Ağustos 13, 2020 17:44 Europe/Istanbul

Bu bölümde Japonya ve Güney Kore'nin Kuzey Kore krizine olan bakışını ele alacağız.

Kuzey Kore ile ilgili, Güney Kore  karmaşık bir güvenlik  durumu yaşamaktadır.  Kuzey Kore ve Amerika arasındaki  gerilimler, Pekin ve Washington'un  Kore yarımadası krizini çözme hususundaki ihtilafları  Güney Kore  ve tabii ki Japonya'ya ağır masraflar yüklemiştir.  Her hangi muhtemel bir savaşta  Kuzey Kore ve Japonya'nın ise en büyük hasara maruz kalacakları kesindir. 

Bir diğer yandan iki ülkedeki çevrelere göre Tokyo ve Seul kendilerini korumak için silah alma süreçlerini hızlandırmalı ve  ordularının bütçelerini kat kat arttırmalılar.   Ayrıca uzmanlara göre Seul ve Tokyo'nun Amerika'ya bağımlılığının dozu da iyice artmış ve onların Çin ve Kuzey Kore ile ilişkilerinin zedelenmesine yol açmış ve her türlü müzakere ve uzlaşma ihtimalini azaltmıştır.  Güney Kore ise  Kuzey Kore krizinden en çok etkilenen taraf olarak  aslında anlaşma ve müzakereden yanadır.  Öyle ki  Seul,  Trump'ın Kuzey Kore lideri ile görüşmelerin de asıl etkeni ve saiki idi. 

Güney Kore cumhurbaşkanı Moon Jae-İn  Kuzey Kore ile müzakere ve genel olarak diplomasi sürecini destekleyerek  müzakerelerin  füze ve nükleer denemelerin devam ettiği bir sırada gerçekleştirilemeyeceğine vurgu yapıyor.  Güney Kore cumhurbaşkanı   seçim kampanyası boyunca da  ülkesinin Kuzey Kore krizinin çözülmesi sürecinde daha aktif rol oynaması gerektiğini, askeri bütçesini arttırmasını ve  savunmasını bağımsız bir şekilde güçlendirmesini söyledi.   

Moon Jae-İn aslında  güçlü bir şekilde Kore yarımadasında  gerilimlerin azalmasını  ve Kuzey komşuları ile ilişkilerini normalleştirme peşinde olsa da  ancak Seul'un farklı düzeylerde Amerika'ya bağlı olmasından dolayı, özellikle de Amerika'nın bilhassa da Trump döneminde  gerilimlerin azalmasından yana olmadığından ötürü  Kuzey Kore ile müzakerelerde istediği sonuçlara varamadı.   

Aslında Pyongyang da  Güney Kore'nin  Amerika'dan vekaleten bu müzakerelerde bulunduğunun farkına varmıştır. Bu yüzden Güney Kore'nin müzakere taleplerini reddetmiş ve  füze ve nükleer denemelerini iyice arttırmıştır.  Gerçekte Kuzey Kore, Güneyli komşusunun Amerika'dan daha fazla bağımsız hareket etmesini ve inisiyatifli davranmasını istiyor. 

Kimi Güney Koreli uzmanlar ise  Güney Kore hükümetinin  Seul'daki muhafazakarlar ve Washington'da Kuzey Kore ile işbirliği yapmak isteyen liberaller arasında dengeyi sağlamasını bir yandan da Pyongyang ile işbirliği yaparak  Amerika ile güvenlik ilişkileri de geliştirmesini istiyorlar.   İşte bu çifte standartlı yaklaşım  Trump döneminde daha da çetrefilleşen güvenlik bir bilmeceye yol açmıştır.   Amerikan THAAD füze sistemlerinin Güney Kore'ye konuşlandırılması ile Çin bu ülkeye karşı  gayrı resmi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Kuzey Kore de bu girişime olumsuz tepki göstermiştir. 

Güney Kore'nin Amerika'ya yaklaşması bir yandan bu ülkeyi Çin ve Kuzey Kore'den uzaklaştırmış ve doğal olarak barışın sağlamasını da ertelemiştir.   Aslında Güney Kore de Amerika'nın ya hepsi ya hiç yaklaşımına karşı olup her şeyin aşamalı olarak düzelmesinden yanadır. Güney Kore  ayrıca  Trump'ın Kuzey Kore ile müzakere şeklinin  iki Kore ilişkilerine de zarar verdiğini düşünüyor.   Çünkü  Trump tek yanlı olarak  davranmış ve bu tek yanlılık da bölgesel bir anlaşmaya varılmasını engellemiştir. Öyle ki  Trump bile Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli füzelerini önemsiz göstermeye çalışmıştır. Halbuki Güney Kore bu füzelerde dolayı bile büyük kaygı duymaktadır. 

Bu yüzden Kuzey Kore ile müzakereler tamamen yenilgiye uğrayıp veya Kuzey Kore'nin füze ve nükleer programını ciddi şekilde sınırlandıracak bir anlaşmaya varılmazsa en büyük kaybeden ve zarar gören tarafın da Seul olacağı söylenebilir.  Böyle olursa  bu müzakerelerde önemli payı bulunan Moon Jae-İn de iç arenada büyük eleştirilere maruz kalacaktır.  2019 yılında ise Güney Kore ve Amerika'nın tatbikatının düzenlenmesi ile  Kuzey Kore bu kez Güney Kore ile  her türlü müzakereyi  askıya aldı ve böylece Amerika ile ikili müzakerelere daha fazla önem verdiğini göstermiş oldu.  

Japonya'nın Kore krizindeki rolünü daha iyi anlamak için tarihine bakmak lazım. İkinci Dünya Savaşının son bulması ile Amerika ve Japonların güvenlik birliğinin dönüm noktası olduğu söylenmelidir.  Bu durum Japonya'nın güvenlik açısından tamamen  Amerika'ya bağımlı hale gelmesine neden oldu. O günden bu yana Japonya artık bir Amerika kolonisi sayılır. Son dönemde ise Barack Obama başkanlığından itibaren  Amerika'nın tekrar Doğu Asya'ya odaklanması  bu bölgenin Amerika dış siyasetindeki önemini gösteriyor.   Bu çerçevede önem taşıyan husus ise  Çin ile mücadele ve  Amerika'nın bölge ülkeleri ile güvenlik koalisyonlarının geleceğidir.  

Son yıllarda Amerika dış siyaseti   bir yandan koalisyonların güçlendirilmesine ve bir yandan da bölgesel ortaklara daha fazla sorumlulukların devredilmesine odaklı olmuştur.  Bu doğrultuda Japonya da bu siyasetlerden etkilenmiştir. Bu çerçevede  Japonya'nın güvenlik ve savunma alanlarındaki bölgesel rolü de arttırılmaya çalışılmıştır.   2004 savunma programı talimatı,  2005  ve 2015 savunma bakanlığı belgeleri,  2013 ulusal güvenlik stratejisi dahil  Japonya'daki farklı belgeler de    Kuzey Kore'nin bir tehdit olarak bu resmi belgelere geçtiğini gösteriyor. Pyongyang ise  Amerika'nın Japonya'yı bir baskı aracı olarak kullandığını düşünüyor.  

Kore yarımadasında  istikrarın sağlanması ve bir savaşın olmaması Japonya için hayati önem taşıyor.  Ancak bu doğrultuda  mevcut durumun korunması veya  Kuzey Kore'nin füzeler ve nükleer silahlardan arındırılması  Tokyo için daha uygun bir durumdur.   Çünkü Japonya iki Kore'nin birleşmesinden yana değildir. Birleşik bir Kore,  güçlü milliyetçi akımları ile  Japonya'nın tarihteki kolonyalizmine karşı olumsuz bir mantaliteye sahip olup  daha güçlü bir ekonomi ve daha güçlü askeri güce sahip olacaktır. Bir yandan da  Çin'e yakınlaşıp Japonya'ya kabus yaşatabilir.   

İşte bu süreç gerçekleşirse bölgede silahlanma rekabetine yol açacak. Bu durum ise Doğu Asya güvenliğine büyük darbe indirmesine rağmen Amerika'nın çıkarlarını da tehlikeye sokacaktır.    Bu açıdan  Japonya, Amerika'nın bölgedeki varlığının sürmesi ve Tokyo ile Washington arasındaki dostane ilişkilerin sürmesi şartı ile Kore'nin birleşmesine onay verecektir. 

Japnonya'daki akademisyen, uluslararası ilişkiler hocası  Karenmolvy ise   Japonya ve Güney Kore'nin  Kore yarımadası krizindeki  ortak bir noktada görüşme başarısızlıkları  Amerika'nın da bölgesel krizi yönetmekteki kabiliyetlerinin sorgulanmasına yol açtığını düşünüyor.    

Japonya başbakanı Şinzo Abe ise  Trump ve Kim Jong-Un'un görüşmelerini desteklemesinin ardından  Kuzey Kore lideri ile kayıtsız şartsız görüşebileceğini belirtti.   Halbuki daha önce Kuzey Kore lideri ile  görüşmeleri  Kuzey Kore tarafından kaçırılan kişilerin akıbetlerinin belirlenmesine bağlamıştı.  Ayrıca Japonya'nın   adam kaçırma hususunun yanı sıra Kuzey Kore'nin füze ve nükleer silahları hususunda kaygıları olduğunu da unutmamak gerekir.    

Amerika başkanı Trump ise  Singapur'da Kim Jong-Un ile görüşmesinde  Kuzey Kore'nin nükleer silahsızlandırılması için aceleci davranılmamasını söylemişti. Trump, Kuzey Kore'nin sırf kıtalararası balistik ve nükleer füze denemelerinin durdurulmasını istiyordu.  Ancak Japonya başbakanı Abe Kuzey Kore ile ilgili meselelerin çözülmesinde atılacak ilk adımın bu ülkenin silahsızlandırılması olduğunu belirtti.  Japonya makamları   Singapur zirvesinin  tam ve detaylı olarak  nükleer silahsızlandırmaya odaklanması gerektiğini istiyorlardı. 

Trump ve Kim Jong-Un'un  ikinci görüşmesinin ardından, Japon siyasi çevreler ve analistler Kuzey Kore'ye tavizler verecek anlaşmadan kaygı duyduklarını belirtip  Trump'ın Amerika iç arenası yüzünden  genel bir anlaşmaya rıza göstermesinden ve Kuzey Kore'nin nükleer olarak silahsızlandırılmasına ilgisiz kalacağından ciddi şekilde tedirgin olduklarını söylediler.   

Kuzey Kore liderinin kıtalararası füzeler ve nükleer deneyler yapmamaya dair sözlü taahhütleri  Trump için bir kazanım sayılabilir. Ancak  Amerika Japonya'ya doğrulanan diğer silahlara ilgisizdir. Bu da Tokyo'nun asıl kaygısıdır. Buna ilaveten görünen o ki  halihazırda Amerika da  nükleer silahlı Kuzey Kore'yi kabul etmiş ve pratikte bu gerçekte pek değişikliğin yaşanması beklenmiyor. 

Japonya başbakanı Şinzo Abe bu durumdan dolayı kaygılarını dile getirerek  sağlanacak her hangi bir anlaşmanın Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli füzeler ve nükleer kabiliyetlerini de kapsaması gerektiğini belirtiyor.  Doğu Asya meseleleri uzmanı İranlı  Dr. Hüseyni   Kuzey Kore'nin nükleer ve füze gücü olarak Amerika tarafından kabul edilmesinin  bu gücün Washington tarafından meşru olduğu anlamına gelmiyor. Ancak defacto bir şekilde yaşanan bir durumdur. Bu uzmana göre  Amerika sürekli olarak haberlerinde ve medya çalışmalarında Kuzey Kore'nin nükleer silahsızlandırılmasına vurgu yapmak zorundadır. Böylece  Amerika  Kuzey Kore'nin nükleer gücünü resmen tanımadığını göstermeye çalışacaktır.  

Bu yüzdendir ki Japonya'nın da çok ciddi bir şekilde Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli kabiliyetlerinden kaygı duyduğu söylenemez.  Ayrıca Kuzey Kore'ye ekonomik tavizlerin verilmesi halinde de Çin ve Güney Kore'nin  Japonya'dan daha önemli bir rol oynayacakları aşikardır.  Bu da  Japonya'nın güvenlik kaygıları ve önceliklerinin  diğer aktörler tarafından daha da değersizleşmesine yol açacaktır. 

Pyongyang da   Japonya'nın yapılan baskılardaki rolünden tam olarak haberdardır.  Japonya Amerika'nın Tokyo'ya danışmadan  Kuzey Kore ile anlaşmaya varılmasından kaygılıdır.  Trump'ın   uluslararası  kurum ve kuruluşlardan  ve anlaşmalarda aniden çıkması gibi fevri tavırları ve kararları da   Japonya'yı iyice kaygılandırmış ve Trump'ın öngörülemez  tavırları ve siyasetleri hakkında  bir tedirginliğe sürüklemiştir.      Özellikle de Japonya'nın 6'lı müzakerelerde bulunan ülkelerden farklı olarak  Kuzey Kore ile siyasi ilişkileri bulunmaması ve Pekin veya Washington üzerinden siyasetlerini yürütmeye çalışması durumu daha da karmaşık hale getirmiştir.