Trump ve Kuzey Kore ile Nükleer Müzakereler-8
Bu bölümde Japonya ve Güney Kore'nin Kuzey Kore krizine olan bakışını ele alacağız.
Kuzey Kore ile ilgili, Güney Kore karmaşık bir güvenlik durumu yaşamaktadır. Kuzey Kore ve Amerika arasındaki gerilimler, Pekin ve Washington'un Kore yarımadası krizini çözme hususundaki ihtilafları Güney Kore ve tabii ki Japonya'ya ağır masraflar yüklemiştir. Her hangi muhtemel bir savaşta Kuzey Kore ve Japonya'nın ise en büyük hasara maruz kalacakları kesindir.
Bir diğer yandan iki ülkedeki çevrelere göre Tokyo ve Seul kendilerini korumak için silah alma süreçlerini hızlandırmalı ve ordularının bütçelerini kat kat arttırmalılar. Ayrıca uzmanlara göre Seul ve Tokyo'nun Amerika'ya bağımlılığının dozu da iyice artmış ve onların Çin ve Kuzey Kore ile ilişkilerinin zedelenmesine yol açmış ve her türlü müzakere ve uzlaşma ihtimalini azaltmıştır. Güney Kore ise Kuzey Kore krizinden en çok etkilenen taraf olarak aslında anlaşma ve müzakereden yanadır. Öyle ki Seul, Trump'ın Kuzey Kore lideri ile görüşmelerin de asıl etkeni ve saiki idi.
Güney Kore cumhurbaşkanı Moon Jae-İn Kuzey Kore ile müzakere ve genel olarak diplomasi sürecini destekleyerek müzakerelerin füze ve nükleer denemelerin devam ettiği bir sırada gerçekleştirilemeyeceğine vurgu yapıyor. Güney Kore cumhurbaşkanı seçim kampanyası boyunca da ülkesinin Kuzey Kore krizinin çözülmesi sürecinde daha aktif rol oynaması gerektiğini, askeri bütçesini arttırmasını ve savunmasını bağımsız bir şekilde güçlendirmesini söyledi.
Moon Jae-İn aslında güçlü bir şekilde Kore yarımadasında gerilimlerin azalmasını ve Kuzey komşuları ile ilişkilerini normalleştirme peşinde olsa da ancak Seul'un farklı düzeylerde Amerika'ya bağlı olmasından dolayı, özellikle de Amerika'nın bilhassa da Trump döneminde gerilimlerin azalmasından yana olmadığından ötürü Kuzey Kore ile müzakerelerde istediği sonuçlara varamadı.
Aslında Pyongyang da Güney Kore'nin Amerika'dan vekaleten bu müzakerelerde bulunduğunun farkına varmıştır. Bu yüzden Güney Kore'nin müzakere taleplerini reddetmiş ve füze ve nükleer denemelerini iyice arttırmıştır. Gerçekte Kuzey Kore, Güneyli komşusunun Amerika'dan daha fazla bağımsız hareket etmesini ve inisiyatifli davranmasını istiyor.
Kimi Güney Koreli uzmanlar ise Güney Kore hükümetinin Seul'daki muhafazakarlar ve Washington'da Kuzey Kore ile işbirliği yapmak isteyen liberaller arasında dengeyi sağlamasını bir yandan da Pyongyang ile işbirliği yaparak Amerika ile güvenlik ilişkileri de geliştirmesini istiyorlar. İşte bu çifte standartlı yaklaşım Trump döneminde daha da çetrefilleşen güvenlik bir bilmeceye yol açmıştır. Amerikan THAAD füze sistemlerinin Güney Kore'ye konuşlandırılması ile Çin bu ülkeye karşı gayrı resmi yaptırımlar uygulamaya başlamıştır. Kuzey Kore de bu girişime olumsuz tepki göstermiştir.
Güney Kore'nin Amerika'ya yaklaşması bir yandan bu ülkeyi Çin ve Kuzey Kore'den uzaklaştırmış ve doğal olarak barışın sağlamasını da ertelemiştir. Aslında Güney Kore de Amerika'nın ya hepsi ya hiç yaklaşımına karşı olup her şeyin aşamalı olarak düzelmesinden yanadır. Güney Kore ayrıca Trump'ın Kuzey Kore ile müzakere şeklinin iki Kore ilişkilerine de zarar verdiğini düşünüyor. Çünkü Trump tek yanlı olarak davranmış ve bu tek yanlılık da bölgesel bir anlaşmaya varılmasını engellemiştir. Öyle ki Trump bile Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli füzelerini önemsiz göstermeye çalışmıştır. Halbuki Güney Kore bu füzelerde dolayı bile büyük kaygı duymaktadır.
Bu yüzden Kuzey Kore ile müzakereler tamamen yenilgiye uğrayıp veya Kuzey Kore'nin füze ve nükleer programını ciddi şekilde sınırlandıracak bir anlaşmaya varılmazsa en büyük kaybeden ve zarar gören tarafın da Seul olacağı söylenebilir. Böyle olursa bu müzakerelerde önemli payı bulunan Moon Jae-İn de iç arenada büyük eleştirilere maruz kalacaktır. 2019 yılında ise Güney Kore ve Amerika'nın tatbikatının düzenlenmesi ile Kuzey Kore bu kez Güney Kore ile her türlü müzakereyi askıya aldı ve böylece Amerika ile ikili müzakerelere daha fazla önem verdiğini göstermiş oldu.
Japonya'nın Kore krizindeki rolünü daha iyi anlamak için tarihine bakmak lazım. İkinci Dünya Savaşının son bulması ile Amerika ve Japonların güvenlik birliğinin dönüm noktası olduğu söylenmelidir. Bu durum Japonya'nın güvenlik açısından tamamen Amerika'ya bağımlı hale gelmesine neden oldu. O günden bu yana Japonya artık bir Amerika kolonisi sayılır. Son dönemde ise Barack Obama başkanlığından itibaren Amerika'nın tekrar Doğu Asya'ya odaklanması bu bölgenin Amerika dış siyasetindeki önemini gösteriyor. Bu çerçevede önem taşıyan husus ise Çin ile mücadele ve Amerika'nın bölge ülkeleri ile güvenlik koalisyonlarının geleceğidir.
Son yıllarda Amerika dış siyaseti bir yandan koalisyonların güçlendirilmesine ve bir yandan da bölgesel ortaklara daha fazla sorumlulukların devredilmesine odaklı olmuştur. Bu doğrultuda Japonya da bu siyasetlerden etkilenmiştir. Bu çerçevede Japonya'nın güvenlik ve savunma alanlarındaki bölgesel rolü de arttırılmaya çalışılmıştır. 2004 savunma programı talimatı, 2005 ve 2015 savunma bakanlığı belgeleri, 2013 ulusal güvenlik stratejisi dahil Japonya'daki farklı belgeler de Kuzey Kore'nin bir tehdit olarak bu resmi belgelere geçtiğini gösteriyor. Pyongyang ise Amerika'nın Japonya'yı bir baskı aracı olarak kullandığını düşünüyor.
Kore yarımadasında istikrarın sağlanması ve bir savaşın olmaması Japonya için hayati önem taşıyor. Ancak bu doğrultuda mevcut durumun korunması veya Kuzey Kore'nin füzeler ve nükleer silahlardan arındırılması Tokyo için daha uygun bir durumdur. Çünkü Japonya iki Kore'nin birleşmesinden yana değildir. Birleşik bir Kore, güçlü milliyetçi akımları ile Japonya'nın tarihteki kolonyalizmine karşı olumsuz bir mantaliteye sahip olup daha güçlü bir ekonomi ve daha güçlü askeri güce sahip olacaktır. Bir yandan da Çin'e yakınlaşıp Japonya'ya kabus yaşatabilir.
İşte bu süreç gerçekleşirse bölgede silahlanma rekabetine yol açacak. Bu durum ise Doğu Asya güvenliğine büyük darbe indirmesine rağmen Amerika'nın çıkarlarını da tehlikeye sokacaktır. Bu açıdan Japonya, Amerika'nın bölgedeki varlığının sürmesi ve Tokyo ile Washington arasındaki dostane ilişkilerin sürmesi şartı ile Kore'nin birleşmesine onay verecektir.
Japnonya'daki akademisyen, uluslararası ilişkiler hocası Karenmolvy ise Japonya ve Güney Kore'nin Kore yarımadası krizindeki ortak bir noktada görüşme başarısızlıkları Amerika'nın da bölgesel krizi yönetmekteki kabiliyetlerinin sorgulanmasına yol açtığını düşünüyor.
Japonya başbakanı Şinzo Abe ise Trump ve Kim Jong-Un'un görüşmelerini desteklemesinin ardından Kuzey Kore lideri ile kayıtsız şartsız görüşebileceğini belirtti. Halbuki daha önce Kuzey Kore lideri ile görüşmeleri Kuzey Kore tarafından kaçırılan kişilerin akıbetlerinin belirlenmesine bağlamıştı. Ayrıca Japonya'nın adam kaçırma hususunun yanı sıra Kuzey Kore'nin füze ve nükleer silahları hususunda kaygıları olduğunu da unutmamak gerekir.
Amerika başkanı Trump ise Singapur'da Kim Jong-Un ile görüşmesinde Kuzey Kore'nin nükleer silahsızlandırılması için aceleci davranılmamasını söylemişti. Trump, Kuzey Kore'nin sırf kıtalararası balistik ve nükleer füze denemelerinin durdurulmasını istiyordu. Ancak Japonya başbakanı Abe Kuzey Kore ile ilgili meselelerin çözülmesinde atılacak ilk adımın bu ülkenin silahsızlandırılması olduğunu belirtti. Japonya makamları Singapur zirvesinin tam ve detaylı olarak nükleer silahsızlandırmaya odaklanması gerektiğini istiyorlardı.
Trump ve Kim Jong-Un'un ikinci görüşmesinin ardından, Japon siyasi çevreler ve analistler Kuzey Kore'ye tavizler verecek anlaşmadan kaygı duyduklarını belirtip Trump'ın Amerika iç arenası yüzünden genel bir anlaşmaya rıza göstermesinden ve Kuzey Kore'nin nükleer olarak silahsızlandırılmasına ilgisiz kalacağından ciddi şekilde tedirgin olduklarını söylediler.
Kuzey Kore liderinin kıtalararası füzeler ve nükleer deneyler yapmamaya dair sözlü taahhütleri Trump için bir kazanım sayılabilir. Ancak Amerika Japonya'ya doğrulanan diğer silahlara ilgisizdir. Bu da Tokyo'nun asıl kaygısıdır. Buna ilaveten görünen o ki halihazırda Amerika da nükleer silahlı Kuzey Kore'yi kabul etmiş ve pratikte bu gerçekte pek değişikliğin yaşanması beklenmiyor.
Japonya başbakanı Şinzo Abe bu durumdan dolayı kaygılarını dile getirerek sağlanacak her hangi bir anlaşmanın Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli füzeler ve nükleer kabiliyetlerini de kapsaması gerektiğini belirtiyor. Doğu Asya meseleleri uzmanı İranlı Dr. Hüseyni Kuzey Kore'nin nükleer ve füze gücü olarak Amerika tarafından kabul edilmesinin bu gücün Washington tarafından meşru olduğu anlamına gelmiyor. Ancak defacto bir şekilde yaşanan bir durumdur. Bu uzmana göre Amerika sürekli olarak haberlerinde ve medya çalışmalarında Kuzey Kore'nin nükleer silahsızlandırılmasına vurgu yapmak zorundadır. Böylece Amerika Kuzey Kore'nin nükleer gücünü resmen tanımadığını göstermeye çalışacaktır.
Bu yüzdendir ki Japonya'nın da çok ciddi bir şekilde Kuzey Kore'nin kısa ve orta menzilli kabiliyetlerinden kaygı duyduğu söylenemez. Ayrıca Kuzey Kore'ye ekonomik tavizlerin verilmesi halinde de Çin ve Güney Kore'nin Japonya'dan daha önemli bir rol oynayacakları aşikardır. Bu da Japonya'nın güvenlik kaygıları ve önceliklerinin diğer aktörler tarafından daha da değersizleşmesine yol açacaktır.
Pyongyang da Japonya'nın yapılan baskılardaki rolünden tam olarak haberdardır. Japonya Amerika'nın Tokyo'ya danışmadan Kuzey Kore ile anlaşmaya varılmasından kaygılıdır. Trump'ın uluslararası kurum ve kuruluşlardan ve anlaşmalarda aniden çıkması gibi fevri tavırları ve kararları da Japonya'yı iyice kaygılandırmış ve Trump'ın öngörülemez tavırları ve siyasetleri hakkında bir tedirginliğe sürüklemiştir. Özellikle de Japonya'nın 6'lı müzakerelerde bulunan ülkelerden farklı olarak Kuzey Kore ile siyasi ilişkileri bulunmaması ve Pekin veya Washington üzerinden siyasetlerini yürütmeye çalışması durumu daha da karmaşık hale getirmiştir.