Nisan 23, 2016 11:35 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde İslam’ın neşe ve sevincin insan yaşamındaki yeri ile ilgili görüşünü noktalıyoruz.

Bugünkü sohbetimize İslam peygamberinden (sav) çok güzel bir vecize ile başlıyoruz. Allah resulü (sav) şöyle buruyor: Kim bir müminin gönlünü şad ederse, beni şad etmiş olur ve kim beni şad ederse, Allah’ı şad etmiş olur.

İslam peygamberinin (sav) vecizeleri ve buna benzer hadis ve rivayetler, İslam dini açısından en iyi ve en değerli faaliyetlerden birinin mümin insanların gönlünü sevindirmek olduğunu gösteriyor. Bu gerçek, dindarlığı hüzün ve yas tutma gibi göstermeye çalışan ve İslam dininden sert bir imaj sunmak isteyenlerin düşüncelerini çürütüyor. Nitekim bu tür tavsiyelerden İslam dininin hedeflediği ideal toplumun mutlu ve neşeli toplum olduğu açıkça anlaşılıyor.

Burada dikkat çeken bir başka nokta şu ki İslam peygamberi (sav) açısından mümin insanın gönlünü şad etmek değerli bir amel nitelenmiş ve müminlerin hangi konulardan mutlu oldukları da bellidir. Dolaysıyla müminleri şad etmek ve sevindirmek için İslam’la bağdaşmayan yollara baş vurmak asla caiz ve şayeste değildir.

İmam Hüseyin’den (sa) bir rivayette şöyle okumaktayız: Namazdan sonra en üstün amellerden biri, müminin kalbini içinde günah olmayan işlerle sevindirmektir.

Bazı rivayetlerde ise bu amel için bazı mısdaklarından söz edilmiştir. Nitekim İmam Sadık’tan (sa) bir rivayette şöyle okumaktayız:

Yüce Allah katında en sevilen amellerden biri, onun karnını doyurmak, sorununu çözmek veya borcunu ödemekle mümin kardeşini sevindirmektir.

Dolaysıyla maksat, müminleri her türlü yoldan ve her türlü aracı kullanarak sevindirmek değildir ve bu amel asla ibadet sayılmaz. Örneğin eğer biri günah işleyerek başkalarını sevindirirse, iyi amelde bulunmadığı gibi büyük günah işlemiş olur.

İslami yaşam tarzında neşe ve mutluluğun konumu hakkında genel bir değerlendirme yapacak olursak, hüzün ve sevincin bir madalyonun iki yüzü olduğunu söyleyebiliriz.

İnsanoğlu yaşamı boyunca sürekli mutlu olma ve şad yaşama peşinde olmuştur. Mutluluk ve sevinmek, hepimizin elde etmek için uğrunda çaba harcadığımız durumdur, ama herkes bu amaca ulaşamaz. Mutluluğun işareti insanın iç huzur hissetmesi ve kendisinden ve başkalarından memnun olmasıdır. Sevinç ve mutluluğu yaşamın genel akışı ve gidişatından memnuniyet şeklinde de tanımlayabiliriz. Yani bir insan yaşamından memnun ise neşeli ve mutlu olur ve bazen özel durumlarda yaşanan tatsızlıklardan pek etkilenmez. İnsan ne kadar yaşamından memnun olursa kendini o kadar mutlu ve neşeli hisseder ve yaşamaktan zevk alır.

Dolaysıyla mutluluk, yaşamdan memnun olmaktır. İnsan yaşamından memnun olduğu kadar neşe ve mutluluğu da ona göre artar ve yaşamının her anından zevk alır. Bazı insanlar vardır ki sürekli başarılı olur, mal ve servet sahibidir, fakat her zaman yaşamından memnun değildir. Bu insanların aksine bazı insanlar da vardır ki dünya malından pek bir şeyi yoktur, ama sürekli mutlu yaşar. Demek ki insanın mutluluğu yüzde yüz maddiyata bağlı değildir ve daha çok yaşamından duyduğu memnuniyet, mutlu olmasında etkilidir.

Biraz önce de anlatıldığı üzere İslam’ın tavsiyesi, neşeli ve mutlu bir toplum inşa etmektir. İslam’ın tealimleri, bireysel ve sosyal ahkam ve adabı, hepsi bu temele dayalıdır. İslam ahkamı ve öğretileri, insanları sevindirecek ve mutlu ve neşeli edecek davranış ve amelleri içerir. Örneğin ramazan bayramı, kurban bayramı ve kadir bayramı gibi İslami bayramlar insanlara mutlu ve neşeli yaşamayı öğretir. Hatta dua etmek ve namaz kılmak bile insanın içinde kalıcı sevinç ve mutluluklara vesile olur.

İslam’ın topluma ve insanlara hizmet amaçlı sosyal ahkamı, Allah’a itaat ve kulluk felsefesinden başka insanlar arasında dostlukları, sevgi ve kardeşliği pekiştirir ve insanlar bir birine hizmet ettikçe topluma derin bir huzur ve mutluluk hakim olan ve toplum bireyleri de yaşamlarının her anından zevk alır.

İslami yaşam tarzının neşe ve sevinçle ilgili genel kuralı, her türlü neşe ve mutluluğun Allah katına yakınlaşmayı ve O’nun rızasını kazanmayı amaçlamasıdır ve ancak bu tür bin neşe ve sevinç değerlidir ve insanı Allah katından uzaklaştıracak veya ilahi öfkeye yol açacak her türlü sevinç ve mutluluk İslam açısından kesinlikle reddedilmiştir.

Örneğin bir çok insan mal ve mevkie kavuşunca sevinir ve bazen bu durumdan başkalarını aşağılamak için yararlanır. Kur'an'ı Kerim ve İslam mantığında ise mal ve mevki ve diğer dünyevi nimetler insanlarda suni sevince yol açmaması gerekir. Bu tür sevinçler insanın kemale ermesine hizmet etmediği gibi, gafil kalmasına ve kibre kapılmasına sebep olur ve insanı görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmekten alıkoyar. Yüce Allah gaflet getiren sevinç ve mutlulukları asla sevmez. Kuşkusuz mal ve servetten insanlara hizmet etmek ve insani ve İslami amaçları gütmek için yararlanıldığı takdirde, bu durumda mutluluk duymanın hiç bir sakıncası olmadığı gibi takdir edilen müspet bir durumdur.

Neşelenmek ve sevinmek aslında bir amaca ulaşıldığından haberdar olunduğu durumlarda hissedilen duygudur. Eğer biri beklediği kemale erdiğini öğrenecek olursa, mutlu olur. Herkesin de beklediği kemal, dünya görüşüne ve yaşamına ve insanlara bakış açısına bağlıdır. Kendini Allah’ın mahluku bilen ve yaratılış gayesinin farkında olan insan kuşkusuz bu amaca ulaştığı zaman en mutlu anını yaşar. Ancak eğer bu amaca ulaşamazsa sürekli hüzün ve keder hisseder ve ne zaman amacına aykırı bir harekette bulunacak olursa hüzün ve kederi artar. İnsan ne zaman görev ve yükümlülüğünü yerine getirirse, o zaman özel bir rahatlık ve mutluluk hisseder. Ancak eğer görev ve yükümlülüğünü yerine getirmez veya az çaba harcayarak yapması gereken işi yerine getirmezse bu sefer keder ve hüzün duyar. İşte bu yüzden İslam düşüncesinde mümin ancak dini görevlerini yerine getirdiği vakit mutlu olur, şeklinde bir görüş hakimdir.

İslam’ın gözetlediği zevkler, asil mutluluğun çıkış noktasıdır. Bu yüzden gaflet getiren ve insanın şanına aykırı olan lezzetler ve zevkler asla caiz değildir. İslam dini maddi sevinç ve mutlulukları reddetmez, ancak sevinçlerin sıralamasında önceliği kalıcı zevk ve lezzetlere verir. Eğlence, seyahat, doğaya açılmak, misafirliğe gitmek, misafir ağırlamak, din kardeşlerimize saygı göstermek insanların kalbinden kin ve anlaşmazlıkları sildiğinden bir nevi gönül rahatlığı ve ıstırapların giderildiği duygusuna vesile olur ve bu yüzden şayeste ve takdir edilen durumlardır. Bilakis, fıskı fücurdan ve muhtevasız eğlencelerden kaynaklanan neşe ve sevinç duyguları olumsuz sonuçlar doğurduğundan, İslam açısından kesinlikle reddedilir. İslam’ın semavi tealimi müminlerin şad ve mutlu yaşaması için bir çok etkeni gözetlemiştir.

Örneğin insanların neşelendiren hoş koku kullanmak, İslam peygamberinin (sav) sünnetlerinden biridir. Temiz olmak, doğum günü veya evlilik yıldönümü törenlerine katılmak, hac ziyaretinden gelenleri ziyaret etmek, sıla-i rahim ve müminleri ziyaret etmek, hepsi neşeli ve mutlu bir toplumun elzemlerdir ve bu konuların İslam dininde vurgulanması, bu semavi dinin neşe ve mutluluğa verdiği önemi yansıtır.

Yürüyüş yapmak, ata binmek, yüzmek, doğayı seyretmek, yemek ve içmek, dişleri fırçalamak, şakalaşmak, gülmek, seyahat etmek, doğada gezinmek ve güzel manzaraları seyretmek, başka milletlerin gelenek ve görenekleri ile tanışma, maddi ve manevi yararlarının yanında insanı depresyondan kurtarır ve cismi ve ruhi sağlığını güçlendirir. Bu yüzden İslam dini bu durumların üzerine bol bol vurgu yapmıştır.

Kuşkusuz sevinmek ve mutlu olmak bir iç duygudur, ancak dış tesirleri de söz konusudur. Eğer kendimizi kalbimizle güler yüzlü ve güzel davranışlı olmaya hazırlayamazsak, içimizde gerçek neşe ve sevinç duygusu oluşmaz. Bu yüzden hiç bir zaman olumsuz düşünceleri bize galip gelmesine ve neşemizi bozmasına müsaade etmemeliyiz. 015