İslam’da Şefaat - 9
Şefaat yüce Allah’ın izni ile mümkün olur, fakat kayıtsız şartsız değildir. Yüce Allah katında ancak hak teala nezdinde özel yeri bulunan insanlar günahkar kullar için şefaat ederek af talebinde bulunabilir.
Bugünkü sohbetimizde ve geçen bölümlerin devamında şefaat konusunu irdelemeye devam etmek istiyoruz.
Sapkın Vahabi tarikatına göre şefaat ancak Allah’a mahsustur ve başka hiç kimse şefaatte bulunamaz. Vahabiler ve bu tarikatla aynı yönde düşünen akımlar Allah’tan başkasının şefaat edebileceğine inanmayı şirk ve tevhid çizgisinden sapma şeklinde yorumluyor, oysa bu düşünce başta şii mezhebi olmak üzere diğer bir çok İslamî mezhep ve tarikatın inancına aykırıdır. Vahabi tarikatının izleyenleri bu görüşü Kur'an'ı Kerim’in bazı ayetlerine istinat ederek savunuyor. Ancak bu zümre Kur'an'ı Kerim’in diğer ayetlerini gözardı ederek, sırf bir kaç ayetin görece anlamını iddialarının dayanağı yapıyor ve evliyanın şefaat edebileceğini tümüyle inkar etmeye kalkışıyor.
Buna göre bugünkü sohbetimizde şefaat meselesini Kur'an'ı Kerim’den bir kaç ayeti ele alarak irdelemek istiyoruz.
Peygamberlerin ve evliyanın şefaat etmesini inkar edenlerin istinat ettikleri ayetlerden biri, Secde suresinin 4. ayetidir. Ayet şöyle buyurmakta: O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır.
Vahabilerin istinat ettiği bir başka ayet de Zümer suresinin 44. ayetidir. bu ayet şöyle buyurmakta:
De ki: Bütün şefâat Allah'ındır. Göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur. Sonra O'na döndürüleceksiniz.
Bu ayete göre şefaat sahibi ancak Allah tealadır ve ancak göklerin ve yerin maliki olan ve tüm mahlukları yaratan ve sonra da hepsi O’na dönen Allah teala günahkarları affedebilir.
Burada hemen bir noktayı hatırlatmakta yarar vardır, o da şu ki şefaat, esas itibarı ile daha yüksek ve daha önemli bir makamın huzurunda yapılır. Peki, acaba varlık aleminde yüce Allah’tan daha üstün biri var mıdır ki Allah teala onun nezdinde şefaatte bulunsun? Oysa Allah teala varlık alemini yaratan ve hiç kuşkusuz tüm mahluklarından üstün olan bir varlıktır. Yüce Allah göklerin ve yerin eşsiz ve yegane hükümdarıdır. Dolaysıyla Allah tealanın başkasının nezdinde şefaatte bulunmasını söylemek, anlamsızdır. Peki ama, Kur'an'ı Kerim “O'ndan başka ne bir dost ne de bir şefaatçınız vardır” demekle neyi kastediyor? Kur'an'ı Kerim şefaatin esas sahibi Allah teala olduğunu söylemek istiyor. Eğer yüce Allah şefaat sahibidir, diyorsak, bunun anlamı, başka hiç kimse şefaatte bulunamayacağı değildir ve ayrıca yüce Allah’ın izni ile başkasının şefaatte bulunması ile de çelişmediği açıkça ortadadır. Allah tealanın izin verdiği herkes şefaatte bulunabilir, fakat nihayetinde tüm şefaatler O’na döner.
Kur'an'ı Kerim ayetlerini gözden geçirdiğimizde, bu semavi kitapta yer alan ve Allah’tan başkalarının da şefaatte bulunabileceklerine işaret eden ve bu ameli onaylayan ayetlere rastlayabiliriz. Gerçi bu insanların şefaat etmeleri de yüce Allah’ın iznine bağlıdır.
Kur'an'ı Kerim’de Allah’tan başkasının şefaatte bulunabileceğini onaylayan ayetlerden biri, Sebe suresinin 23. ayetidir. Ayet şöyle buyurmakta:
Allah'ın huzurunda, kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefâati fayda vermez.
Bakara suresinin 255. ayeti de Allah’tan başkasının şefaat edebileceğine işaret ederek şöyle buyurmakta:
İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?
Bu ayetler ve bu ayetlere benzer diğer bazı ayetler Allah’tan başkası da O’nun izni dahilinde şefaatte bulunabileceklerini ortaya koyuyor.
Kur'an'ı Kerim ayetleri gözden geçirildiğinde, bu semavi kitabın iyiler, salihler, peygamberler ve meleklerin şefaat makamında olabileceklerini onayladığı anlaşılır, ama yine de hepsini ilahi izne bağlamıştır. Buna göre ve yüce Allah Kur'an'ı Kerim’de bazı mahluklarına şefaatte bulunma izni verdiğine göre, Allah teala bizi onlardan şefaat talebinde bulunmaktan men ettiği iddiası tamamen mesnetsiz ve yanlıştır.
Kur'an'ı Kerim’in bazı ayetleri de şefaatten yararlananlara işaret ediyor. Örneğin Enbiya suresinin 28. ayetinde şefaat şartını yüce Allah’ın rızası ve hoşnutluğu şeklinde beyan ediyor ve şöyle buyuruyor:
Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler.
Bu ayete göre şefaat ancak Allah teala onlardan razı ve hoşnut olanları kapsar.
Kur'an'ı Kerim’e göre bazı suçlular şefaatten yararlanmayı haketmiyor. Buna göre büyük suç ve günahları işleyen günahkarlar ve suçlular şefaatten mahrum bırakılmıştır.
Zalimler de şefaat muhibetinden yararlanamayan zümredendir. Kur'an'ı Kerim bir ayetinde zalimleri uyarıyor ve hesap gününde onların ne bir dostu ve ne de şefaatte bulunacak biri olacağını buyuruyor. Aslında Kur'an'ı Kerim insanları zulüm konusunda uyarıyor ve bazıları gibi her türlü zulmü işledikten sonra bu zulümlerin cezasından şefaatle kurtulmanın mümkün olmadığını vurguluyor.
Kıyamet gününde İslam Peygamberi –s– ve diğer şafiler hatakar kullar için şefaat ediyor ve yüce Allah’tan onlar için mağfiret dileğinde bulunuyor. şefaat talebinde bulunmak gerçekte ilahi kata yakın olanların hatakar kul hakkında dua etmeleri ve ilahi kattaki konumlarının hatırı için dualarının kabul görmesi ve böylece günahkar kulun azaptan kurtulmasıdır. Eğer yüce Allah katında makamı ve hatırı bulunan saygın bir şahıstan bizim için yüce Allah katında şefaatte bulunmasını ve Allah tealadan bizim günahlarımızı affetmesini veya bir sorunumuzu çözmesini talep edersek bu, gerçekte bizim hakkımızda dua etmesini talep etmektir. Enbiye ve evliya gibi yüce manevi mevkileri bulunan insanlar hele dursun, hatta sıradan bir din kardeşlerimizden dua talebinde bulunmak bile güzel bir ameldir.
Tarihi kaynaklarda belirtildiği üzere, İslam Peygamberi’nin –s– bazı yakınları o hazret hayattayken veya rihletinin ardından kendisinden şefaat talebinde bulunurdu. Tarihçilerin yazdığına göre, Allah Resulü –s– rihlet edince, Hz. Ali –s– Resulullah efendimizin –s– mutahhar bedenini gusül etmeye başladı ve o sırada şöyle arz etti: annem babam sana feda olsun. Sen temiz ve münezzehsin, hem hayatta hem mematta. Bizi Allah’ın huzurunda yad et.
Sapkın Vahabi tarikatına göre şefaat ancak Allah’a mahsustur ve başka hiç kimse şefaatte bulunamaz. Vahabiler ve bu tarikatla aynı yönde düşünen akımlar Allah’tan başkasının şefaat edebileceğine inanmayı şirk ve tevhid çizgisinden sapma şeklinde yorumluyor. Oysa putlardan şefaat dileyen müşriklerle Allah’ın izni ile şefaatte bulunabilenlerde şefaat talebinde bulunmanın arasında hiç bir benzerlik yoktur. zira putperestler taptıkları putların onların yaşamında etkili olduğuna inanırdı ve onlara tapıyordu ve onları kendileri için şefaat eden bilirdi. Oysa şefaate inanan Müslümanlar tüm her şeyin yüce Allah’ın buyruğu ve iradesi ve hakimiyeti altında olduğuna inanıyor ve başka hiç bir mahluk için böyle bir gücü tanımıyor. Nitekim şefaat talebinde bulunulan insanlara tapmak gibi bir şey de asla söz konusu değildir. Üstelik şunu da bilmek gerekir ki şefaat, yüce Allah iradesinden bağımsız olan bir amel değil ve tam tersine ilahi iradenin doğrultusunda olan bir ameldir. Yine şefaat edenin de yüce Allah karşısında bağımsız bir güç sayılmadığı da kesindir ve ancak Allah tealanın izin verdiği insanlar şefaatte bulunabilir.
Her halükarda şefaat yüce Allah’ın izni ile mümkün olur, fakat kayıtsız şartsız değildir. Yüce Allah katında ancak hak teala nezdinde özel yeri bulunan insanlar günahkar kullar için şefaat ederek af talebinde bulunabilir. Öte yandan tüm ömrünü sapkınlık içinde geçiren ve her türlü fesat ve çirkin ameli işleyenler şefaatten yararlanamayacakları kesindir. Eğer bir insan şefaat şartlarına sahip değilse, velev ki ilahi peygamberlerin en yakınlarından biri olsun, şefaatten yararlanamaz. Nitekim Hz. Nuh’un oğlu ve eşi ve Hz. Lut’un eşi de şefaatten yararlanamadı. Bu konunun bir başka mısdakı Yahudi kavmidir. Yahudiler peygamberlerin soyundan oldukları için her ne kadar suçlu ve günahkar olurlarsa olsunlar, atalarının şefaatinden yararlanabileceklerini zannediyordu, fakat Kur'an'ı Kerim bu görüşü kesinlikle reddediyor. Kur'an'ı Kerim insanların kurtuluşunu ve saadetini iman ve salih amele bağlıyor ve akrabalık bağları bunda asla etkili olamayacağını vurguluyor.
Geçen bölümde de vurgulandığı üzere şimdi de bir kez daha vurgulamak istiyoruz; şefaat sapkın Vahabi tarikatı ve diğer tekfirci akımların dışında tüm İslamî mezhepler ve tarikatlarda benimsenen bir konudur ve çoğu Müslüman alim ve Kur'an'ı Kerim müfessiri İslam Peygamberi –s– ve bazı evliyanın kıyamet gününde şefaatte bulunabilecekleri konusunda hemfikirdir.
Peki ama neden vahabiler ve tekfirciler Kur'an'ı Kerim’in caiz saydığı ve açıkça vurguladığı bu konuyu şirk ilan ediyor ve bu ilkeye inananların canını ve malını mübah sayıyor?