Sanatkarlar Açısından Göç
Bu bölümde İran film yapımcılarının göç meselesine nasıl baktıklarını ve konu hakkında yaptıkları filmleri konu edineceğiz.
Göç kelimesi artık günlük hayatımızda sık rastladığımız bir sözcük haline gelmiştir. Öyle ki günlük konuşmalarımızda, haber bültenlerinde muhakkak yer alan bir sözcüktür. Ancak gerçekte çoğumuz haberlerde, konuşmalarımızda duyduğumuz kadar yani kısıtlı bir oranda göç ile ilgili bilgiye sahibiz. Şimdiye kadar göç olayının tüm boyutlarını içeren kapsamlı bir perspektiften bakma şansını bulamamışızdır.
Sanat ve edebiyat ise toplumsal olayların tanınmasında önemli kategorilerden sayılır. Yedinci sanat yani sinema ise kuşkusuz araştırmalar ve hatta sıradan insanlar için toplumsal bir olayı veya sosyal ilişkiler ve sorunları ele alabileceklerine yardımcı olabilecek en iyi araçlardan biridir.
Bulunduğumuz dönemde dünyanın bir çok bölgesinde farklı farklı savaşlara şahitlik ettik ve etmekteyiz. Bunların bir kaçı Suriye, Irak, Afganistan vb. ülkelerde yaşandı. Bu savaşların sonucu ise yıkım, çocuklar ve kadınların katliamı, milli servetlerin yok olması, ana toprakların boşalması ve insanların göçe zorlanmasından başka bir şey değildi. Bu yüzden zaten bu coğrafyada yaşanan bu savaşlara İranlı film yapımcıları ve yönetmenlerinin tepki göstermesinden doğal bir şey yoktur. Bu doğrultuda İranlı yönetmenler ve yapımcılar da komşu ülkelerin insanlarının göçe zorlanmaları ile ilgili filmler yapmışlardır.
İranlı sinemacılar ilk etapta İran'da yaşayan en büyük göçmen kitlesi sayılan Afganların hayatı ve sorunları ile ilgili filmler yapmışlardır. Afganlar yıllardır iç çatışmalar ve savaştan kaçarak daha iyi bir yaşam, aydın ve refahlı bir gelecek için mecburen kendi coğrafyalarını terk etmek zorunda kalmışlardır. İran ve Afganistan'ın iki bağımsız ülke olarak ilişkilerinin tarihi 1857 yılına dayanmaktadır. O zaman Hindistan'ı da elinde bulunduran Britanya, İran Gacar hanedanına Paris anlaşmasını dayatarak Afganistan'ı İran'dan koparıp burayı bir ülke olarak tanıdı. O tarihin üzerinden 160 yıl geçmektedir. Ancak tüm yıllarda sınırın iki tarafındaki insanların tarihi, kültürel ve toplumsal bağları hiçbir zaman kesilmemiştir.
Irak Baas Rejimi'nin İran'a dayattığı savaşın başlamasının ardından yani İslam İnkılabı sinemasının ilk yıllarında Afganistan toprakları Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi. Bu işgal sürecindeki savaş Afganları İran'a doğru göçe zorladı. İran İslam Cumhuriyeti dayatılan savaşa rağmen bu göçmenleri kabul etti. İran İstatistik Kurumu tarafından yayımlanan nüfus ve mesken raporuna göre İran nüfusunun yüzde 2'isine denk gelen yaklaşık 1 milyon 600 bin kişi Afgan'lardan oluşmaktadır. Tahminlere göre ise yasa dışı göçmenlerin de eklenmesi ile bu rakam 3 milyonu aşmaktadır.
İran sinemasının Afganistan halkından sergilediği görüntü ise daha çok göçmenler ve onların göç hayatındaki sorunları ile alakalı olmuştur. Bu alanda imkansız evlenmeler ve ana topraklarından kaçma ve özlem ve gurbet duyguları ele alınmıştır.
Afgan göçmenler ile ilgili İran sinemasındaki ilk film ise 1988 yılında yapılmış Bisikletçi filmidir. Bu film Pakistan'daki Afgan bir mültecinin hasta eşinin masraflarını karşılaması için çaba gösterip çalışması ile ilgilidir. Bu filmin iyi karşılanması başka yönetmenler ve film yapımcılarını da aynı konuya yöneltti.
Çoğu Afgan mülteci çocukluk veya gençlik çağından İran'a doğru yola çıkıp vatanını terk etmek zorunda kalmıştır. Bu kişiler İran'da aşık olup hayatlarını burada sürdürmüş hatta kimi zamanlar yasa dışı ikametlerinden dolayı bu evlenmeleri noterler veya resmi belgelerle belgelenmemiştir. İranlı ve Afganlılar arasında yaşanan aşk hikayelerinin İran sinemasındaki örnekleri boldur. Daha önce İran sinemasının ünlü yönetmeni Mecid Mecidî " Göklerin Çocukları" ve "Allah'ın Rengi" filmleri ile bölgede ve dünyada tanınmıştır. Mecid Mecidi, " Yağmur" adlı filminde bir inşaat işçisinin göçmen Afgan bir kıza aşık olmasını konu edinmiş ve evrensel bir konu olan aşk meselesini göçün sorunları meselesine bağlayabilmiştir. Böylece görmeye değer bir eser ekranlara taşınmıştı. Mecidi "Yağmur" filminde Afganların en yaygın şekilde yer aldığı inşaat işçiliğini gözler önüne sererek onlarla sinerji hissini paylaşıcı açıdan görüntüler sunmayı başardı."
Ancak bu Afgan göçmenler ile ilgili olan tek aşk filmi değildir. Afgan uyruklu ve İran uyruklu ikilinin aşık hikayesi bir kez daha Hüseyin Yektapenah yapımı Cuma filminde de ekrana getirildi. Bu film, Cuma adlı bir Afgan gencin İranlı bir kıza aşık olup onunla evlenmek istemesi ile ilgilidir. Ancak bu evlenme sürecinde İranlı kızın ailesi karşı çıkıyor.
Bu tarzdaki başka bir film de Şalize Arefpur yönetmenliğindeki "Hayran" filmidir. Bu filmde Mâhi adlı İranlı bir kız Afganistanlı bir erkeğe aşık olur. Bu film de aşk kılıfında göçmenlerin sorunlarının anlatılmaya çalışıldığı bir filmdir. Buna ilaveten Muhammed Hüseyin Latifi yönetmenliğindeki " Leyli'nin Mecnunu" filminde de Afgan bir kadının İranlı işverenine aşkı konu edinmiştir.
Amerika'nın Afganistan'a terörizm ile mücadele bahanesi ile saldırısının ardından ise İranlı film yapımcılarının dikkati de bu yöne çevrildi. Amerika'nın Afganistan müdahalesinin başlarında yapılan Muhammed Reza Arab yönetmenliğindeki " Yer yüzündeki Son Melek" adlı filminde ise bu işgalciliğin geleceği ile tahminler konu edilmiştir. Bu film 2006 yılında yapılıp İran'da görülmekten ziyade uluslararası festivallerde yaklaşık olarak 50 uluslararası festivalde ekrana getirildi.
Soheyl Selimi yönetmenliğindeki "Kasap Melekler"de ise Afganistan'ın Amerika tarafından işgalinin sonuçları ve Batılı insan kaçakçılarının organ kaçakçılığı konu edildi.
Bir başka taraftan ise kimi İranlı yönetmenler de Afganistan tarihini ele almaya çalıştılar. 2010 yılında Vahid Musaiyan Afganistan çağdaş tarihi konulu olan " Gülçehre" filmini yönetti. Gülçehre filminin konusu Kabil'in eski sinemacılarından Eşref Han'ın Necibullah'ın Komünist Hükümetinin devrilip Mücahitlerin işbaşına gelmesi ile Gülçehre adlı sinema salonunu restore etmesi ile ilgilidir. Bu sırada Afganların bağnaz liderlerinden Abdülkadir sinemanın fesat noktası olduğunu öne sürerek kimseye sinema çalıştırma ve işletme izni vermiyor.
Sonunda İranlı bir sinema aparatı ustasının yardımı ile Gülçehre sinema salonu tamir edilir. Ancak tam hizmete sunulacağı gün bir bombanın infilak ettirilmesi sonucunda her şey yerle bir olur….
Bunun ardından Taliban isyancıları da bu sinema salonunun yapımında katkıda bulunan herkesi ağır bir şekilde cezalandıracaklarını belirtiyorlar. Yıllar sonra isyancılar ve onların liderleri arasında yer alan Abdülkadir'in de kaçması ile Dr. Ruhsare, Guderz ve Salar Afganistan milli film merkezinde bir araya gelip yıkılan sinema salonunda gizledikleri filmlere nasıl erişmeyi düşünmeye başlarlar.
Son yıllarda Afganistan ve İran ile ilgili olan ancak Afgan göçmenler ile pek alakalı olmayan en önemli filmlerden biri de Mezar Şerif filmidir. Abdülhüseyin Berzide yapımı Mezar Şerif filmi 2014 ürünüdür. Bu filim İran'da İslam İnkılabı zaferinin ardından yaşanan en acı diplomatik olaylardan birini içermektedir. Taliban'ın 1998 yılında İran'ın Afganistan'ın Mezar Şerif şehrindeki konsolosluğuna saldırıp diplomatları katliam etmesi bu olayda hayatta kalan tek tanığın gözü ile anlatılmaktadır.
Bu meselenin en hassas noktalarından biri de diplomatların kritik bir dönemde neden Mezar Şerif'i terk etmeyip orada kalmasıdır. Bu filmde bu noktaya tarafsız ve objektif bir şekilde yaklaşılmaya çalışılıyor. Bu film İran tarihinin bir yaprağı olmasının yanı sıra hala devam eden ve hiçbir zaman bitmeyen bir olayın da anlatıcısıdır. Mezar Şerif filmi aslında dindar kesimi sömüren ve kötüye kullanan kişileri de sahnelendirmektedir. Öyle insanlar ki bugün bile radikal görünüşleri ile IŞİD gibi terör örgütleri kılığında tekrar ortaya çıkmışlardır. Mezar Şerif filmi sadece tarihi ve siyasi bir film sayılmıyor. Bu film Afganistan toplumundan da kareleri sunmaya çalışıyor. Savaşzede Afgan kadının karakteri ve onun cesareti İranlı birinin kurtulmasına yol açıp ateşkese sebebiyet vermesi bu filmin doruk noktalarından sayılır.
Genel olarak İranlı film yapımcıları ve yönetmenlerinin Afgan göçmenler ve Afganistan meselesine farklı açılardan yaklaştıklarını söylemek mümkün. Bu eserlerde insanların duyguları ve durumları en çok dikkate alınmıştır. Kimi zamanlar o kadar bu noktalara yer ayrılmış ki filmin Afganlar ve göçmenler ile ilgili olduğunu unutuyoruz. Bu filmlerin bazılarında insanların duygularının ve hayat hikayelerinin benzerliği çekici bir ortam yaratıp muhatabı kendine çekmektedir. Tabii sanat eserlerinde özellikle de sinemada göç meselesini bir iki cümlede özetlemek mümkün değildir. Ancak sanattaki göç meselesi insanların hayatlarına, arzularına, korkularına ilgi duymak için bir bahane haline gelebilir.