Nisan 23, 2016 12:07 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde kıyamet gününde şefaatten yararlananların kimler olduğunu irdelemek istiyoruz.

Geçen bölümlerde kıyamet gününde şefaat ve şefaatte bulunan kimselerden söz ettik ve dedik ki Kur'an'ı Kerim’de yaklaşık otuz ayette şefaatten söz edilmiştir. Şefaat, bir mahlukun Allah teala ve bir başka mahluk arasında vasıta olması ve dünyada veya ahirette bir hayır ulaştırması veya bir şerri bertaraf etmesi demektir. Kıyamet gününün şefileri de denilen bu vasıtaların farklı kesimlerden oluştuğunu da anlattık ve ilk şefaat edenin de İslam Peygamberi –s– olduğunu kaydetti. Enbiye, evliya, melekler, ulema ve ayrıca şehitler de kıyamet gününün şefileridir.

Bugünkü sohbetimizde ise kıyamet gününde kimler şefaatten yararlanabildiklerini masaya yatırmak istiyoruz.

Şefaat Arapça’da Şaf kelimesinin türevidir ve bir şeyle çift olma anlamına gelir. Şefaatten yararlanan kimseler, dünyada onlar için şefaatte bulunan insanlarla özel ruhi ve manevi irtibat Kur'an'ı Kerim ve bir başka ifade ile çift hale gelen insanlardır.

Gerçekte kim ilahi evliyalara karşı sevgi ve kardeşlik duygusu beslemişse ve bu dünyada onların hidayetinden yararlanarak onlarla hemfikir olup aynı inancı paylaşmışsa, ahiret aleminde de onların şefaatinden yararlanabilir.

Bu yüzden bir çok rivayette İslam Peygamberi –s– ve pak ehli beytinin –s– sevgisine ve dostluğuna vurgu yapılmıştır. Çünkü bu sevgi onlarla manevi ve ruhi bağların güçlenmesine vesile olur. İslam Peygamberi’ne –s– sevgi duyan insan her seven insan gibi sevdiğinin amellerini, söz ve davranışlarını taklit etmeye ve böylece ona yakınlaşmaya çalışır. Bu sevgi ve ilgi bir yandan insanın inanç, ahlak ve zevkini etkilerken, günah işlemesini ve suni bağımlılıkları da engeller.

Şefaat zemini ahiret aleminde oluşur. Şefaat, Allah teala ile dünyada ilahi önderlerin arasındaki ilişkinin tecillisi ve zuhurudur. Bu irtibat ahiret aleminde ilahi has rahmet ve bağışlamaktan ibaret olan şefaat şeklinde ortaya çıkar. Dolaysıyla eğer insan Allah ve O’nun rahmetini paylaştıran İslam Peygamberi –s– ve ehli beyti –s– ile hiç bir irtibatı yoksa, tabi ki şefaatten mahrum kalır.

Bu konuda İmam Sadık –s– şöyle buyurur: Kim şefaatten yararlanmak istiyorsa, Allah tealanın rızasını kazanması gerekir ve bilin ki ancak Allah’a ve peygamberine ve Al-i Muhammed’in –s– hadenadından ilahi evliyalara itaat ederek bu rızayı kazanabilirsiniz.

İslam Peygamberi –s– ve diğer şefilerin kıyamet gününde şefaati, belli kriterlere dayanır. Şefaatin en önemli kriterlerinden biri, Allah’a iman etmektir. Yani şefaatin aslı, günahları yüzünden imanının aslı tehlikeye girmemişler için geçerlidir.

Bu konuda Allah Resulü –s– şöyle buyurur: Şefaat, kuşku duyanlar, müşrikler ve kafirler için değil, ancak tevhide inanan müminler içindir.

Gerçekte şefaat, gaflet yüzünden bir günah işleyen ve bundan büyük pişmanlık duyar ve Allah tealaya ibadet ve dua ederken yaptığından pişmanlık duyduğunu beyan eden ve: Ey yüce Rabbim, benim günahım inat ve isyan yüzünden değildi, senin emrini küçük ve hor saymak yüzünden değildi, ya da umursamazlıktan değildi ve sırf gafletle işlenen bir hataydı, nefsim beni kandırdı ve heva ve heves bana galip geldi, diyen kullar için geçerlidir, yoksa Allah tealaya inat eden ve düşmanlık güdenler için asla şefaat söz konusu olamaz. Gerçekte işlediği günahtan pişmanlık duymayan ve bilakis işlediği günahtan zevk alan günahkarlar asla şefaatten yararlanamaz. Nitekim İslam Peygamberi –s– bu konuda şöyle buyurur: Kim işlediği günah yüzünden pişmanlık duymuyorsa mümin değildir ve onun için şefaat de yoktur ve zalimlerden sayılır ve Allah teala zalimler için ne yardımcı ne de şefi olduğunu buyurmuştur.

Dolaysıyla ayetlere ve rivayetlere göre şefaat ancak Allah’ın ve peygamberin –s– ve din evliyalarının emirlerine uyanlar için geçerlidir ve bu da şefaat vaadini insanları günaha teşvik etme ve sorumluluktan kaçmaya alıştırma sebebi bilenlerin düşündüğünün tam tersidir.

Dini kaynaklarda şefaat şartı dinin ahkamına uymak ve Allah’a ve peygamberine –s– ve masum imamlara –s– uymak şeklinde beyan edilmiştir.

Pratikte Allah’a itaat eden ve dini görev ve sorumluluklarını yerine getiren, fakat bazı durumlarda yanlışlıkla hata eden insan ahiret aleminde ilahi rahmetten yararlanabilir. Fakat günah işlemekten aska korkmayan ve bundan asla utanmayan insan tabi ki şefaatten mahrum kalır.

Cennet ehli olanlar cehennem ehli olanlardan neden cehenneme düştüklerini sorar. Cehennem ehli olanlar bunun için dört sebebe işaret ederek şöyle anlatır:

Biz namaz kılanlardan değildik, ibadi görevlerimizi yerine getirmezdik. İkincisi biz toplumda yoksullara infakta bulunmazdık. Yine biz batıl ehli ile oturup kalkanlardandık ve gaflet içindeydik ve genelde Hakka yönelmekten gafildik. Ve sonuncusu da ceza gününü ve kıyametin kopacağını tekzip ederdik ve bu durum bizi nefsimizin heva ve heveslerini izlemekte cesaretlendirirdi.

Cehennem ehli olanlar şöyle devam eder: Biz bu duruma düşmüştük ve sürekli tekzip ediyorduk, ta ki ölüm zamanımız geldi.

Yüce Allah da bu zümre hakkında şöyle buyurur: Bunlar şefilerin şefaatinden asla yararlanamazlar.

Bu ayetlere göre şefaat vardır. Ayet açık bir şekilde şefaat söz konusu olduğunu, fakat cehennemegidenler şefaatten yararlanmaya layık olmadıklarını vurguluyor. Yağmur yağarken bir çatının altına giren insan, ilahi rahmet damlalarından yararlanamaz. Bu durumda kusur yağmurda değildir, çünkü yağmur hiç bir ayrım gözetmeksizin herkesin üzerine yağar. Burada esas kusur, yağmur bereketinden yararlanmayandandır. Şefaat konusunda da hiç bir ayrımcılık söz konusu değildir ve her insan hakettiği ve kabiliyeti kadar bu büyük ilahi nimetten yararlanabilir.

Şefaat mutlak değildir ve her türlü günahkar insanı kapsamaz. Örneğin rivayetlere göre İslam Peygamberi’nin –s– zürriyetini ve evlatlarını eziyet edenler o hazretin şefaatinden yararlanamaz. İmam Ali –s– şöyle buyurur:

Allah Resulü –s– buyurdu: şefaat makamında yer aldığımda, ümmetimin günahkar kulları için dua ederim ve Allah teala benim şefaatimi kabul eder. Ve Allah’a and olsun benim zürriyetimi ve evlatlarımı eziyet edenler için şefaatte bulunmam.

İslam Peygamberi’nin bu bu sözleri aslında ilahi istek üzerinedir. Allah teala Şura suresinin 23. Ayetinde şöyle buyurur:

De ki: Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun sevabını fazlasıyla veririz. Şüphesiz Allah bağışlayan, şükrün karşılığını verendir.

Yine ilginçtir ki Sebe suresinin 47. Ayetinde şöyle buyurur:

De ki: Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah'a aittir. O, her şeye şahittir.

Gerçekte Allah Resulü –s– insanlardan o hazretin ehli beytini –s– sevmeleri isterken bu sevgi ve onlara itaat sayesinde kurtuluşa ermelerini arzu etmiştir.

Şefaatten mahrum kalan bir başka zümre, Allah Resulü’nün –s– şefaatine inanmayanlardır. Rivayetlere göre Allah Resulü –s– şöyle buyurur: Benim kıyamet gününde şefaatim haktır. O zaman kim ona iman etmezse, şefaatten yararlananlardan olamaz.

Kafirler ve müşrikler hiç kuşkusuz bu zümrenin arasındadır ve onlar için şefaat söz konusu değildir.

Muhammed Bin Ebi Emir, İmam Musa Bin Cafer’den bir rivayeti şöyle nakleder: Allah teala ancak inkar ve küfür ehlini ve sapkın ve şirk ehli olanları ebedi ateşe yerleştirir.

Bir başka rivayette Allah Resulü –s– şöyle buyurur: Benim şefaatim şik ve zulmedenlerden başka büyük günah işleyenler içindir.

Kafirlerin ve müşriklerin yanında Allah’a ve peygamberine iman eden ama dine yönelik abartılı atıflarda bulunanlar da İslam Peygamberi’nin –s– şefaatinden mahrum kalır. Nitekim Allah Resulü –s– şöyle buyurur:

İki grup benim şefaatimden yararlanamaz: despot ve zalim güçlüler ve dinden çıkan abartıcılar.

Evet, biraz önce de belirtildiği üzere şefaat mutlak değil, bazı şartlara bağlıdır. Bu şartlardan biri, namazı hafife almamaktır. Namazı hafife alan insan şefaatten mahrum kalır. Allah Resulü’nden –s– bir hadiste şöyle buyurur: Benim şefaatim namazı hafife alana asla ulaşmaz ve Allah’a and olsun böyle biri havuzun kenarında benim yanıma gelemez.

Yine İmam Sadık’ın sahabelerinden Ebu Besir’den ünlü bir raviyette şöyle anlatılır:

Bir gün İmam Cafer Sadık’ın –s– eşi Homayde’nin huzuruna çıktım ki imamın rihleti dolaysıyla baş sağlığı dileyim. O ağladı ve o ağlayınca ben de ağladım. Ardından şöyle buyurdu: Ey Eba Muhammed, eğer İmam Sadık’ı –s– vefatı sırasında görseydin, çok acayip bir şeyle karşılaşırdın. Hazret mübarek gözlerini açtı ve şöyle buyurdu: Kimle akrabalığım ve yakınlığım varsa yanıma getirin. Biz de hiç kimseyi geride bırakmadan hepsini çağırdık. İmam –s– hepsine baktı ve şöyle buyurdu: Bizim şefaatimiz namazı hafife alana asla ulaşmaz.

İmam Sadık –s– açısından namazı hafife almak, insanı şefaatten mahrum bırakan bir günah hükmündedir. Dolaysıyla namaz kılmamak veya kılmayı terk etmek başlı başına büyük bir günah sayılırken, namaz kılıp da aynı zamanda onu hafife almak ve önemsiz saymak ayrı bir günahtır ve en önemli tesiri de Allah Resulü –s– ve ehli beytinin –s– şefaatinden mahrum kalmaktır. 015