Aralık 12, 2018 23:19 Europe/Istanbul

ugünkü bölümde Tebriz'in önemli kültürel ve tarihi binalarından olan Kebud Camii ve Demir Çağı Müzesini ele almak istiyoruz.

Tebriz, doğal güzelliklere sahip olan bir şehir olarak birçok tarihi, dini ve kültürel esere de ev sahipliği yapmaktadır. Bu şehri yakından ziyaret etmek her turist için kalıcı bir hatıra anlamına gelmektedir. İran sanatı ve zevkinin turistler üzerinde yaptığı etki yüzünden birçok turist tekrar İran'a gelip burayı ziyaret etmek istiyor.

Tebriz'in dini mezhebi mekânlarından sayılıp İslami mimarinin şah eserlerinden olan Kebud Camii de bu şehirde yer almaktadır. Dünyanın dört bir yanından bu tarihi mekânı ziyarete gelmek isteyenler bu mekândaki çini işlemeleri ve rengârenk yapısının güzelliğinden muhakkak duymuşlardır. Bu görkemli cami Hicri Şemsi 1310 yılında 169 numaralı eser olarak İran Milli Eserleri Listesine alınmıştır.

Kebud Camiinin lacivert ve turkuaz renginde olan çinileri ve onların üstündeki sülüs, nestalik, nesih yazıları ve Arabesk ve geometrik desenleri her turistin ilgisini çekmeye yeterlidir. Bu binanın tarihi Hicri Kameri 9'uncu yüzyıla dayanmaktadır. Hicri Kameri 870 yılında, Karakoyunluların en güçlü sultanlarından olan Ebul Muzaffer Cihanşah bin Karayusuf bu camiin kurulmasını emretti.

Geçenlerde, bu bina Muzefferiye adıyla bilinen ve medreseden, camiden, tekkeden, kütüphaneden oluşan bir külliyenin parçasıymış. Maalesef bugün bu külliyenin sadece bir bölümü geriye kalmıştır. Bu bölüm de ciddi bir şekilde hasar görmüştür vaziyettedir. Bu cami yerel Azeri Türkleri tarafından Göy Mescid olarak adlandırılıyor. Diğer isimleri ise Şah Cihan Mescidi, Muzafferiye Mescidi ve İmaretidir.

Bu caminin avlusuna girdiğinizde hemen görkemi ve güzelliği sizi etkileyecektir. Bu caminin yapımında kullanılan tuğla ve çininin yanı sıra kullanılan rengârenk süslemeler herkesi hayretler içerisinde bırakmaktadır. Çini işlemelerinin incelikleri ve çeşitliliği, onlarda kullanılan hatlar ve desenlerin yanı sıra kullanılan renkler özellikle de lacivert rengi buranın İslam'ın Firuzesi lakabını almasına sebep olmuştur. Kebud Camiinin mimarı, bu binayı yaparken bölgenin dağlık iklimini göz önünde tutarak bu şaheseri yaratmıştır öyle ki caminin bütün bölümleri yılın dört mevsiminde de kullanışlı hale gelmiştir.

Kebud Camiinin içerisine girdiğinizde, dışarıyla olan sıcaklık farkı anında anlaşılır. Yazın en sıcak günlerinde bile içerisi serin bir vaziyetteyken manevi ibadet ortamıyla birlikte acayip bir huzur yaratmaktadır. Bu caminin büyük kubbesinin altında durduğunuzda ve yukarıya baktığınızda değişik bir duygu yaşayacaksınız.

Bu cami Hicri Kameri 1193 yılında gerçekleşen büyük deprem sonucunda ciddi hasarlar gördü ve kubbesi de yıkıldı. Bugün ise bu binadan sadece giriş kapısı ve birkaç sütun geriye kalmıştır. Ama bu az sayıda geri kalan şaheserler de bu caminin mimarisinin görkemini göstermeye yeterlidir. Bu caminin restorasyon çalışmaları Hicri Şemsi 1318 yılında başlamış ve 1355'te de sona ermiştir. Asıl kubbe ise Üstad Rıza Mimaran tarafından restore edilmiş ve iç ve dış çini işlemeleri hala devam etmektedir.

Kebud Camii kare şeklinde bir avluya sahiptir. Bu avlunun ortasında bir şadırvan mevcuttur. Tuğladan yapılmış kubbesiyle kare şeklinde olan bu caminin asıl binası avlunun tam karşısında yapılmıştır. Avludaki koridorlara baktığımızda, duvarların üstünde Fetih Suresinden ayetlerin yazıldığını görüyoruz. Kimilerine göre bu ayeti kerimeler Cihanşah'ın zaferleri dolayısıyla oraya yazdırılmıştır. Altın kaplamalı giriş kapısının üstünde bile Cihanşah adı yazılmıştır.

Bu caminin giriş kapısı çinilerin mozaik olarak işlemesiyle süslenmiş ve Hicri Kameti 870 yılına ait rika yazısında yazılmış ve altın kaplamalı bir levhaya sahiptir. Bu levha ve camiin diğer taraflarında bulunan levhaların yazısı Hicri Kameri 9'uncu yüzyılda yaşayan ünlü hattat Nimetullah EL-Bevvab tarafından yazılmış ve yapımı da İzzeddin bin Melik Kapuçi kontrolünde gerçekleşmiştir.

Büyük üstü kapalı avlunun üç tarafında revaklar var. Üstünde ise 17 metre kalınlığında ve iki katmandan oluşan kubbe yer almaktadır. Sultanlara has olan ve özel sayılan küçük üstü kapalı avlu ise binanın güney tarafında yer almıştır. Buranun süpürgelik bölümleri mermer taşlarıyla süslenmiştir. Duvarların mermer taşıyla kaplanmış bölümlerinde sülüs yazısıyla yazılmış Kuran'ı Kerim ayetlerine de yer verilmiştir.

Küçük kapalı avlunun çini işlemeleri sadece lacivert renkli çinilerden oluşup altıgen parçalar halinde yapılmıştır. Bu bölümün bir kısmı sağlam bir şekilde günümüze kadar ulaşmıştır.  Buranın tavanı tamamen yaldız kaplamalıdır. Tabanı ise kimi doğal afetlerden kaynaklanmış hasarlardan dolayı tamamen yıkılmıştır. Kimi uzmanlara göre bu taban daha önce mermer taşıyla döşenmiş vaziyette imiş. Bu caminin mozaik resimlerinin yanı sıra geometrik girih çalışmaları, Arabesk, Hatayi usulünde yapılmış çiçek ve çalı desenleri ve birçok levha ve yazıta sahip olması buranın olağanüstü güzelliğinin göstergesidir. Cihan Şah'ın ve onun yakınlarının kabri ise küçük üstü kapalı avlunun sonunda yer alan bodrumdadır.  

Tebriz üniversitesi profesörlerinden sonra Dr. Sirus Beraderan Şokuhi, Kebud Camiinin görkemi ve güzelliği o kadar fazla ki,  son 600 yıl süresi içerisinde Jean Chardin, Kâtip Çelebi, Jean-Baptiste Tavernier, Jane Dieulafoy, Dr. Fourier, Nadir Mirza, Hugo Grothe vb. birçok büyük seyyah ve gezgin buraya gelmiş ve bu binanın görkemi ve güzelliği karşısında hayretler içerisinde kalmışlardır.

Çağdaş araştırmacı, Profesör Seyyid Cemal Torabi Tabatabai bu tarihi cami ile ilgili görüşü şöyledir: " Çoğu seyahatnamelerde bu binanın yapım süresi 30 yıl olarak açıklanmıştır.  Büyük Kebud Camiinin yapımında birçok mühendis işbirliği yapmıştır. Böylesine görkemli bir binanın ve kubbelerin yapımı için geometriye ve matematiğe hâkim olan mimarlara ihtiyaç vardır. "

Kebud Camii'ni tanıdıktan sonra sizleri Tebriz Demir Çağı Müzesine götürmek istiyoruz. Bu müze İran'ın en tuhaf müzelerinden biridir çünkü bu müzede dört bin yıl öncesine ait olan cesetler ve yanlarındaki mücevherler sergilenmiştir. Yerin sekiz metre kadar altında bulunan bu yarı karanlık mekân, insan iskeletleri ve yanlarındaki değerli eşyalarla doludur. Bu eserlerin tarihi değerinden dolayı bu müze İran'da ve dünyada önemli bir yere sahiptir.

Bu tarihi mekân Hicri Şemsi 1385 yılında İran'ın ilk açık hava müzesi olarak hizmet sunmaya başlamıştır. Bu arkeolojik alanda bulunan çoğu eserler demir çağına aittir. Bu müze, doğal bir müze olup arkeolojik kazıların yapıldığı alanda yer almıştır. Bulunan eserler ise bir değişikliğe uğratılmadan ve el değmeden görücüye çıkarılmıştır.

Tebriz, Demir Çağı Müzesi, Kebud Camiinin Kuzey, Kuzeydoğu ve Kuzeybatı taraflarında yer almaktadır. Bu müzede, demir çağına ait arkeolojik mezarlık ve çömlekler bulunduruluyor. Müze alanının boyu 276 metre ve eni ise ortalama 102 metredir. Bu alanın yüzölçümü 28290 metre kare yani 3 hektara yakındır. Bu tarihi alan Hicri Şemsi 1376 yılında hafriyat çalışmalarının yapıldığı bir sırada bulunmuş ve aynı yılda Milattan bin yıl öncesine ait mezarlığın bulunmasıyla bu alan tarihi bir alan olarak tanınmıştır. Daha sonra bu alanda Demir Çağına ait, insan iskeletleri, gri, kırmızı ve bej renginde olan çömlekler ve metal eşyalar bulunmuştur.

Bu arkeolojik alanda Hicri Şemsi 1377 yılının Şehriver ayında, Milattan bin yıl öncesine ait eşyalar bulunmuştur. Bundan dolayı Doğu Azerbaycan eyaletinin Kültürel Miras Merkezi Kebud Camiinin doğu tarafının 80 metrelik mesafesinde arkeolojik kazıları başlatmıştır ve böylece buranın bir tarihi mezarlık olduğu ortaya çıkmıştır.

Hicri Şemsi 1378 yılında Kebud Camii avlusundaki kazı işlerini yönetmek için bir arkeolojik uzman heyeti gönderildi. Kazıların ilk aşamasında 38 mezar bulundu. Bunlardan birisinin içinde erkek ve kadına ait olan iki ayrı iskelete rastlandı ve bu mezar Azerbaycan Milli Müzesine taşındı. Bu heyetin çalışmalarının bitmesinden sonra, Doğu Azerbaycan Kültürel Miras Merkezi bu alanın haritasını ve bulunan eserlerin listesini hazırladı. Hicri Şemsi 1378 yılının sonlarında bulunan eşyalardan oluşan bir sergi düzenlendi ve daha sonra bu eşyaların çoğu Azerbaycan Müzesine taşındı.

Arkeolojik Kazının diğer aşamaları ise daha sonra Hicri Şemsi 1379 ve 1382 yılları arasında gerçekleşti. Bu kazılardan elde edilen bilgiler ve eşyalara esasen bu alan Demir Çağına aitti. Tonlarca toprağın altında kalan ve Demir Çağına ait olan bu tarihi eserlerin yanı sıra, toprağın üst katmanlarında da İslami devirlere ait tarihi eserler bulunmuştur.

Keşfedilen mezarlarda, insanların ana rahmindeki cenin gibi gömülmüş olmaları dikkat çekicidir. Çocukların mezarı ise daha sade ve gençlerin mezarları da kare şeklinde olup yanlarında iki çömlek kap mevcuttur. Burada bulanın cesetlerin çoğu küçük yaşlarda hayatlarını kaybetmişlerdir.

Çocuklar oyuncaklarıyla ve kadınlar da mücevherleri ve özel eşyalarıyla, erkekler ise savaş aletleriyle defnedilmişlerdir. Bazı iskeletlerin yanında çömlek eşyalar ve besin maddeleri bulunmuştur. Bu kalıntılardan yola çıkarak bu insanların Mitraizm tarikatına bağlı oldukları anlaşılmaktadır. Bu tarikatta, zengin olanlar daha fazla eşya yanlarına alırlar.

Bu mezarlarda gömülen insanlar, ölüm sonrası âlemine ve ölülerin tekrar canlanacağına inanıyorlarmış. Bu inançlarından dolayı da yanlarına eşya ve aletlerine de alıyorlarmış.  İçi besin maddeleriyle dolu olan çömlek kaplar bu gerçeğin bir kanıtıdır.

Tebriz Demir Çağı Müzesi gerçekten de İran'ın en cazip ve en görkemli müzelerinden biridir. Burada tarihi çok eskilere dayanan cesetleri hayretler içerisinde yakından izleyebilirsiniz.