Türkiye Hidropolitiği-1
Bu seri programımızda Türkiye'nin su yönetimi siyasetleri ile ilgili konuşacağız.
Bu program çerçevesinde Türkiye'nin su ile ilgili siyasetlerinden doğan sorunlar ve bu siyasetlerin Ankara ve bölge ülkeleri ile ilişkilerindeki etkisinden söz edeceğiz. Programımızın ilk bölümünde Türkiye'nin su yönetimi siyasetlerinin bölgesel etkilerini ele alacağız.
Yeni milenyumda su, hayat kaynağı olarak uluslararası, bölgesel, ulusal, yöresel ve yerel anlamda çok önemli rekabet malzemesi de sayılıyor. Bu çerçevede su kaynaklarının yönetiminin zarureti, su kaynaklarına sulta kurma ve su kullanımını denetleme rekabetini de şiddetlendirmiştir. İşte bu çerçevede su yönetimi siyasetleri ya da hidropolitik hususu ortaya çıkmıştır.
Günümüzde hidropolitik daha çok ilgi odağında yer almıştır. Ülkeler ise son yıllarda su dağıtımı, denetimi ve su kaynaklarının yönetimi için daha fazla siyasetler geliştirmeye başlamışlardır. Su yönetimi siyasetleri ya da hidropolitikte çifte standartlı işleyişler ve yaklaşımlar ise ülkeler arasında ciddi sorunlara ve tartışmalara yol açmıştır. Tabii olumlu siyasetler de ülkeleri birbirine yakınlaştırma potansiyeline sahip olduğu görülmektedir.
Batı Asya'da Su Politiği isimli kitabın yazarları Mustafa Doletyar ve Prof. Garry ise eserlerinde suyun kimi durumlarda bölgede tartışmalara ve sorunlara yol açtığına değinerek, suyun çoğu durumlarda da rakip veya muhalif ülkeler arasındaki işbirliğini ve yakınlaşmayı tetiklediğini de belirtmişlerdir.

Türkiye ise özel stratejik konuma sahip bir ülkedir. Türkiye üç taraftan su ile çevrilidir. Kuzey'den Karadeniz, Güney'den Akdeniz ve Batı'dan da Ege ve Marmara denizleri ile çevrilidir. Bu ülkede birçok nehir akmaktadır. Bu nehirler ve ırmaklar ise komşuların da topraklarından geçerek bölgedeki denizlere ve göllere dökülmektedir. Dicle ve Fırat'ın büyük bir bölümünün Türkiye su kaynaklarından aktığı biliniyor.
Türkiye'nin önemli su yönetimi projelerinden biri de GAP'tır. Güney Doğu Anadolu Projesi 22 baraj ve 19 hidro santralin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde yapılmasından oluşmaktadır. Türkiye'nin Güney ve Doğu bölgelerinde devam eden bu proje şimdi de Dicle ve Fırat nehirlerinin durumu bölgenin en önemli jeopolitik konusuna dönüştürmüştür. Çünkü Dicle ve Fırat, Türkiye, Irak, Suriye ve İran'ın Güney Batı'sında hayatın devam etmesi ve gelişmek için çok önemli atardamarlar olarak sayılırlar.
Dicle ve Fırat su havzasında en önemli ülkeler Türkiye, Suriye ve Irak sayılırlar. Türkiye ise uzun zamandır yapısal gücü ve su kaynaklarının konumundan dolayı bölgenin su hegemonyasını elinde bulundurmaktadır. Irak ve Suriye ise Dicle ve Fırat'ın alt havzasında yer alıp su ihtiyaçlarını gidermek için komşu ülke Türkiye'ye bağlıdırlar. Uzmanların görüşlerine göre Suriye ve Irak'taki mevcut su durumu vahimdir. Halihazırda bu ülkelerde binlerce kişi suya bile erişimleri yok ve tarımcılar da su sorunlarından dolayı tarlalarını terk etmiş durumdalar.
Türkiye'nin su yönetimi projeleri ise Suriye ve Irak'ı büyük oranda etkilemiş bulunuyor. Bu projeler tarımsal ve çevresel anlamda iki komşu ülkeyi farklı boyutlarda zararlı çıkarmıştır. Güney Doğu Anadolu Projesi Irak ve Suriye'ye giden suları yüzde 70 ila 80 kadar azaltmıştır. Güney Doğu Anadolu projesi uluslararası ve bölgesel belgelerde GAP ismi ile bilinmektedir.
Uluslararası su sorunları hukuki uzmanı Salih Muhtar ise bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmuştur:" Türkiye'nin su yönetimi siyasetlerinin etkisini Irak'ın Güneyinde açıkça görmek mümkün. O bölgede su aşırı derecede tuzlu hale gelmiştir. "
Irak eski başbakanı Nuri El Maliki döneminde Irak Türkiye'nin sayısız baraj yapma ve tekelci su yönetimi siyasetlerine itiraz ettiği zaman Türkiye ise Irak'ın petrol kaynaklarından söz edip su ihtiyaçlarının karşılanmasına karşılık petrol ve enerji ihtiyaçlarının karşılanmasından söz etmişti. Doğal olarak bu hukuk dışı mazeret ve izahat alt havzada bulunan Irak ve Suriye tarafından kabul göremezdi. "
Suriyeli uluslararası su meseleleri üst düzey uzmanı Nebil El Semen ise Arap El Şurta gazetesindeki yazısında bu hususta şöyle bir değerlendirme yaptı:" Irak ve Suriye'de güvenlik sorunları ve savaş koşulları yatışıp, durum iyiye giderse Türkiye ile Dicle ve Fırat üzerinde yaptıkları projelerden dolayı sorunlar ve gerilimler başlayacak ve yeni bir kriz patlak verecektir. "

Türkiye'nin siyasi motivasyon ve saikler dışında su kaynakları yönetimi ile ilgili meşru kaygılarının da olduğuna değinmek gerekir. Aslında Irak yaşadığı krizler ve güvenlik sorunlarından dolayı su kaynaklarını yönetemiyor. Tabii ki su kıtlığı Irak'ın farklı sektörleri özellikle de tarım sektörüne ağır darbe indirip Irak toplumunun sağlığını da tehlikeye düşürebilir.
Irak su kaynakları bakanlığının raporuna esasen bu ülke yıllık olarak 216 milimetrelik yağış ve yüksek buharlaşma oranı ile dünyanın yarı kurak ülkelerinden sayılır. Irak su havzasında alt havza ülkesi sayılıp su rezervlerinin yüzde 90'ını komşu ülkelerden almaktadır. Bu çerçevede Türkiye'nin bu orandan payı yüzde 80 kadardır. Irak hükümeti ise GAP'ın hayata geçirilmesi ile yerli ekonomisinin yüzde 36'sının tarımcılığa bağlı olduğu bir ülke olarak Iraklı tarımcıların birçoğunun işsiz kalacağını biliyor. Bunun yanı sıra Irak elektrik santrallerinin yüzde 20 kadar üretiminin ve kapasitesinin azalması da öngörülmektedir.
1987 yılında Türkiye ve Suriye arasında ikili ekonomik işbirliği anlaşmasının imzalanması ile Fırat nehri suyunun kullanımı ile ilgili de bir güvenlik protokolü imzalandı. Ancak pratikte bu protokol pek de hayata geçirilmedi. Atatürk Barajının 1990 yılında tamamlanması ile pratikte Suriye'nin yüzde 40 ve Irak'ın da yüzde 90 kadar Fırat suyundan yararlanmasını azalttı.
Aslında Ankara, Fırat suyundan yararlanma yönündeki hakları hususunda net ve zorbalığa dayalı bir siyaset izlemeye başlamıştır. Ankara ve Şam arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan bir başka husus da Türkiye'nin Birecik bölgesinde 672 megawatt'lık bir santral inşa etmesi idi. Türkiye Kasım 1995 yılında Birecik bölgesinde Fırat nehri üzerinde inşa edilecek iki baraj için Avrupa Konsorsiyumundan mali kaynak sağladı.
Türkiye'nin bu barajları yapmaya başlaması ve bu yöndeki projeleri ise Suriye ve Irak tarafından protesto edildi. Bu iki ülke Türkiye'ye bu barajları yapmak üzere destek veren ve projelerde rolü bulunan şirketlere Ankara ile işbirliklerine devam etmeleri halinde bu iki ülkede yapılacak gelecekteki projelere katılmayacakları uyarısında bulundu.
Türkiye, özel jeopolitik konuma sahip olmasına rağmen petrol ve doğalgaz açısından zayıf ülkelerden biri sayılır. Bu ülkenin sanayi sektörünün gelişmesi ile Türkiye günden güne daha fazla petrol ve doğalgaza bağlı bir ülkeye dönüştü ve diğer yandan da bölge enerji alanında eksen rol talep edip Doğu ve Batı arasında enerji aktarımı terminali olarak kendini tanıttı.
Şimdi de Türkiye suyu bir silah ve koz olarak bölge ülkeleri aleyhine kullanmak istiyor. Nüfusun artması ve besin güvenliğinin, enerji güvenliğinin yükselmesi, ekonomik ve teknolojik gelişmenin de yaşanması ile suyun değeri ve yönetimi daha da belirginleşti. Aslında bu gelişmelerin ve artışların hepsi ülkelerin su siyasetleri yani hidropolitiği ile alakalıdır. Tahminler de Türkiye'nin mevcut hidropolitiğinin devam etmesi halinde yakın gelecekte Türkiye ve komşu ülkeler arasında gerilimlerin ortaya çıkacağını gösteriyor.
1977 yılına kadar Türkiye, Irak ve Suriye dahil Dicle ve Fırat su havzasında birçok baraj ve sulama kanalları inşa edildi. Ancak BMT'nın raporuna göre bu süreç son otuz yıllık sürede iyice hız kazanmış ve artmıştır. Aynı rapora göre Türkiye hükümeti Dicle ve Fırat sularını engellemek ve üzerlerinde baraj yapmakta ve başka bir ifade ile Mezopotamya bölgesinin kurumasında en önemli aktör olmuştur. Bu durum üçüncü zarar gören ülke olarak İran için de çok önemli bir husustur. Çünkü İran'ın Güney Batı'sındaki Huzistan eyaletinde yaşanan toz fırtınaları daha çok Irak'ın Güney'indeki göletler ve sulak alanların kurumasından kaynaklanıyor. Ayrıca Suriye'deki Badiye El Şam bölgesindeki arazinin de kuruması bu durumun nedenlerindendir. Aslında Irak ve Suriye'deki durum İran'ın Batı ve Güney Batı eyaletlerini hem sağlık hem çevresel anlamda zararlı çıkarmaktadır.

Dicle ve Fırat nehirleri ise Basra kentinin yakınlarında birleşerek Şattül Arap su havzasını ve nehrini oluştururlar. Bu nehirler İran'dan kaynaklanan Karun nehri ile Basra şehrine 33 kilometre uzaklıkta birleşerek İran'ın Ervendrud nehrini oluştururlar. Bu nehir ise İran ve Irak sınırını oluşturmaktadır. Ervendrud su havzasının önemli nehirleri ise Dicle, Fırat, Kerha ve Büyük Karun nehirleridir. Bu çerçevede Türkiye, Suriye, Irak ve İran bu ortak su havzasında yer alırlar.
Ervendrud nehri İran ve Irak arasında büyük tartışmalara ve sorunlara da neden olmuştur. Bu da Ervendrud sınır nehrinin önemini ve su kaynakları açısından eşsiz konumunu göstermektedir. GAP projesinin akıbeti ve Dicle ve Fırat'ın yanlı bir şekilde kullanılması tabii ki bölgesel işbirliği ve istikrarı da kötü yönde etkileyecektir.
Böylece bölgesel su krizinin doğru yönetilmediği durumunda Batı Asya'da siyasi düzenin de karışacağı söylenmelidir. Su krizi ve çevresel meselelerin ta içlerinden medeniyetlerin çöküşü, etnik ve bölgesel çatışmalar ve savaşlar da çıkabilir. Irak, Suriye, İran ve Türkiye ise bu bölgesel sorunların merkezinde yer alabilirler. Bu yüzden bu ülkelerin işbirliği yapması ve su kaynaklarını planlı ve doğru tüketmeleri şart.
Bu hususta atılacak ilk adım ise uluslararası çevre hukukunun zorunlu yasalarına riayet edilmesidir. Bu çerçevede çevreye zarar vermeme ilkesine bağlı kalınmalıdır. Bu ilke ise GAP projesinde ciddi şekilde ihlal edilmiştir. Sonuçta çölleşme süreci hızlanmış ve Irak, Suriye ve İran Türkiye'nin farklı barajları inşa etmesinden dolayı toz fırtınaları sorunu ile karşı karşıya kalmıştır.