Şubat 01, 2019 12:32 Europe/Istanbul
  • Müslümanların Avrupa’ya göç etmeleri - 2

Avrupa kıtasında Müslüman göçmenlerin arasında en büyük etnik grup Araplardır.

Araplar Avrupa’da yaşayan Müslüman nüfusun yüzde 45 kadarını oluşturuyor. Araplardan sonra Türkler ve Güney Asyalı Müslüman göçmenler yer alıyor.

Fransa ve İngiltere’de ise Afrikalı Müslümanlar ve yine Güney Asyalı Müslümanlar çoğunlukta bulunuyor.

Avrupa’ya göç eden Müslümanlar aslında 20.yüzyılın ortalarından itibaren ve Fransa ve İngiltere’nin Afrika ve Güney Asya bölgelerindeki eski sömürgelerinden yeşil kıtaya göç etmeye başladı. Böylece bu göç süreci Fransa’da Kuzey Afrika kökenli etnik grupların ve İngiltere’de de Güney Asya kökenli etnik grupların çoğunlukta olmasına vesile oldu.

Müslümanların Almanya’ya göçü, konuk işçi adı ile başlatılan bir hareket çerçevesinde başladı ve en çok da Türkiye’den ve soğuk savaş yıllarında yaşanan iktisadi kriz döneminde gerçekleşti.

Müslüman göçmenler Avrupa ülkelerinin ucuz insan gücü ihtiyacını karşılıyordu. Buna göre Müslüman göçmen nüfusun Avrupa’da varlığının kökleri Batı Avrupa’da insan gücü ihtiyacı ve 1950’li ve 1960’lı yıllarda uygulanan göç politikasına dayanır. Bu süreç ikinci dünya savaşından sonra yaklaşık otuz yıl devam etti, zira Batı Avrupa ülkeleri ekonomilerini yeniden inşa edebilmek için genç erkek göçmenlere ihtiyacı vardı.

Aslında o tarihlerde Almanya, Avusturya ve İsviçre gibi ülkeler Müslüman göçmenlere Avrupa’nın ekonomisini ihya edecek insan gücü gözüyle bakıyordu. Ancak o yıllarda bile Müslüman göçmenlerin yaşam koşullarını iyileştirmek için hiç bir ciddi çaba sarfedilmiyordu.

Daha sonraları ve Avrupa’da yaşanan 1970’li yılların iktisadi durgunluk döneminde Müslüman göçmenlere yönelik kısıtlamalar daha da ağırlaştırıldı. Müslüman göçmenlerin Avrupa ekonomisini yeniden ihya etme sürecinde inkar edilemez rollerine rağmen bu kez Müslüman göçmen nüfusun hızla artması, başta sağcı çevreler olmak üzere Avrupa’da bazı siyaset ve medya çevrelerini kaygılandırmaya başladı ve bu yüzden bu çevreler Avrupa’da istikrarsızlık ve düzensizlikten Müslüman göçmenleri sorumlu tutmaya çalıştı.

21. yüzyıla gelindiğinde, Avrupa’ya iş gücü göçünü kontrol altına almak üzere uygulanan bazı sıkı tedbirlere karşın yeşil kıtada göçmen nüfus sayısı Avrupalı yetkililerin beklediklerinden çok daha fazla artmıştı. Bu konunun bir sebebi, ailevi görüşmeler için göçmenlere izin verilmesiydi. 21. Yüzyılın başlarında ailevi görüşmelerin temelinde şekillenen yeni göç süreci Avrupalı toplumlar için siyasi – güvenlik eksenli bir sorun telakki edilmiyordu. Yine gelişmekte olan ülkelerden Avrupa’ya işçi getirmenin serbestliği, Avrupa ülkelerinin iç piyasalarını yeniden inşa etmesine yönelik marjinal bir konu sayılıyordu. O dönemde AB bazı yeni yasalar çıkararak ilk kez üye ülkelerin arasında insan gücü yer değiştirmesi ile gelişmekte olan ülkelerle üye ülkelerin arasında insan gücü yer değiştirmesi arasında bir farklılık belirledi.

21. yüzyılın başlarında Avrupa ülkeleri göç meselesine daha çok sosyal ve iktisadi açılardan bakıyordu. Bu ülkelerin önemli bir amacı, içinde işçilerin özgürce AB üyeleri arasında yer değiştirmelerine imkan sağlayacak üniter bir iş piyasası yaratmaktı.

Ancak 1973 – 1974’te patlak veren petrol krizi, Avrupa kıtasında yeniden yapılanma süreci ve ekonomik altın çağın sonu oldu. Ancak buna karşın Müslüman göçmenlerin Avrupa kıtasına göç süreci devam ederek farklı bir aşamaya geldi. Yeni aşamada, işçilerin aileleri de onlara katılmaya başladı.

1970’li yılların sonlarına doğru Avrupa ülkeleri kapılarını adeta bir sele dönüşen vasıfsız işçi akınına kapatmaya çalıştı, ancak aynı yıllarda Avrupa kıtasına gelen göçmen işçi eşi ve çocuklarının sayısı artmaktaydı. Bu durum bu kez söz konusu işçilerin ve ailelerinin eğitim, inanç ve kültür gibi meselelerinden kaynaklanan kaygıların da eski kaygılara eklenmesine yol açtı. Böylece 1980’li yılların ortalarına gelindiğinde, Avrupa’nın göç meselesine yönelik bakışı değişmeye başladı. Böylece göç meselesi bir yandan Avrupa’da Müslüman göçmenlerin ikinci kuşak nüfusunun artması ve öbür yandan göç ile sığınma meselelerinin birbiriyle düğümlenmesi yüzünden siyasi bir konuya dönüştü.

Öte yandan Avrupa kıtasına illegal göçün artması ile birlikte Avrupalı ülkelerin ortak bir göç siyaseti geliştirmeleri yönündeki ihtiyaç daha da artmaya başladı. Bu bağlamda 1992 yılında onaylanan Mastriht anlaşması göç meselesini AB içinde hükümetlerarası bir konu olarak ilan etti.

1990’lı yılların sonlarına gelindiğinde ve özellikle 11 Eylül 2001 olaylarından sonra göç meselesi yavaş yavaş güvenlik meselesine dönüşmeye ve bazı Avrupa ülkeleri Müslüman göçmenleri uluslararası terörizm, radikalizm ve şiddetle bir tutmaya başladı.

1990’lı yılların sonlarından itibaren Avrupa ülkeleri Müslüman göçmenlerin kültürlerini ve değerlerini değiştirerek onları Avrupa’nın kültürü ve değerlerine uymaya ve Batılı yaşam tarzına alıştırmaya çalıştı. Ancak ne var ki Müslüman göçmenlerin üçüncü kuşağı Avrupalı yöneticilerin istediği gibi Avrupa kimliğine uyum sağlayarak Avrupa kimliği içinde çözülmedi.

Müslüman gençlerin üçüncü kuşağının bulundukları ülkelerde Avrupa kimliği ile bütünleşmemesi, yavaş yavaş bu kesimle ev sahibi ülkenin toplumu arasını açmaya başladı ve böylece Avrupalı toplumlarda Müslüman göçmenlerin sırf Müslüman oldukları için mağdur duruma düşmelerine zemin oluştu.

Öte yandan Avrupa’da yabancı karşıtlığı ve İslam karşıtlığı gibi duygular ev sahibi toplumlarda artan bir şekilde şiddetlenmeye başladı. Başta İsveç, Hollanda ve Danimarka olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde göçmen karşıtı bazı radikal sağcı partilerin güçlenmesi ve Almanya’da Pegida gibi Batı’nın islamileşmesine karşı kurulan bazı göçmen ve İslam karşıtı örgütlerin türemesi, Batı dünyasında İslamofobia, İslam karşıtlığı ve Müslüman karşıtlığı duygularının ne kadar arttığını açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa’da İslamofobia meselesi aynı zamanda bu kıtada göç meselesinin güvenlik boyutu kazanmasına yardımcı olmuştur.

Müslüman göçmenlerin Avrupa kıtasına göç sürecinin şiddetlenmesi aynı zamanda Batı’ya doğru göç sürecinin din ekseninde araştırılmasını da etkilemiştir. Avrupa’da din üzerinde araştırmalar, Müslümanların Avrupa’da varlığı olumsuz etkileri olduğu iddiasını savunan araştırmacıların üzerinde durduğu konuların başında yer alıyor. Amerika’da göçmenler genellikle Hristiyanlardan oluşuyor, ancak Batı Avrupa’ya daha çok Müslümanlar göç ediyor.

Aslında bazı Avrupa ülkeleri açısından onca demokrasi, insan hakları ve özgürlük iddialarına rağmen din ekseninde taleplerin tanınması çok ağır gibi geliyor. Yine bazı Batılı düşünürlere göre Batı Avrupa’da göçmenlerin dini ve inancı bir fırsat değil, tam tersine üniter ve bir bütün Avrupa hedefi yolunda ciddi bir engeldir ve gelecekte Avrupa nüfusunda dengeleri bozacaktır.

Prinstone üniversitesi Ortadoğu etüt hocası Bernard Luis 2004 yılında Almanya’nın De Volt dergisine verdiği mülakatta Müslüman göçmenlerin Batı Avrupa’ya göç süreci devam ettiği takdirde gelecekte Batı Avrupa’nın İslamî olacağını öngörmüştü. Bernard Luis Avrupalı insanların geç evlendiklerini ve az çocuk yaptıklarını veya hiç yapmadıklarını, ancak Müslüman göçmenlerin Avrupa’ya göç süreci çok güçlü olduğunu savundu.

Prinstone üniversitesi Ortadoğu etüt hocası Bernard Luis şöyle devam etti:

Bu süreçte Almanya’da Türkler, Fransa’da Araplar ve İngiltere’de Pakistanlıların nüfusu artacaktır. Mevcut süreçlere göre en geç 21. Yüzyılın sonuna kadar Avrupa’da Müslüman nüfus çoğunlukta olur. Eğer Avrupa İslam ve Arapların varlığına karşı koyamazsa ve eğer Müslümanların Avrupa değerleri ile uyumu yönünde bazı kuralları belirleyemezse, o zaman durumun kontrolü ırkçıların ve faşistlerin eline geçmesi kaçınılmaz olur.

Hali hazırda Müslüman göçmenlere yönelik aşırı güvenlik eğilimi ve Müslümanların Avrupa kimliği ile bütünleşemedikleri veya buna istekli olmadıkları tartışmaları, Batı Avrupa’da göçmenlerle ilgili araştırmaların en önemli gündemlerini oluşturuyor. Bu süreçte bir çok Avrupalı politikacı ve yönetimler iç sorunlarını başkalarının üzerine yıkmaya çalışırken Müslüman göçmenleri bu sorunların esas kaynağı olarak gösteriyor.

Avrupa’da sorunlardan Müslüman göçmenlerin sorumlu tutulması doğal olarak Avrupa toplumlarında İslam ve Müslüman karşıtı ırkçı örgütlerin türemesine yol açıyor. Oysa gerçekte Müslüman göçmenler 1960’lı yıllarda Avrupa’nın yeniden inşa edilmesinde esas rolü üstlenen kesimdir ve İslam karşıtı çevrelerin iddialarına rağmen Avrupa’da istikrara yönelik asla tehdit oluşturmazlar.

Gerçekte Avrupa’da radikalizmi körükleyen şey, Müslüman göçmenlerin konusuna güvenlik boyutu kazandırmak ve yine bazı Avrupa ülkelerinin vahabi ve tekfirci terörün beşiği ve ihracatçısı olan Suudi Arabistan’ı desteklemeleridir.