Ekim 01, 2019 21:49 Europe/Istanbul

Sohbetimizin devamında göçün sanatta özellikle de sinemadaki konumunu gözden geçirmeye çalışacağız.

Muhtemelen siz de internette dolaşırken göç kelimesi ile karşılaşıp hatta bu konuda arama bile yapmışsınız. Bu arama sonucunda sizlere göç ve ikamet için en rahat ve en mükemmel  noktaları tanıtabileceklerini ve sizi en sorunsuz ve en zorluksuz şekilde oraya göçürebileceklerini iddia eden birçok yazı ile karşılaşırsınız.

Acaba şimdiye dek göç etmeyi düşündünüz mi hiç? Göç ile ilgili neler düşünüyorsunuz? Acaba bu düşündükleriniz çevrenizdeki gerçeklere mi yoksa başkalarından duyduklarınız veya medyanın bilgilendirmelerine mi dayalı?

Hükümetler ve resmi kaynakların bilişim ve iletişim alanlarındaki gelişmeleri ve bilgilendirmeleri devrimizde göç konusunun aydınlatılmasına neden olsa da ancak resmi sistemler bile bu konu ile ilgili tüm gerçekleri anlatamıyorlar. Çoğu toplumsal araştırmalar da sosyal bir olayın tanınması için sadece istatistiklere, yazılara, tarihi ve kişisel bilgilere güvenilemeyeceğini bunun yanı sıra sanat eserlerine da önem verilmesi gerektiğini göstermektedir. Sanat eserleri çoğu tarihi dönemlerde, bir toplumun koşullarının ürünü ve bu durumun anlatıcı olarak toplumsal olayların değerlendirilmesinde büyük bir öneme sahiptir.

Yedinci sanat yani sinema sanatındaki göç konusu göçmenlerin dünyanın farklı noktalarındaki durumu ve göç sebeplerinin analizinde en önemli araştırma konularından biri olarak dikkat çekici konulardan biridir. Neredeyse Sinemanın icat edildiği ilk yıllardan itibaren sinemacılar bu konuya ilgi duymuş ve göç ile göçmenler hakkında filmler çekmiştir. Geçen programda bu filmlerin bazılarına değinmiştik. Bugünkü bölümde ise sinemada göç konusunu ele alan başka eserleri ele almak istiyoruz.

Amerikan siyasetçileri ve ülke halkı kendilerini " Göçmen Millet" diye isimlendirirler. Öyle bir topluluk ki her ailenin ecdadı özgürlük veya daha iyi yaşamak için Amerika'ya göç etmiştir. Buna rağmen Amerikan göçmenlerinin mirasının gerçeği şehir efsanesinden daha karmaşık olmasına rağmen ancak bu ülkenin tarihinde temel bir gerçek sayılmaktadır. Amerika'nın mevcut durumunun da geçmişte kimlerin bu ülkeye girmesine müsaade edilip kimlerin müsaade edilmediğini bilmeden anlamak mümkün değil.

Daha ilgi çekici nokta ise Hollywood'un oluşturulması köklerinin de göç tarihinden güç almasıdır. Yoksul ve zorluklarla savaşan ailelerde Almanya, Polonya, Macaristan ve Rusya gibi ülkelerdeki şehirlerin varoşlarında yaşayan çocuklar 19'uncu yüzyılın sonlarında geçimlerini sağlamak ve daha fazla gelir etmek amacı ile Doğu Avrupa'dan Amerika Birleşik Devletlerine göç etmişlerdir.

Amerika ilk başlarda Yahudileri iyi karşılamadı. Ancak onlar istedikleri meslekleri seçip istedikleri yerlerde çalışmaya başladılar. Yahudiler Amerika'ya geldiklerinde daha çok New York ve Chicago'daki getto yani kenar mahallelerinde yaşamaya başladılar. Öyle yerler ki orman kanunu hüküm sürdüğü  acımasızlık ve şiddetle yanıp kavrulan mahallelerdi. Böyle zor koşullar altında yaşayan Amerikan Yahudileri yavaş yavaş para kazanmanın zorluklarına katlanıp bu yolda ustalaştılar.

Göçmenlerin her biri farklı mesleklerde çalışıyordu. Kimileri çıraklık, kimileri satıcılık, kimileri dekoratörlük, kimileri hurdacılık ve kimileri de post ve kürkçülük yapıyordu. O dönemde bu mesleklerin toplumsal bir konumu yoktu. Ancak bu yoldan iyi paralar elde edilebiliyordu.

Bu göçmenler sürekli mesleklerini değiştiriyorlardı. Ancak sonunda kader veya gizli eller onları yeni kurulan sinema sanatına ve sinema salonu yönetmeye  sevk etti. O dönemde gösterim salonlarının çoğu suç oranının yüksek olduğu fakir varoş mahallelerinde yer alıyordu. Bu koşullardan dolayı refah düzeyi yüksek zengin aileler sinema yerine tiyatroyu tercih ediyorlardı.

O dönemlerde sinema salonlarının göçmen Yahudiler tarafından yönetilmesi onlar için mükemmel bir fırsat yarattı. Onlar eski mesleklerinden elde ettikleri deneyimlerinden yola çıkarak insanları sinema salonlarına getirtmek için her girişime başvurdular. Salonları boyayıp süslemek, ışıklandırmalı ve müzikli performanslar düzenlemek ve ünlü tiyatro oyuncularının sinema salonlarında piyesleri sahnelendirmeleri seyircilerin sayısını arttıran bu girişimlerden bir kaçı idi. Böylece sinema salonlarının gelirleri artıp Yahudilerin bu arenada daha fazla faaliyet göstermesine neden oldu.

Göçmen Yahudiler sinema salonları ve film üretiminde faaliyetlerinin ardından film dağıtımı arenasına da ayak bastılar.

Bunun ardından sinemadaki Yahudiler yargı sisteminin baskıları sonucunda yeni bir göç başlatıp Amerika'nın Doğu sahillerinden Batı sahili yani California eyaletine göçtüler. Öyle bir bölge ki dört mevsimlik iklimi ile film üretimi ve film çekmek için mükemmel sayılırdı. Göçmen Yahudiler bu bölgeye geldiklerinde çok sayıda büyük stüdyolar kurdurdular. Bu stüdyoların bir araya gelmesi ile bugünkü Hollywood'u meydana getirdiler.

Geçen bölümde göç ile ilgili film yapanlardan birinin de Charlie Chaplin olduğunu söyledik. Charlie Chaplin bazı eserlerinde göç meselesini ele alan ve Amerika toplumuna eleştirel bir bakış açısından bakan bir göçmendi. Onun yanı sıra göç meselesine özenle yaklaşan bir başka göçmen film yapımcısı da Elia Kazan'dır. Elia Kazan Amerika'nın 20'inci yüzyıl ortasındaki önemli kültürel kişiliklerinden sayılır. O kimilerine göre yeni dünyanın 20'ıncı yüzyıldaki en başarılı kimilerine göre de en kötü şöhretli ismidir. Elia Kazan 1909 yılında İstanbul'da doğup 1913 yılında New York'a göç eden bir isimdir. Kazan 1940'lı yıllarda birkaç önemli eseri ile oyuncuları ve aktörleri filmlerinde kullanma maharetini gözler önüne serdi. Kazan bu dönemde başarılı ve ün kazanan filmleri ile adını kalıcılaştırdı.

Elia Kazan 1963 yılında amcasının ve kendisinin Anadolu'dan Amerika'ya göç hikayesine dayanarak tanınmayan oyuncular ile "Amerika, Amerika" filmini yaptı. Bu film Kazan'ın başka eserleri ile temelden farklıdır. Bu film New York'un Ellis adasına varan geminin güvertesinde oturan göçmenlerin durumunu en iyi şekilde canlandıran filmlerdendir.

Elia Kazan bu eserin başka bir bölümünde ise Amerika toplumunun başka gerçeklerini de ifşa ediyor. Elia Kazan'ın "Amerika, Amerika" adlı kitabı yazıp ona dayanarak film yapması takdire şayan bir girişimdir. O bu filmleri ile Amerikan hayat tarzına ciddi eleştiriler yapmaya gayret etti. Bu filmin baş rolündeki karakter Amerika'da yaşamaktan deneyimler elde eden ve de geldiği ana topraklarını yeniden tanıyan bir gençtir.

Amerika'ya karşın Avrupa İkinci Dünya Savaşının ardından ekonomik imar için kapıları göçmenlere açıp en çok göçmen kabul eden kıtaya dönüştü. Ancak son otuz yılda Avrupa, Afrika, Asya ve Balkanlar'dan aldığı büyük göç dalgalarından dolayı sosyo ekonomik etkileri az ancak siyasi, ekonomik ve güvenlik yanı ağır basan sıkı politikalar uygulamaya başladı. Böylece Avrupa liberalizmden uzaklaşarak ekonomik-güvenlikçi yaklaşıma dayanan kapalı bir düzene yöneldi.

Yeşil kıtanın ekonomik gelişmesi ve büyümesinin yanı sıra gelişmekte olan ülkelerdeki geri kalmışlık, işsizlik ve güvensizlik krizinden dolayı Avrupa'ya yapılan kontrolsüz göçler Avrupa Birliğinin beklemediği düzeyde oldu. Göçmenlerinin Avrupa'daki nüfuzunun artması bu kıtada göçmen odaklarının oluşmasına ve hüviyet sorunlarının yaşanmasına yol açıp aynı zamanda ekonomik krizlerin oluşması ile kamu bütçesinin azalmasına ve genel mumnuniyetsizliğine neden oldu. Böylece Avrupalılar da göçlere sınırlandırmalar getirmek zorunda kaldılar.

Avrupa ayrıca 11 Eylül olayından yararlanarak göç meselesini terörizm ile ilişkilendirip bu meseleyi güvenlik ve kriminal bir sorun haline getirerek göçmenleri güvenlik sorunu addedip göçlere yasal kısıtlamalar getirdi. Bu kısıtlamalar iş piyasasının ihtiyacını karşılamak için en iyilerin seçilmesi ve istenmeyen göçlerin uzaklaştırılıp Avrupa kalesinin istenmeyen göçmenler karşısında savunulmasına dayalı idi. Avrupa Birliğinin göçmenler meselesine kalıcı bir çözüm yolu bulmasındaki çaresizliği bu meseleyi birliğe üye bazı ülkelerin geçici siyasetlerine alet etmiştir. Bu da göç krizinin günden güne daha vahim hal almasına sebebiyet vermiştir.

Son onyıllarda Avrupa'ya göç meselesi, haberlerin büyük bir bölümünü oluşturmuş ve birkaç sinema filminin yapılmasına yol açmıştır. Örneğin İtalyalı yapımcı Jonas Carpignano'nun 2015 yapımı Akdeniz filmi Afrikalıların İtalya'ya göçünün üzücü dram hikayesini anlatmaktadır. Film, kendisi ve kızının hayatının sürdürülmesi için hiçbir imkana sahip olmayan Ayiva adlı bir babanın hikayesini anlatıyor. Ayiva arkadaşı Abbas ile beraber hayal ettikleri hayata varmak için Afrika çölünü ve Akdeniz çölünü geçmek için büyük tehlikeleri göze alıp birçok zorluğa katlanır ancak İtalya'ya vardıklarında gerçeklerin hayallerinden yerden göğe kadar farklı olduğunu anlayarak hayal kırıklığına uğrar.

Filmin baş rolünde yer alıp Ayiva karakterini sahnelendiren Koudous Seihon Burkinafaso'lu bir göçmendir. Onun bu filmdeki etkili performansı hikayeyi en iyi şekilde anlatır. Sanki el kamerası ile çekilmiş gibi duran film görüntüleri göçmenleri o kadar da iyi karşılamayan ülkelerde, göçmenlerin kafa karışıklığını göz önüne seriyor.

Bu filmde, yönetmen karakterlerin akıllarından neler geçtiğini gösterip bir yandan da onların yeni vardıkları toplumdaki günlük gerçeklerini sergileyeme çalışır. Aslında Akdeniz filmi sadece daha iyi yaşamak ve insan gibi bir hayat sürdürmek arayışında olan insanların hayatını dürüst bir şekilde anlatır. Öyle bir arayış ki Avrupa'ya göç etmekle bile sonuçsuz kalır.