Temmuz 03, 2019 14:09 Europe/Istanbul

Yönetim etkenleri doğrudan veya dolaylı bir şekilde Orta Asya bölgesinin çevresini ve su kaynaklarına son yüzyılda ciddi bir şekilde etki yapmıştır. Çünkü su kaynaklarının yanlış bir şekilde yönetilmesi, su tüketimini arttırarak, su kaynaklarının kirlenmesi ve bölgenin su rezervlerinin de azalmasına yol açmıştır.

Çarlık dönemi Rusyası ve Sovyetler döneminde geleneksel sulama yöntemleri ile pamuğun ekilmesine özel bir önem verildi. Sovyetler Birliğinin 1917'den beri bölgeye hakimiyeti ile Orta Asya veya daha dakik söylemek gerekirse Maveraünnehir modern sulama ve su kaynaklarının yönetiminin yapıldığı yeni bir evreye ayak bastı. Bu yeni etapta bu bölgedeki su kaynaklarının geleneksel tüketim, dağıtım ve üretim modelleri geniş bir değişiklik yaşadı. Ancak pamuk gibi tarım ürünlerinin ekildiği tarlalarda aşırı su kullanılmasından dolayı bu değişim de su kaynakları alanındaki sorunlara bir çözüm getiremedi.

Sovyetler Birliği lideri Lenin 1918 yılında Su Kaynakları Yönetimi Yasal Bildirisini imzaladı. Bu yasa çerçevesinde Orta Asya'nın su kaynaklarının yönetilmesi için 50 milyon Ruble kadar bir bütçe ayrıldı. İki sene sonra ise Goelro Planı imzalandı. Bu plana göre bölgenin elektrik endüstrisinin geliştirilmesi ve hidroelektrik santrallerinin inşası dikkate alınacaktı.

Elektriğin üretilmesi için sudan yararlanılması fikri bu dönemden itibaren su kaynaklarının yönetim şeklini de değiştirdi.

1924 yılında Komünist Parti Merkez Komitesi Orta Asya'nın etnik gruplara göre milli parçalara bölünmesine dair bir talimat verdi. Orta Asya'nın etnik gruplara göre bölünmesi ise bu bölgedeki su krizini geçmişe göre daha da kritik ve kötü bir duruma soktu. Bu siyaset 1936 yılına kadar devam edip daha sonra karşılaşılacak su ihtilaflarının altyapısını oluşturdu.

Bir doğa felaketi olan Aral gölünün kuruması da Sovyetler Birliğinin yanlış su kaynakları yönetiminden kaynaklanmaktadır. Sovyetler Birliği 1960'lı yıllarında pamuk üretimini arttırmak için Aral gölünün suyunu karşılayan Ceyhun ve Seyhun nehirlerinin rotasını değiştirdi. Bu iki önemli Orta Asya nehrinin rotasının değiştirilmesi için hazırlanan sulama sistemleri ve ağlarının yapımı ise 1940'lardan başlamıştı.

1960'lı yıllarda Aral gölünün su hacmi her sene üç metre kadar gerileyip yavaş yavaş kurumaya başladı. Bu hayati gölün kuruması ile tuzlu bir çöl ortaya çıktı. Bu da bölge halkının tarımsal faaliyetlerini en kötü şekilde etkilemiş oldu. 1960 yıllarına dek dünyanın en büyük dördüncü gölü olan Aral Gölünün yönetilmesindeki acı gerçekler, Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılması ile daha da belirgin hale gelip açık bir şekilde anlaşılmaya başladı.

Sovyetler döneminde tarım arazilerinin daha fazla kullanılması için özellikle de pamuk üretiminin aşırı derecede arttırılması yüzünden birçok sulama projeleri hayata geçirildi. Bu projeler Seyhun nehrinin suyunun taşınması için 1930'lu yıllarda kazılan kanallar ile  başladı ve daha sonra 274 kilometre uzunluğundaki Fergana kanalının inşası ile devam etti.

1957 yılında ise Kırgızistan ve Tacikistan arasında yer alan yüksek rakımlı bölgelerde bir hidroelektrik santrali bir de su depolama göleti inşa edildi. Bu göletin yapılmasından güdülen hedef ise Tacikistan, Kırgızistan ve Özbekistan'da bulunan tarım arazileri için su depolamaktı.

1956 yılında ise Türkmenistan Ceyhun nehrini 412 kilometrelik bir kanal vasıtası ile Murgap nehrine bağladı. 1959 yılının sonlarında ise bu kanal Tecen nehrine kadar uzatıldı ve daha sonra da Türkmenistan başkenti Aşkabat'ın Kuzeybatısına dek 125 kilometre kadar uzanıp Orta Asya bölgesinin boş arazilerini suya  kavuşturdu. Böylece bu bölgedeki tarımsal verimlilik de artmış oldu. Ancak birkaç yıl sonra bu projelerin yıkıcı çevresel etkileri gün yüzüne çıkmaya başladı.

Su kaynaklarının yanlış yönetilmesinin yanı sıra Orta Asya'daki su krizini körükleyen bir başka neden de doğum oranının yüksek olması neticesinde bölgenin nüfusunun artması ile suya ihtiyacın da artmasıdır.   

Nüfusun aşırı derecede artışı ve yanlış yönetilme gibi etkenleri Aral Gölünün kurumasını daha da şiddetlendirmişti. Ayrıca su kaynakları ve kanalizasyonun modernleşmesinin  kırsal bölgelerden şehirlere gelen göç dalgalarına paralel olarak yürütülememesi, kentlerdeki hastaneler ve endüstriyel merkezlerin kanalizasyon ve çöplerinin su kaynakları ve nehirlere dökülmesinin yanı sıra tarım alanında kimyasal ilaçlar ve gübrelerin kullanılması da Orta Asya'daki su krizinin daha da kötü bir hal almasında büyük bir etki yapmıştır.

Aslında bu etkenler bölgedeki doğal buzulların erimesinde de büyük bir paya sahip olmuştur.

Tacikistan Çevresinin Değişmesi Bilimsel Projesinin Danışmanı Profesör Abdulhamid Kayyumov bu konuda şöyle düşünmektedir: " Bölgedeki doğal buzulların erimesi  çevrenin kirlenmesi ile ilişkilidir. Çevrenin kirlenmesi ile uzun zamandır bölgede görülmeyen sıtma gibi hastalıkların da ortaya çıkmasına şahitlik ettik. Çok güçlü kimyasal ilaçların kullanılması ve bu ilaçların toprağa, sağlıklı su kaynaklarına ve içme su kaynaklarına karışması ise Orta Asya bölgesinin yakınlarında yaşayan insanların bile su krizi ile karşı karşıya kalmasına yol açmıştır."

Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından ortaya çıkan ekonomik ve sosyal sorunlar Sovyetler Birliğinden bağımsızlığını elde etmiş ülkelerin su kaynakları alanındaki dengesiz siyasetlerinden dolayı su krizi daha da şiddetli bir hal almış. Petrol ve doğalgaz projelerinin yanı sıra enerji taşıma boru hatlarının çevrenin özellikleri göz önünde bulundurulmadığı halde inşa edilmesi, sayısız baraj projeleri, enerjinin tarım ve şehirlerdeki tüketiminin yetersiz bir şekilde yönetilmesi ve pamuk gibi ürünlerin yetiştirilmesi için aşırı su miktarının kullanılması Orta Asya ülkelerinin su alanındaki sorunlarının kaynaklandığı en önemli sebeplerdir.

Orta Asya bölgesinin yüksek rakımlı dağlarından dolayı Seyhun, Ceyhun, Vahş ve diğer Orta Asya nehirlerinin hızı da yüksektir. Bu yüzden Maveraünnehir'in yukarısında yer alan Kırgızistan ve Tacikistan gibi ülkeler bu hızlı sulardan elektrik üretmek için yararlanıyor. 

Orta Asya ülkelerinin Rusya'ya olan enerji bağlılıklarını azaltmak için hidroelektrik santralleri kurmaları ve baraj inşa etmeleri ayrıca bu yoldan para kazanmaları ve yine de su taşkınlarını önlemeleri programı özellikle de son yıllarda Kırgızistan ve Tacikistan ülkeleri tarafından öncelikli olarak hayata geçirilmiştir. Ancak baraj inşa projeleri Maveraünnehir bölgesinin aşağı ülkeleri olan Özbekistan, Türkmenistan ve Kazakistan'ın aldığı su miktarını ciddi derecede azaltarak bölge ülkeleri arasında ihtilaflara yol açıp yukarı ve aşağı ülkeleri arasında söz dalaşlarına ve sözlü atışmalarına neden olmuştur.

Tacikistan'ın Doğusunda inşa edilen Ragun barajı ve ayrıca Kırgızistan'da inşa edilen Kamber-ata santrali yukarı bölge ülkelerinin baraj ve santral inşa etme projelerinin en bariz örneğidir. Bu gibi projeler farklı dönemlerde gerginliklere neden olmuştur. Bu doğrultuda Özbekistan Tacikistan'ın bu projelerine tepki olarak doğalgaz ihracatında değişiklikler yapmıştır.  

Kırgızistan ve Tacikistan ülkeleri hidroelektrik santralleri sayesinde elektrik ihtiyaçlarını karşılayabiliyor. Bu ise temiz ve az masraflı bir şekilde gerçekleşiyor. Başka bir taraftan ise Tacikistan ve Kırgızistan bu santrallerin sayesinde başka ülkelere de enerji ithal etme imkanına sahiptir.

Böylece yukarı bölge ülkelerinde kurulan santraller ve barajlar aşağı bölgedeki ülkeler için sorun haline gelmiştir. Bu gelişme özellikle bol suya ihtiyacı olan pamuk gibi tarımsal ürünler ile geçimlerinin önemli bir bölümünü sağlayan Özbekistan ve Türkmenistan gibi aşağı bölgede bulunan ülkeler için bilhassa havanın sıcak olduğu yazda faciaya yol açabilecek bir  durumdur.