Temmuz 25, 2019 19:45 Europe/Istanbul

Programımızın ilk bölümünde IŞİD'in düşünsel temellerini ve şekillenme sürecini konu edineceğiz.

Afganistan hükümetinin kontrolünde bulunmayan farklı aşiretlerin varlığı ve de toplumsal koşulların insanları radikal cihatçı, tekfirci vahabi düşüncelere sahip olan Taliban ve EL Kaide gibi terör örgütlerine kolayca kaydırması gibi özelliklerinden dolayı Afganistan IŞİD gibi tekfirci terör örgütlerinin de büyümesi için uygun bir zemin yaratmıştır. Son otuz yılda Afganistan'daki vekalet savaşlarının aratması ile birçok tekfirci terör örgütü Suudi Arabistan, Amerika ve Siyonist Rejim'in casusluk teşkilatlarının stratejik aracı olarak kullanılmaya başlamıştır. Bu terör gruplarından biri de IŞİD örgütüdür.

IŞİD terör örgütü sözde hilafetinin merkezinin Şam ve Irak bölgesi olduğunu söylese de ancak bu bölgelerdeki hilafetinin dağılıp çökmesi ve Amerika'nın yönlendirmeleri ile bu iddia edilen hilafeti Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Batı Asya bölgesinin diğer bölgeleri ve ülkelerinde kurmak istiyor.

IŞİD örgütü tekfirci bir grup olarak düşüncelerini Vahabiyet'ten almıştır. Bu tekfirci terör örgütünün en önemli aracı ise radikal şiddettir. IŞİD düşünce tarzında IŞİD'in İslam'a olan bakışından farklı olan her düşünce tarzı kafir ve irtidada dayalı bir düşüncedir.

İngiltere Dış Güvenlik Servisi-MI-6'nın eski ajanlarından Alstar Crooke bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "IŞİD derin bir şekilde Vahabi bir grup sayılır. Bu örgüt Vahabiyet'in ilk düşüncelerinden daha radikal olan, Suudi Arabistan'daki Vahabiyet'ten kaynaklanan bir örgüttür."

Vahabiyet son yıllarda tekfirci terör örgütlerinin kurulması ve yayılmasında büyük ve önemli bir rol oynamıştır. Bu düşüncenin asıl teorisyeni ise İngiltere sömürgeci sistemine hayran piyon olan Muhammed bin Abdül Vahab'dır. O, Seleficilik ve tevhidin yeniden ihya edilmesi iddiası ile İbni Teymiye'nin tekfirci düşüncelerini yaymaya başladı.

İbni Teymiye bazı Sünni ve Şia inançlarına karşı çıkan biridir. İbni Teymiye fıkıhta Hanbeli mezhebindendir. Ancak İnbni Teymiye Yahudilerin asla yalan ve saptırma ehli olmadığını iddia ederek onlara itibar verdi. O, bu iddiasını sözde ispatlamak için Yahudilerin Allah Resulü tarafından inkar edilmediğini öne sürdü. İşte Vahabiyet de günümüzde aynı safsata ürünü düşünceler doğrultusunda hareket ederek Siyonizmi onaylamaktadır. Amerika'lı muhabir ve yazar Steven Cole bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "Abdül Vahab Mekke'ye gelen Müslümanları bile küçük düşürerek İslam Peygamberi'nin tanıttığı İslami adap yerine Arap cahiliye dönemi ve kabile geleneklerini beğendiğini gösteren davranışlarda bulunuyordu."

1795 yılında Vahabiyet Suud bin Abdülaziz komutanlığında ilk olarak Kerbela'yı kuşatıp şehre girip şehir ahalisi ve İmam Hüseyin türbesi ziyaretçilerini feci bir şekilde katlettiler. Vahabiler bu saldırıda insanların mallarını yağmalayıp İmam Hüseyin as türbesine de büyük zararlar verdi. Vahabiler, savaş, kan dökme ve yağmalama yöntemine baş vurarak Taif, Mekke, Cidde, Medine ve Hicaz topraklarının başka bölgelerini de ele geçirdiler. Al-i Suud Rejiminin nasıl oluşması ve Hicaz bölgesinin birden bire bir kavmin ismi olan Suudi diye ad değiştirmesi Vahabiyetin köklerine indiğinde cevabını bulacağımız bir sorudur. Aslında Vahabiyet Müslümanların arasında yeni ve sönmeyen ihtilaflar yaratmak, "tefrika yarat ve hükümet et" siyasetine dayanarak İngiltere tarafından oluşturuldu.

Britanya imparatorluğunun Fars Körfezi bölgesindeki ünlü ajanı ve tam yetkili temsilcisi Sir. Percy Cox 1904 ila 1919 yılları arasında Suudi Arabistan rejiminin kurulmasında temel rol oynadı. Cox Kral Abdül Aziz'in eğitilmesinde önemli bir rol oynayarak Suudi Arabistan'ın siyasi olarak parçalara ayrılmasında da büyük görevler üstlendi.

Abdül Aziz bin Abdürrahman Al-i Suud Hicaz'ın dönem yöneticisi, Sir Cox ise Britanya'nın Fars Bölgesindeki tam yetkili temsilcisi olarak 26 Aralık 1915'te 7 maddelik bir anlaşma imzaladılar. Bu anlaşmaya göre Britanya, Suudi Arabistan'ı tanıyıp tüm savaşlarda Al-i Suud'u desteklemeyi taahhüt etti. O zamandan beri Suud Rejimi bölgede özellikle de Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerde tekfirci terör örgütlerinin asıl hamisi olmuştur.

Sovyetlerin 70'li yılların sonlarında Afganistan'a saldırması sonucu Vahabilerin Cihat ve İslami bir ülkeyi savunma bahaneleri ile Afganistan'a gitmesi için fırsat yarandı. Bu doğrultuda Amerika istihbarat ve casusluk teşkilatları Suudi Arabistan ve Siyonist Rejim yardımı ile sözde cihatçı Vahabileri başka ülkelerden Afganistan'a taşıdı. Böylece Vahabi düşünceleri ve de kimi bölgesel ve Batı ülkelerinin yönlendirmeleri ile radikal selefi Vahabilerin çoğu Afganistan'a sevk edildi. Bu Vahabiler Sovyetlerin işgalciliği ile savaşmaya başladı. İşte bu süreçte El Kaide örgütü Suudi Arabistanlı Usama bin Ladin tarafından kurulup hızla yayılmaya ve güçlenmeye başladı.

Afganistan karmaşasında kurulan El Kaide de radikal ve Vahabi düşüncelere sahip olan bir örgüttür. Bu gruba üye olanlar da düşünceleri itibarı ile İbni Teymiye ve Muhammed bin Abdül Vahab'a bağlıdır. Bu örgüt, cihat kavramını saptırarak farklı ülkelerde şiddet ve terör eylemlerinde bulunmaktadır. El Kaide üyelerinin büyük bir bölümü Batı Asya bölgesinden özellikle de Suudi Arabistan'dandır.

Amerika'nın terörizm ile mücadele iddiası ile 2001 yılında Afganistan'a saldırmasının ardından ise Afganistan'daki Taliban yönetimi devrildi. Böylece El Kaide ve güçlerinin bir bölümü Afganistan'da gizli olarak faaliyetlerini yürütmeye başladı. Böyle bir ortamda El Kaide artık Amerika için işlevsiz bir piyon haline geldi. Böylece El Kaide'nin misyonunu daha geniş  çaplı bir şekilde devam ettirmek için yeni bir grubun kurulması Amerika tarafından hedeflendi.

Amerika'nın 2003 yılında Irak'a saldırıp ülkeyi işgal ettiği dönemde ise büyük bir kaos ve istikrarsızlık yaratıldı. Böyle bir ortamda Amerika ve İngiltere güvenlik servislerinin yönlendirilmeleri ile tekfirci terör örgütleri Irak'ın karmaşık durumundan yararlanarak terör eylemlerini arttırdı. Irak'taki tekfirci hareket ilk olarak Ebu Mus'ab Zerkavi ve onun grubu çevresinde oluştu. Ebu Musab Zerkavi ilk olarak Cemaet-üt Tevhid grubunu kurdu. Aralık 2004 yılında ise Bin Ladin Ebu Mus'ab Zerkavi'yi El Kaide'nin Irak'taki temsilcisi olarak tanıttı. Onlar Irak'ta terör eylemlerinde bulup binlerce Iraklı insanı özellikle de Şiileri sokaklarda, çarşı pazarlarda ve kamu alanlarında katlettiler.

Zarkavi'nin 2006 yılında öldürülmesi ile Mücahitler Meclisi Şurası yayımladığı bildiri ile sözde Irak İslami Devleti'nin Abu Ömer El Bağdadi elebaşılığındaki kuruluşunu bildirdiler. Mevcut belgeler ve kanıtlara göre devrik Saddam Rejiminin kimi Baasçı güçleri de söz konusu teröristler ile yakından işbirliği içerisinde olmuştur. Bu terör örgütü Irak'ın farklı noktalarında birçok terör eylemi gerçekleştirdi. Ebu Ömer El Bağdadi'nin de Nisan 2010'da öldürülmesinin ardından Ebu Bekir El Bağdadi sözde Irak İslami Devleti başına geçti.

Nisan 2013 yılında ise IŞİD adı ile bilinen Irak ve Şam İslam Devleti tekfirci terör örgütü kurulmuş oldu. IŞİD El Kaide'nin içinden doğmasına rağmen ancak taktikleri ve yöntemleri açısından El Kaide'den farkı bir terör grubu olduğunu göstermiş oldu. IŞİD yeni bölgeleri ele geçirip yayılmak istiyordu. Tabii bu hedefine Suriye ve Irak'ta ulaştı. Ancak direniş cephesi karşısında yenilgiye uğrayıp daha sonra da Amerika'nın yeşil ışığı ile daha ciddi bir şekilde Afganistan'da faaliyet gösterme ve orada kök salmayı planladı. IŞİD tekfirci terör örgütünün şekillenmesinin nedenleri ve etkenleri hususundaki en güçlü senaryo ise Amerika, Suudi Arabistan ve Siyonist Rejim üçgeninin Vahabiyet aracılığı ile bu örgütü kurmasıdır.

Amerika Prinston Üniversitesi Yakın Doğu Araştırmacısı Profesör Bernard Heikel bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: "IŞİD, ehlileştirilememiş Vahabiyet türüdür. Vahabiyet IŞİD'in en yakın akrabası ve türdeşidir. Şiddet bunların ideolojisinin bir parçasıdır. "