Ağustos 21, 2020 20:00 Europe/Istanbul

Bu bölümde Türkiye'nin Güney Doğu Anadolu Projesini uygulamasının Irak ve Suriye'ye indirdiği darbeleri ve bu iki ve alt havza ülkelerine verdiği zararları ele alacağız.

Bölgesel ve sınır dışında akan sular hususundaki araştırmalar da  yukarı havzada  suyun kontrol edilmesi doğrultusundaki girişimlerin alt havzada suyun azalmasına yol açtığını ve su güvenliği ve insani güvenliği tehlikeye düşürdüğünü gösteriyor.  Bu yüzden  aynı nehirler ve akan sular istikametinde bulunan  ülkeler arasında su yönetimi alanında işbirlikleri çatışmalar ve savaşlar bile söz konusu olmuştur.    

Batı Asya suyunun yüzde 90'ı ortak sınır dışı sulardan oluşmaktadır.   Bu ortak bölgelerden biri de bol sulu Dicle ve Fırat havzasıdır.  Bu havzada da  Batı Asya'daki diğer su havzaları gibi  yönetim ve adil paylaşım sorunu yaşamaktadır.   Farklı su havzaları arasında,  Dicle ve Fırat su havzası belki de en tartışılan havzalardan olmuştur. 

Dicle ve Fırat  nehirlerinin konumu  öyle ki hiç de milli sınırlar, siyasi ve stratejik eğilime uymuyor.    Dicle ve Fırat su havzası ülkeleri arasındaki siyasi gerilimler  bu nehir üzerinde altyapı tesisleri ve barajların inşası ile alakalı olmuştur.  Ancak  Türkiye  1983 yılında Güney Doğu Anadolu Projesini hayata geçirdiğinde  Suriye ve Irak ciddi şekilde tepki gösterdiler ve Türkiye ile bu ülkeler arasında yeni gerilimler yaranmış oldu.   

Bilindiği üzere Türkiye, Dicle ve Fırat su havzasının asıl aktörü olmuştur.   Bu ülke belli bir şekilde  1980'li yılların başlarından beri   ekonomik-siyasal yaklaşımı çerçevesinde    GAP projesini uygulamaya başlamıştır.  Bu projeler dahilinde ise  Dicle ve Fırat nehirlerinin suları  özellikle de tarımsal alanları sulamak amacı ile  yönetilmeye çalışılmıştır. Ancak bu süreç komşu ülkelere de belli zararlar vermiştir. 

Yapılan anlaşmalar ve incelemelere göre   GAP'ın  hidropolitik  etkilerinin  bölge için ciddi bir tehdit sayıldığını gösteriyor.  1980 yılından itibaren  GAP kısaltması ile bilinen Güney Doğu Anadolu Projesi çerçevesinde Dicle ve Fırat nehirleri sularının yönetilmesi projesi  aslında  diğer ülkelerin çıkarlarına bakmaksızın  bu suların tekelci ve araçsal bir şekilde  kullanılması yaklaşımı çerçevesinde olmuştur.    

2008 yılında bu projenin büyük bir bölümü hayata geçirildi.   2008 yılında Recep Tayyip Erdoğan   GAP'ı tamamen hayata geçirme talimatnamesini onayladı.  Ardından da Türkiye hükümeti daha ciddi bir şekilde   bu projeyi tamamlamaya odaklandı.  Dicle ve Fırat'ın üst havzasında 22 baraj ve 19 hidrosantral altyapı tesisinin kuruluşunu kapsayan GAP,  bir buçuk milyon  hektarı aşkın tarımsal alanın sulanması ve de yıllık olarak 55 milyar kilowatt elektrik üretimi için yürütülmektedir. 

Bu projenin en büyük altyapı tesisi ise  1992 yılında  48 milyar metreküp kapasitesi ile yapılan Atatürk barajıdır.   Kimi tahminlere göre ise  tarımcılık ve endüstri için suyun toplu miktarda alınmasının ciddi yan etkileri olacaktır. Bu çerçevede  baraj göllerinde depolanan suyun buharlaşması,  nehirlerin  hidrolojik düzenlerinin bozulması ve iklim değişikliği ve hava sıcaklığı gibi sorunlar gelecek yıllarda belirebilir.  Bu yan etkiler ise Irak'a akan suların bile yüzde 80 kadar azalmasına yol açacaktır.   

Bilindiği üzere    Fırat Nehri Türkiye'den Suriye'ye akmakta ve bu ülkenin ardından da Irak'a akıp oradan da İran'ın Hurul Azim sulak alanında toplanmaktadır. Bu yüzden  Irak'a akan suların azalması  doğal olarak İran gibi alt havza ülkelerini de doğrudan etkilemektedir.  

Dicle ve Fırat'ın yukarı havzasında sayısız baraj inşa etme politikası sırf alt havzaya çevresel zararlar ve kuraklık dayatmıyor.  Bir yandan  da insanlara ve onların beslenmesine etki yapıyor.  Batı Asya nüfusu tahminlere göre  gelecek 30 yıl içerisinde ikiye katlanacaktır.  Buna esasen  kişi başına düşen su rezervi de azalır ve hep bu düşüş devam eder.  Türkiye'nin Batı Asya bölgesinde sürekli baraj inşa etmesi ise  şimdiden bile  olduğu gibi gelecekte de Irak ve Suriye nüfusunun yüzde 50'sini   kırsal alanlardan şehirlere göç ettirecek ve böylece şehir bölgelerinde de su tüketimini 10 ila 12 kat arttıracak ve sonuçta aşırı su kıtlığına yol açacaktır. 

Geçmişten beri  Irak ve Suriye  buğday ihracatçıları olmalarına rağmen şimdi buğday ithalatçısı konumuna gelmişlerdir.   Bu ülkelerin tahıl  üretme kapasiteleri  Türkiye'den akan suların azalması ile iyice düşmüştür.   Irak 2017 yılında buğday ihracatçısı olmayı planladıysa da  su krizi dolayısı ile bu projede tamamen yenilgiye uğradı.  Tabii bu ülke geçmişte  bölgenin tahıl üreticileri arasında yer alıyordu.  Halihazırda ise  Bağdat  mağazalarında bulunan tahıl ürünlerinin çoğu da özellikle İran ve Türkiye markalıdır. 

Irak'ta besin maddelerinin kıtlığının asıl nedenlerinden biri de  su kıtlığından kaynaklanan facia boyutuna ulaşan tarımcılık sektörüdür.   Türkiye'nin Güney Doğu Anadolu bölgesini geliştirmeye yönelik çabaları  şimdi de Fırat ve Dicle su havzasının alt kısımlarını  kuraklık ve su kıtlığı krizi ile karşı karşıya bırakmıştır.   Suriye ise  bu sorun ile mücadele için su alanında kendine yeter duruma gelmeye ve   tarım sularını  damla sulama yöntemi çerçevesinde kullanmak istiyor.  

Su tasarrufu alanında yeni teknolojilerin kullanılmaması ve tarımcılık alanında uygun olmayan sulama yöntemlerine baş vurulması  suyun özellikle de Irak ve Suriye'de boşa kullanılmasına yol açmıştır.  Suriye ise  sulama alanında yeni teknolojiler kullanmaya başlamıştır.  İç çatışmalar ve siyasi istikrarsızlığın devam ettiği sırada Suriyeli tarımcılar da bu yeni yöntemlerden yararlanma şansını pek bulamamışlardır. 

Türkiye'nin  su siyasetleri  ve bu siyasetlerin enerji hususu ile alakası hakkında  şöyle bir değerlendirme yapmak mümkün:  Türkiye  Dicle ve Fırat  havzası alanında   Suriye ve Irak'a göre daha fazla enerjiden yararlanmaktadır. Türkiye  petrol üreticisi olmadığından dolayı  petrole bağlı olmayı da istemiyor.  GAP projesi   de bu doğrultuda  değerlendirilmelidir.  GAP projesi Türkiye'nin  petrol ihtiyacını azaltmış ve  28 milyon tona indirmiştir.  

Bir diğer yandan da Irak  yirminci yüzyılın başından itibaren  ve Suriye de  2001 yılından itibaren  petrol ihracatçısı olmuştur. Halbuki Türkiye yakıtının yüzde 63'ü kadarını  ithal etmek zorundadır.  Suriye ise  hidroelektrik alanında elektrik üretimi için boşluk hissetmektedir.  Irak ve Suriye petrol kaynaklarına sahipler ve Türkiye de kimi zaman özellikle de Suriye'ye Fırat'ı tamamen kapatma hususunda baskı yapmıştır.  

Su sorunları uzmanı ve araştırmacısı Christine Drake ise bu hususta şöyle düşünüyor:"    Altyapı kaynaklarının aşırı kullanılması, nehirlerin  sularının kirlenmesi ve de yukarı havza ülkelerinin  baraj inşa etme projeleri  bölgede yeni gerilim kaynağı olmuştur.   1967 Siyonist Rejim İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki savaş   da bu doğrultuda değerlendirilmelidir.   Bu doğrultuda su kaynaklarına erişim,  İsrail'in  1982 yılında  Lübnan'ı işgal etmesinin en önemli  sebebi idi.  Buna ilaveten  Siyonist Rejimin ihtiyacı olduğu suyun yüzde 40'ı  Gazze bölgesinin yer altı kaynaklarından  temin edilmektedir.  California Üniversitesi  araştırmacılarının bir araya gelmesi ile oluşturulan grubun incelemelerinin sonuçları ise   bölgede yer altı su düzeyinin düştüğünü ve sonuçta Irak ve Suriye'de suya talebin arttığını gösteriyor. "

GAP projesinin insani  ve çevresel sonuçları  bölge ülkelerin etkilemesinden dolayı  Irak, Suriye ve İran gibi ülkeler aktif bölgesel  diplomasi yürüterek   enerji, ticaret, çevresel ve insani meseleler etrafında toplanarak  Türkiye'ye karşı haklarını arayabilirler.  Bu ülkeler Paris Konvansiyonu, çölleşme ile mücadele konvansiyonu, Montreal Konvansiyonu Sulak Alanlar Konvansiyonu ayrıca  çevresel kurallar ve zaruretlere baş vurarak   Ankara'yı  çevresel, toplumsal ve ekonomik kurallara ve komşuluk ilkelerine riayet etmeye yönlendirebilirler.  Böylece Türkiye'nin  de çevreye zarar veren  girişimleri durdurulması umut edilebilir. 

Değerli dinleyiciler Türkiye'nin Hidropolitiği isimli bugünkü programımızda   sizi Türkiye'nin su kaynaklarını kullanma ve yönetme şekli ile ayrıca suyu bir baskı aracı olarak komşu ülkelere karşı kullanması siyasetini ele almaya çalıştık.  Batı Asya ile ilgili analizlere ilgi duyuyorsanız o zaman bir sonraki bölümü hiç kaçırmayın.  Bölgemiz ile alakalı gelişmeler arasında Türkiye'nin su siyasetlerinden çok az söz edilse de  bu siyasetlerin olumsuz tepkileri günden güne daha net bir şekilde göze çarpmaktadır. 

Bu bölümde Türkiye'nin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde 22 baraj inşa ettiğini ve komşu ülkelerin su ihtiyaçlarını arttırdığını,  Türkiye'nin  bu geniş çaplı projeyi uygulama nedenlerini bu projenin uygulanması ile komşuların topraklarına akan suların yüzde 50 düştüğünü ve bölgede suyun bir araç olarak kullanılmasını ele aldık.  GAP çerçevesinde 19 hidro santralin inşa etmesi ile  Türkiye siyasetçileri de   bu ülkenin petrole bağlılığını azaltmak istiyorlar.  

Türkiye komşu ülkelerine suya bağlılığını arttırmak ve kendi petrol ve enerji ihtiyaçlarını azaltmak istiyor. Tabii her ülke kendi milli kaynaklarından ve zenginliklerinden yararlanmak istiyor. Ancak tarih  hep    çıkarların sağlanması için  diğerlerine zarar vermenin mantıklı olmadığını husumetlere yol açtığını gösteriyor.  Türkiye'nin Güney Doğu Anadolu Projesi ile Batı Asya'da su kıtlığının ve krizinin  şiddetlenmesi   Batı Asya'daki krizi daha da çetrefilleştirmiştir.  Batı Asya'da tarımcılığın  yok olması hala tartışılan bir gelişme olmuştur.   Bu durum ise  Türkiye dış siyasetine yönelik eleştirileri de arttırmıştır.