Nisan 19, 2016 09:58 Europe/Istanbul

Geçen bölümde İran’ın İslam’dan sonraki dönemde kültürel nüfuz alanından söz ettik

ve yine Türklerin İran üzerinde nüfuz ve sultasının Gazneviler hanedanı ve ardından Selçuklular iktidarı ile başlayarak yaygınlaştığını anlattık ve dedik ki Türkler her türlü etnik bağdan bağımsız bir şekilde İranlı kralların yaptıkları gibi hükümet ettiğini ve hatta bazı Türk hükümdarları kendileri için İranlı olduklarını gösterecek şecereler uydurduklarını beyan etti. Yeni yeni İslam dinini benimseyen Selçuklu Türkler ilkin otlak ve mera kıtlığı yüzünden İran’ın Kuzey sınırlarını düşman saldırılarına karşı koruma vaadi ile İran’a geldiklerini, ancak daha sonra Gaznevi hükümdarların zafiyetinden yararlanarak iktidarı ele geçirdiklerini ve Harezm ve Maveraünnehir bölgelerine akın ederek bu bölgeleri ele geçirdiklerini ve sonunda da Gaznevi kralı Mahmut’u yenerek İran platosunun tümüne hakim olduklarını anlattık. Selçuklular iktidarı ele geçirdikten sonra Gaznevi imparatorluğunun yapısına dokunmadı ve çoğu İranlı olan eski vezirleri ve katipleri sarayda eski mevkilerinde bıraktı. Selçuklular İran padişahlığını ve medeniyetini etnik bağlarına tercih etti ve yağmacı Türk aşiretlerini imarlı kentlere yerleştirmeye çalıştı, gerçi bir çok aşiret kentlere ve köylere yerleşmeyi kabul etmedi. Bunun üzerine Selçuklular bu aşiretlerin saldırı ve yağmalarından korunmak ve ayrıca ele geçirdikleri toprakları genişletmek amacıyla gayrimüslimlerle cihat meselesini gündeme getirdi ve bu bahane ile Türk aşiretlerini Anadolu topraklarına ve Bizans imparatorluğu topraklarına doğru yönlendirdi. Bu dönemde İslam dünyasının cihat meselesi Maveraünnehir yöresinden Anadolu’ya ve öbür yandan Hindistan’a doğru yayıldı, çünkü bu bölgelerde yaşayan bir çok Türk aşireti Müslüman olmuştu. Selçuklu Türkmenler yavaş yavaş Bizans imparatorluğunun topraklarını ele geçirmeye başladı ve bu imparatorluğun nüfuz alanını şimdiki İstanbul ve çevresi ile sınırlandırdı. Türkmen aşiretler hatta İran’da Selçuklu ve Harezmşahi iktidarlarının çökmesinden sonra Anadolu topraklarında Rum Selçuklular adı altında bağımsız bir devlet kurdu. Bu devlet Osmanlı imparatorluğuna kadar hayatını sürdürdü. Rum Selçuklular, İran Selçukluları gibi İran kültürünün etkisi altındaydı ve saraylarında resmi dil olarak Farsça hakimdi ve hatta kralları Alaeddin Keykubad gibi İranlı isimleri kullanmaya başladı. Kemeri beşinci yüzyıldan itibaren İranlı devletler bir bir yok oldu ve ondan sonra Pehlevi rejimine kadar İran tarihinde hakimiyet Türk padişahların elindeydi. İranlılar o dönemde kılıcı Türklere bırakırken, kalemi kendi ellerinde tutmayı sürdürdü. Selçuklulardan sonra uygar dünyasına, yani Hindistan’dan Anadolu topraklarına kadar uzanan bölgeye Türk hükümdarlar hükmetmeye başladı, fakat yaklaşık bin yıl süren bu dönemde yine Türklerin hüküm sürdüğü her yerde İranlılar imparatorlukların idari, mali, dini, ilmi ve edebi işlerin başında yer alıyordu. Gerçi Selçuklu imparatorluğundan sonra İslami İranlı topraklar sayılan bölgede bir daha o denli büyük bir imparatorluk ortaya çıkmadı, ama yine de Mısır’da Memalik, Hindistan’da Moğol ve Anadolu’da Rum Selçukluları gibi hükümdarları Türk kökenli olan fakat İran kültürü ve medeniyetini ve Fars dilini benimseyen imparatorluklar o dönemin uygar dünyasına hakimdi. Rum Selçuklular Fars dili ve kültürünü yaygınlaştırma yolunda İran’ın Arslan ve Güneş’ten oluşan tarihi işaretini saltanatlarının resmi işareti olarak benimseyecek kadar ilerledi. Bu dönemde İran tarihi ve kültüründe ilk kez Fars dili ve edebiyatı Türklerin hükmettiği Hindistan’dan Anadolu’ya kadar uzanan topraklarda resmi ve saray dili ve yine başka devletlerle iletişim dili olmuş ve bu sayede İran kültürü de ilk kez yine İran milletinin dili ile o dönemin tüm uygar dünyasına yayılmış ve İran tarihinde görülmemiş bir şekilde nüfuz etmişti. Nitekim hatta tamamen İran asıllı olan ve İran ve dünyanın yarısına hükmeden Hahameneşiler ve Eşkaniler ve Sasaniler dönemlerinde bile tarihi Fars dili veya Pehlevi dili hi bu kadar yayılmamıştı, fakat bu olay Türk asıllı hükümdarların döneminde gerçekleşti. İran tarihi kültürel sulta ve üstünlüğü askeri üstünlüğe ihtiyaç olmaksızın sağlamanın mümkün olduğunu ortaya koydu. İran kültürü ve medeniyeti İranlılaşan Türklerin kılıç gücü ve öncülüğü ile Doğu Batı, her tarafa yayılmayı başardı. İran’ın kültür elçileri Türk askerlerin peşinden İslam dünyasının her tarafına dağıldı ve o çağların küresel kültürel alış verişinden uzak kalan Çin, Afrika ve Avrupa’nın derinliklerinin dışında dünyanın her tarafında İran’ın kültür elçileri aktif bir şekilde faaliyet yürüttü. Avrupalı seyyah Marcopolo’dan bile daha uzun mesafeler seyahat eden ünlü müslüman seyyah ve tarihçi İbni Betute, seyahatlerinin büyük bir bölümünü kameri 8. Yüzyılda gerçekleştirdi. İbni Betute’nin gittiği her yerde İranlılar vardı ve yaşadıkları diyarın en hassas kültürel mevkilerini kendi tekelinde tutuyordu. İbni Betute’nin seyahatnamesine bakıldığında 14. Yüzyılda dünyanın uygar bölgelerinde İranlı bir tacir, fakih, denizci, katip, siyasetçi, arif veya sofinin bulunmadığı bir yer bulunmuyor. Söz konusu İranlıların çoğu Arapça ad kullanıyordu, fakat o dönemde insanların soyadı doğdukları diyarın adı olduğundan ve herkes adından sonra doğduğu yerin adını telaffuz ettiğinden, söz konusu İranlıların geldikleri diyarlar da belli oluyordu. O çağlarda İranlılar İsfahan’dan Semerkant ve Harezm’den Teberistan’a kadar bir çok yörelerden İslam dünyasına yayılmış ve gittikleri yerlerde seçkin mevkiler elde etmişti. İranlılar miladi 10 ila 17. Yüzyılları arasında Afrika’nın Kenya, Etiyopya, merkezi Afrika ve Tanzanya gibi ülkelerinde aktif bir şekilde faaliyet yürüttü ve bu bölgeleri İran kültürü ve medeniyeti ile tanıştırdı. Hatta Afrika’da üç asır öncesine kadar İranlıların esas merkezi olan bir kent ortaya çıkarıldı. Moğollar, İran topraklarını sırf yağmalamak ve İran kültürünü ve medeniyetini yok etmek amacıyla İran topraklarına saldıran ve bir dönem yağmanın ardından esas yurtlarına dönen ilk ecnebi kavimdi. Moğollardan önce tüm ecnebi kavimler İran’da kalmak için bu topraklara saldırdı ve İran’ı ele geçirdikten kısa süre sonra da İran kültürünü ve medeniyetini benimsedi. Moğolların İran’da kurduğu ilk imparatorluk İran kültürü ve milleti için hiç bir olumlu ve yapıcı sonucu olmadı ve bilakis İran’ın maddi ve kültürel zenginliklerine bir daha belini doğrultamayacağı şiddette darbe indirdi. Moğolların İran’a yönelik ikinci çıkarması Hilaku döneminde ve İran’ı tam olarak ele geçirmek amacıyla başladı. Ancak Moğollar bu kez İran’da kalmaya karar verdi ve Cüveyni hanedanı gibi bazı İranlı hanedanlar ve yöneticiler Moğollarla işbirliği yaptı ve Moğol İlhaniler sarayında vezirlik mertebesine kadar yükselenler oldu. O dönemde İran kültürü ve İranlılar Moğolların aracılığı ile Çin topraklarına kadar yayıldı. İran’da İlhaniler döneminde yüksek mevkilere gelen Cüveyni hanedanı ve Hoca Reşiddeddin Fadlullah gibi İranlılar hatta canı pahasına Moğolları İranlılaştırdığı günlerde İranlı vezirler ve katipler Kubilay Hakan’ın Çin topraklarındaki Çinli işgüzarlarının yanında İran kültürünü yaygınlaştırmaya başladı. Bugün elimizde bulunan belgeler, İranlıların Çin’e İslam’ı götüren ilk millet olduğunu ve bu topraklarda Fars dilini yaygınlaştırdığını gösteriyor. Fransız profesör Şefer, Çinli Müslümanların çoğunu, Moğol istilasından önceki dönemde ve yine istila döneminde zorla Çin topraklarına yerleştirilen İranlılar olduğunu belirtiyor. Avrupalı seyyah Marcopolo da Çin sarayında çok sayıda İranlı bilgin, katip ve subaydan söz ediyor ve Çin’de bazı yöreleri İranlı adlarla anıyor. İran’ın kültürel nüfuz alanının genişlemesine sebep olan en önemli etkenlerden biri, askeri fetihlerin dışında İran irfanı ve tasavvufuydu. İranlı arifler sürekli İslam dünyasının dört bir yanında yaşayan büyük alimleri ve kutsal mekanları ziyaret etmek üzere seyahat ediyordu. Bu hareketlilik ve İranlı arif ve sofilerin teorik ve pratik canlılığı İran kültürü ve medeniyetinin İslam dünyasının ve diğer diyarların dört bir yanına yayılmasına yardımcı oluyordu. Nitekim İranlı büyük arifler İran topraklarında doğdukları halde, yaptıkları seyahatler yüzünden genellikle başka diyarlarda vefat etmiştir. Hindistan diyarında İslam’ın yaygınlaşması sadece Gaznevi Mahmutların veya kral Timur’un kılıcının gücü ile olmadı ve daha çok İranlı Müslüman arifler ve şeyhler manevi nüfuzları ve sıcak demleri ile Hindistan’ın insanlarını İslam dini ile tanıştırdı. Evet, biraz önce de anlatıldığı üzere İranlı büyük arif ve bilginler doğdukları kentte kalmıyor ve fikri buluğa eriştikten sonra düşüncelerini harekete geçirmek ve geliştirmek için uygun buldukları topraklara hicret ediyor, ya da Teberi, Farabi ve İbni Sina gibi o çağın büyük kentlerini ve bilim merkezlerini gezdikten sonra doğdukları çok uzak bir yerde fani dünyadan ayrılıyordu. 015

Etiketler