Haziran 04, 2020 12:51 Europe/Istanbul

Bu seri programımızın ilk bölümünde  Kore yarımadasının bölgesel ve küresel önemini ve de Kuzey Kore'nin Amerika'nın bölgesel siyasetleri üzerindeki etkisini inceleyeceğiz. 

Kore yarımadası her daim küresel güçlerin ilgi odağında yer almıştır. Bu bölge Doğu Asya'nın önemli ülkelerine coğrafi olarak yakınlığı yüzünden bölge dışı süper güçleri için Asya kıtasına özellikle de Doğu Asya bölgesine giriş kapısı görevi yapmıştır. 

20'inci yüzyıl gelişmeleri özellikle de iki dünya savaşı, Kore yarımadasına da sıçramıştır. Buna ilaveten 20'nci yüzyılın başında  yeni ortaya çıkan güç Japonya da 1910 yılından itibaren resmen Kore yarımadasını kontrolü altına almıştır.  İkinci Dünya Savaşının başlaması ve Japonya'nın Mihver devletleri lehine savaşa girmesi ile savaş alevleri Kore yarımadasını da sardı.

Japonya'nın  bu savaşta yenilmesi ile  kazanan ülkeler de Kuzey ve Güneyden Kore yarımadasına girdiler. Amerika ordusu bu yarımadanın Güneyini ve Sovyetlerin Kızılordusu da Kuzey bölgeyi işgal edip  38'inci Kuzey enleminde buluştular.     

Amerika ve Sovyetlerin ideolojik, ekonomik, siyasal, askeri ve medyatik karşılaşmasının şiddetlenmesi ile Kore yardımadası Kuzey ve Güney Kore olarak ikiye ayrıldı ve onun ardından da iki Kore'nin birleşmesi için her türlü seçim girişimi de yenilgiye uğradı.  Bunun nedeni de her bölümde Amerika ve Sovyetlerin desteği ile yönetimlerin işbaşında bulunması ve bağımsız olmamaları idi.  

1950 yılında  Kuzey ve Güney Kore arasındaki kanlı savaş ise iki ülke arasında düşmanlık, güvensizlik, ideolojik karşıtlık ve askericilik ortamını o kadar kızıştırdı ki   1953 yılında ateşkes müzakereleri ve ateşkes anlaşmasının imzalanmasına rağmen  onun ardından uzun yıllardır barış anlaşmasına varılmamıştır.  Şimdi de iki ülke  tamamen zıt iki farklı siyasi, ideolojik, medyatik ve ekonomik ortamda yaşıyorlar.

Batılı ve Amerikan  çevrelerdeki kimi uzmanlar   Sovyetler Birliğinin 1991 yılında dağılması ve Soğuk Savaşın sonlanması ile Kuzey Kore'nin zayıflayıp sonunda dağılacağını düşünüyorlardı.  Ancak bu tahminler ve öngörüler gerçekleşmedi. Kuzey Kore ekonomik olarak geride kalsa da ancak günden güne daha da tecride sürüklenip Amerika'ya ve Güney Kore'ye boyun eğmedi tam tersi Amerika karşısında askeri dengeyi kurma ve askeri güçlenmeye doğru adım attı. 

Kuzey Kore'nin  uzun menzilli füzeler ve nükleer teknolojiye erişimi de bu bağlamda yorumlanabilir.  Amerika'nın 20 bin kadar askeri güç ve büyük bir askeri teçhizatı Güney Kore ve Japonya'ya konuşlandırması  bir yandan ve diğer taraftan da   Kuzey Kore'nin Çin ve Rusya'nın destekleri ile  uzun menzilli füzeler ve nükleer kapasiteye sahip olması iki Kore arasındaki tansiyonlu ortamı iyice şiddetlendirdi.   Bunun ardından ise Amerika, iki Kore, Çin, Rusya ve Japonya katılımı ile 6'lı gerilimleri giderme müzakereleri yapılsa da hepsi sonuçsuz kaldı

Amerika'nın yaptırımlar aracına baş vurması ise Kuzey Kore'ye ekonomik ve siyasi baskı uygulamaya yardımcı olsa da nihayetinde bu ülkenin silahsızlandırılmasına yol açmadı.  Amerika'nın bu yaklaşımı, Pyongyang makamlarını Amerika ile mücadelenin tek yolunun Kuzey Kore askeri gücünü arttırmak olduğu kanısına götürdü.  İki tarafın da tarihi güvensizlik duygusu   Kore Yarımadasının Nükleersizleştirilmesi Ortak Bildirisi, 1992 yılındaki İki Kore'nin ortak bildirisi, 1994 yılındaki Amerika ve Kuzey Kore anlaşması ve de 1996 yılındaki Washington ve Pyongyang'ın füzeler ile ilgili müzakerelerinin sonuçsuz kalmasına yol açtı.  Buna paralel olarak da Güvenlik Konseyi   Amerika'nın baskıları ile  BMT anlaşmasının 7'inci bölümünde Kuzey Kore aleyhinde birçok karar aldı. 

Pyongyang yönetimi ise varlığını korumak ve dağılmayı önlemek için bir yandan da siyasi ve ekonomik tavizler kazanmak için askeri gücünü arttırmak yönünde adım atmaya yönelmiştir. Buna karşı Amerika da Kuzey Kore'nin Washington'un Doğu Asya'daki ortaklarına  yönelik tehditlerini bahane göstererek  Güney Kore'deki askeri varlığını iyice arttırıp  Çin ve Rusya'yı da dizginleme hesapları yapmıştır  

Gerçekte Amerika hiçbir zaman krizin sonlanmasını istememiş ve her defasında Kuzey Kore'nin  askeri ve nükleer gücünü bahane ederek özellikle de Çin'i  kontrolü altına almak niyetinde olmuştur.  Tokyo ve Seul'ün  Amerika'dan askeri teçhizat alma istatistikleri de bu ülkelerin Amerika'ya bağlanmalarının artması ile  Kuzey Kore'nin  de Güney Kore ve Japonya'ya güveni kalmayacağı ve caydırıcılık gücüne güç katmayı düşüneceğini gösteriyor.

Bir diğer yandan ise Trump'ın Amerika'da istihdam fırsatları yaratma vaatlerinden dolayı görünen o ki  Amerika Kuzey Kore tehdidini büyütüp krizi şiddetlendirerek  Doğu Asya'daki ortaklarına daha fazla silah satma arayışına da girmiştir. Bu doğrultuda Trump'ın 2019 Japonya ziyaretinde onlarca gelişmiş F35 savaş uçağının Japonya'ya satıldığı bildirildi.  Amerika silahları ve teçhizatlarının Güney Kore ve Japonya'ya satılışı ve de bu ülkelerin ortak tatbikatları  Kuzey Kore'yi kışkırtmakta ve tamamen hasmane olduğu ortadadır. 

Bu nedenlerden dolayı Kuzey Kore de nükleer çevrimini tamamladıktan sonra kıtalararası balistik füze teknolojisine erişimi ile   güvenlik, tatbikatların durdurulması, yakıt ve gıda yardımları hususlarında tavizler verdirmeye çalıştı.  Bu hedefler doğrultusunda da Kuzey Kore Amerika ile müzakerelere katılmak ve anlaşmalar imzalamak için bir nebze bile olsun esneklik gösterdi. 

Amerika'nın uluslararası ilişkiler alanındaki önemli teorisyenlerden Harvard Üniversitesi hocalarından Stephan  Waltt  ise Foreign Policy dergisindeki 2018 Ağustos yazısında Kuzey Korey'i " sakınma" stratejisinin ustası adlandırarak  bu stratejiye göre Kuzey Kore'nin görünüşte Amerika siyasetlerine göre değiştirdiğini ancak gizli olarak kendi siyasetlerini uyguladığını öne sürüyor. Böylece sırf Amerika'yı razı tutmak ve baskıların artmasını önlemek için böyle bir girişime baş vurulduğunu söylüyor 

Stephan Waltt anılan yazısında  Kuzey Kore lideri Kim Jong-un'un bu stratejiyi yürütmekte usta olduğunu bunun göstergesinin de onun Haziran 2018'de Singapur'da Trump ile görüşmesinde tüm nükleer silahları yok etme sözü verdiği olduğunu söylüyor.  Bu uzmana göre ancak Kim Jong-un bu yolda hareket ettiğine dair hiçbir emare göstermedi. 

Ancak sorulması gereken önemli soru  Kuzey Kore'nin en azından geri çekilme karşılığında neden Amerika'dan taviz koparma niyetinde olmasıdır.   Pyongyang neden Trump ile görüşmelerde Waltt'ın dediği gibi " sakınma" stratejisine baş vurmaktadır. Bu soruya yanıt bulmak için Amerika ve Trump'ın dış siyasette başarı elde etme hevesine ve tabii Pyongyang'ın Amerika ile sonuçsuz anlaşmalar ve etkileşimlerine dikkat etmek gerekir. 

1994 anlaşmasının uygulanmaması ve Washington'un bu alanda ahde vefasız kalması Kuzey Kore'yi iyice güven ortamından uzaklaştırıp nükleer caydırıcılığa sürükledi.  Bundan önce ise Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu makamlarının itiraf ettiği gibi Kuzey Kore bu alanda işbirliği yapıp iyi niyetli durumda idi.

2008 yılında Yang-Biyon reaktörünün faaliyetlerinin durdurulması ve serinletici kulesinin yok edilmesi  Kuzey Kore'nin bu süreçteki en önemli girişimlerindendi. Son yirmi otuz yıl içerisinde ise Amerika'nın Libya ile güvenlik anlaşmasını ihlal etmesi ardından da İran ile vardığı nükleer anlaşmayı ayakları altına alması Kuzey Kore'yi Amerika'ya taviz vermeme kanısına götürdü.Böylece Kuzey Kore Amerika'ya kanmamayı yeğledi. 

Trump'ın işbaşına gelmesi ve Barack Obama dış siyasetini eleştirmesi ile Amerika bir kez daha Kuzey Kore tehlikesini abartarak dünya kamuoyuna lanse etmeye çalışıp ardından da müzakere önerilerinde bulunarak  doğru bir yaklaşım ile Kuzey Kore sorununu çözmeyi göstermeye çalıştı.  Buna rağmen Trump  ilk olarak Kuzey Kore'ye maksimum baskı uygulayıp bu ülkeyi kendi hedefleri doğrultusunda müzakere masasına oturtmak istedi.  

Trump  Obama hükümetinin   stratejik tolerans siyasetini eleştirerek  pratikte Doğu Asya bölgesinde tansiyonu iyice arttırdı ve tam bir savaşa doğru götürdü.  Trump'ın bu pratik siyaseti  ise bölgede bulunmayan Koreli uzmanların bile ilgi çekici açıklamalarda bulunmalarına yol açtı. Bu çerçevede Kuzey Kore meseleleri uzmanı Çoyong Çoy bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulundu:"   Kuzey Kore füze denemeleri uluslararası kurallara uygun bir şekilde nefsi müdafaa doğrultusunda yapılmış ve Amerika'nın Pyongyang'ın bu girişimine itirazı Kuzey Kore'nin egemenliği ve kerametini küstahça ihlalidir. "