yöntemlerle kaderini belirlemek isteyen Bahreyn halkına karşı kaba kuvvet kullanamaz; bu yüzden Bahreyn yönetiminin yabancı bir yönetimden kendi ülkesine askeri güç göndererek halkın meşru taleplerine  ulaşmasını engellemeye hiç ama hiç hakkı yoktur.

Bu arada müdahaleye çağrı ise mevcut yönetimin yasal olduğu dönemde yasal ve geçerli sayıldıı da belirtilmelidir. Fakat Bahreyn'de halkın çoğunluğu ister Şii ister ehli sünnet olsun, Al-ı Halife hanedanın hükümetini meşru tanımıyor, zira bu yönetim sırf Al-ı Halife'ye yakın çevre, ecnebiler ve kendilerine Bahreyn vatandaşlığı verilen paralı uşaklardan destek alıyor.

Bahreyn yönetiminin halk tarafından meşru tanınmaması nedeni ile Al-ı Halife rejimin Suudi Arabistan'dan Bahreyn'e askeri güç gönderme talebi ile Birleşmiş Milletler Antlaşmasının birinci maddesinin 2. Ve 3. Bentleri ile ikinci maddesi 7. Bendinin açıkça ihlalidir. Ayrıca 8 Eylül 2011 tarihinde onaylanan uluslararası hukuk kurumu bildirisinin ikinci maddesinin 2. Benidi de, çağrıda bulunan ülkeye askeri yardımı, ancak ve ancak insan hakları ve temel özgürlüklere tam saygı duyulması şartı ile haklı tanıyor.

Fakat Suudi Arabistan'ın askeri müdahelesi  demokratik olmayan bir rejime destek doğrultusunda gerçekleşmiştir, üstelik bu müdahalenin ardından Bahreyn’de Al-ı Halife yönetimi ve Suudi güçlerin Bahreyn’de, İslami insan hakları Bildirgesi gibi insan haklarına karşı ihlalleri daha geniş boyutta ve yoğun bir şekilde devam etmiştir. 

Bu yüzden Suudi Arabistan'ın Bahreyn’e askeri güç göndermesi Bahreyn halkının kendi kaderini belirleme ilkesi ile çelişirken kökten yasadışı bir girişimdir.

8 Eylül 2011 tarihinde onaylanan Uluslararası Hukuk Enstitüsü'nün kararları 3. Maddesi uyarınca,  bir ülkenin halkının kendi kaderini belirleme hakkı  ve de Birleşmiş Milletler bildirgesi ihlal edildiği  takdirde, askeri yardım yasaklanmıştır ve Suudi Arabistan'ın Bahreyn’deki müdahelesi de aynen bu maddenin kapsama alanındadır.  Maalesef Bahreyn krizi uluslararası toplum ve özellikle uluslararası hukuk kurumlarının pasifliği ile karşılaşmıştır.  Bu da uluslararası ilişkilerde yeni realistlerin belirttiği gibi uluslararası kuruluşların büyük güçler elinde birer araç olduğunu gösteriyor.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Bahreyn halkının bastırılmasına karşı sessiz ve pasif kalmasının sebebi ise  konseyin 2 daimi ve temel üyesi olan Amerika ve İngiltere'nin Bahreyn’de strateji çıkarlara sahip olması ve Bahreyn’deki askeri üslerinin hala aktif olmasından kaynaklanıyor.

"Önce insan hakları-Human Rights First"  kurum başkanı Brian Dolly Amerika'nın Bahreyn yönetimini silahlandırma siyaseti hakkında şöyle diyor:

Aslında Amerika diploması Kurumu kendini alaya almıştır, zira Bahreyn’de despot müttefikini silahlandırmak asla Maname yönetimi tarafından insan haklarının riayet edilmesini gerçekleştiremez,  hatta Bahreyn yönetimi Bahreyn’de Müslüman aktivistleri eskiye nazaran daha fazla bastırır.

Birleşmiş Milletler insan hakları konseyi Temmuz 2012'de Bahreyn yönetimine insan hakları konusunda 176 öneride bulundu;  önerilerden 158’i Al-ı Halife rejimi tarafından kabul edilirken,  18’i kesinlikle kabul edilmedi. Fakat konunun üzerinden geçen yıllara rağmen Bahrey’de insan hakları alanında hiçbir ilerleme yaşanmazken sosyal itirazlar, hükümet tarafından daha yoğun bir şekilde bastırılmaya devam ediliyor.

Bu arada Bahreyn yönetimi tarafından kabul edilen 158 öneriden sadece ikisi gerçekleşti.  İfade özgürlüğü ,basın ve medya özgürlüğü, insan hakları mekanizması, ulusal diyalog,  kültürel ve inanç hakları vb.  konular ile ilgili olan 133 öneri gerçekleşmedi ve kadın ve çocuklar hakları gibi 23 öneri görünüşte Al-ı Halife rejimi tarafından  dikkate alındı.

Aslında Bahreyn yönetiminin Birleşmiş Milletler insan hakları konseyi önerilerini dikkate almamasının sebebi,  konseyin kararlarının bağlayıcı olmaması ve sadece tavsiye şeklinde olmasından kaynaklanıyor,  bu yüzden Al-ı Halife rejimi de onları gerçekleştirmek için hiçbir zorunluluk hissetmiyor.  Üstelik insan haklarının en büyük ihlalcilerinden olan Suudi Arabistan da  konseye üye olması bu konuyu daha da zorlaştırıyor. Tabii ki Bahreyn’de yaşanan kriz Suudi Arabistan, Amerika, İngiltere ve siyonist rejimin  destekleri nedeni ile  Al-ı Halife rejiminin baskıları her geçen gün yoğunlaşarak devam ediyor.