Ağustos 21, 2020 19:59 Europe/Istanbul

Bu bölümde Türkiye'nin su ile ilgili siyasetleri ve Ilısu barajının etkilerini ele alacağız.

Uzun zamandan beri  Dicle ve Fırat su havzaları ülkeleri de , bu su kaynaklarından yararlanmak için  husumet, rekabet, siyasi ve ekonomik düşmanlıklar yaşamışlardır. Dicle nehrinin kaynağı ve Fırat nehrinin  kaynaklarının büyük bir bölümü ise Türkiye'de bulunuyor. Bu çerçevede Türkiye'nin Suriye ve Irak'ın başlıca su kaynakları sayılan Dicle ve Fırat sularının kontrolünü elinde bulundurması hep tartışma konusu olmuştur.  

Birçok uzman, Dicle ve Fırat suları üzerinde Türkiye'nin baraj yapmasını eleştirmiş ve bu girişimin  komşu ülkeleri su krizine sürükleyebileceğini ve savaşa ve güvensizliğe bile yol açabileceğini belirtmişlerdir.    Türkiye ise tartışmalı bir karşılaştırma yaparak  Arapların  petrolü kullandıkları şekilde Türkiye'nin de kendi su kaynaklarını istediği şekilde kullanabileceğini savunuyorlar.  Doğal olarak  sınır dışına uzanan su mecraları ve nehirlerin mülkiyeti ile  petrol sahaları mülkiyeti arasındaki  karşılaştırma mantık ve uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir bir husus değildir.  

İran'da üniversite hocası Ebulfazl Mecnuni Haris ise bu hususta şöyle düşünüyor:" Maalesef  Türkiye'nin son yıllardaki siyasetleri  bölgeyi istikrarsızlaştırma yönünde olmuştur. Bu çerçevede Ankara  iki Arap komşusunun güvenliği ve bayındırlığını bitirmek için  elinden geleni ardına koymamıştır. "

Irak, Türkiye ve Suriye'nin ardından  Dicle ve Fırat nehirlerinin  son kısmında yer alan üçüncü ülkedir ve bu iki nehre aşırı derecede bağlıdır.  Bu ülkenin su ihtiyacının yaklaşık yüzde 85'i kadarı  Dicle ve Fırat'tan temin edilip ayrıca tarımsal alanlarının 1.3 milyon hektarı da bu nehirlerden sağlanan sular ile  doyurulmaktadır.  

Irak ve Suriye  bu ihtiyaçlarından ve bağlılıklarından dolayı aşırı bir şekilde Türkiye'nin su projeleri ve politikalarından kaygı duyuyorlar. Örneğin Türkiye  Fırat nehri üzerinde Atatürk barajını inşa ettiğinde bir ay boyunca Ocak ile  Şubat ayları arasında  Fırat'ın tüm suyunu  barajın arkasındaki gölde biriktirdi ve bu alanda su depoladı.  Böylece  suyun Suriye ve Irak'a akmasına mani oldu.  

Bilindiği üzere Fırat nehrinin kaynaklarının yüzde 94'ü ve Dicle nehrinin kaynaklarının da yüzde  51'i Türkiye topraklarında bulunmaktadır.  Türkiye'de su tüketiminin gelecek yıllarda nüfus artışı ve şehirciliğin gelişmesi, sonuçta hayata ve tüketim modellerinin değişmesi ve de Türkiye'nin işgal altındaki topraklara su ihracatı dolayısı ile  kat kat artacağı tahmin edilmektedir. 

Son dönemde ise Türkiye'nin çevreye zarar veren, bölgede gerginliğe neden olan bir başka girişimi de Dicle nehri üzerinde Ilısu barajını inşa etmesi idi. Türkiye'de Ilısu barajının inşa sürecinde Iraklı makamlar defalarca  bu barajın inşa edilmesi halinde Irak'ın Güney bölgelerinin kuraklık sorunu yaşayacakları hususunda uyarılarda bulundular.   

Bu barajın inşa edilişinden söz edildiğinde, ilk kez 1980 yılında mühendisler tarafından planının tasarlandığında bu proje aksaklıklar ile karşılaştı.   Bu aksaklıklar ise  Türkiye hükümetlerinin bu barajın bölgenin gelişmesine yardımcı olacağı iddialarını yalanlayan yerli aktivistlerin  girişimleri yüzünden yaşandı.  2009 yılında ise Avrupalılar  Ilısu barajının bölgeye yönelik oluşturduğu insani tehditler yüzünden  bu projeye tanıdıkları ve sağladıkları kolaylıkları de geriye çektiler. Buna rağmen  Ilısu barajı  2019 yılında doldurulmaya başlandı. Bu da Suriye ve Irak'ta yeni dalga çölleşme sürecini başlattı. 

Türkiye, Ilısu barajının gölünü doldururken  İsveç'teki  Uppsala Üniversitesi  Teknik Fakültesi hocalarından Ensari ise  "İstanbul'daki  Irak'taki Su Durumu ile ilgili Kaygılar" başlıklı konferansında  şöyle bir açıklamada bulunmuştu:"  Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Dünya Bankası  raporları da   Dicle ve Fırat havzasının üst bölgesinde bulunan ülkelerin  projelerini tamamlaması halinde, yağışların aşırı derecede düşeceğini ve ısınmanın artması ile  Irak için hiçbir suyun geriye kalmadığını  gösteriyor. "

1987 yılında Suriye ve Türkiye  Fırat nehrinin suyundan yararlanma kurallarını da içeren ekonomik işbirliği anlaşmaları çerçevesinde  suyun siyasi ve politik ihtilaflarda ve çatışmalarda  bir araç olarak kullanılamayacağına dair bir güvenlik protokolü imzaladılar.  Ancak bu protokol de pek işe yaramadı ve pratikte hayata geçirilmedi.  90'lı yıllarda ise Suriye, siyasi sığınmacı olarak nitelediği PKK başında bulunan  Öcalan'ı  Türkiye'ye iade etmekten sakındığı zaman   Türkiye dönem cumhurbaşkanı Turgut Özal  da Ekim 1987'de  Suriye'nin PKK'ya verdiği desteği çekmemesi halinde  Fırat suyunun Suriye'ye akmasını engelleyeceği tehdidinde bulundu.    

İran'da Batı Asya stratejik araştırmalar merkezinin Türkiye bölümü  müdürü baş araştırmacı  Seyyid Esedullah Athari ise  bu hususta şöyle diyor:"  Türkiye, Irak ve Suriye'ye karşı suyu siyasi ve hegemonik bir araç olarak kullanıyor. Bu yüzden  su, Türkiye için siyasi  pazarlık yapma aracı ve ticari bir maldır. "

Şam ve Ankara ilişkilerinde gerilime  neden olan bir başka konu ise  Türkiye'nin Birecik bölgesinde 672 megawatlık hidrosantral inşasına başlaması idi.  Türkiye  Kasım 1995'te   Avrupa Konsorsiyumu ile  Fırat nehri üzerinde Birecik  bölgesinde  iki barajın inşası için kredi ve mali kaynak sağladı.    

Türkiye'nin Birecik'te barajlar inşa etme projesi ise hem Suriye hem  Irak'ın tepkilerine yol açtı.  Bu iki ülke  Türkiye'ye bu projede yardımcı olan şirketlere bu ortaklıklarına devam etmeleri durumunda  gelecekte bu iki ülkede  başlayacak tüm projelere katılma hakları olmadığı uyarısında bulundular.   Irak ise  Türkiye'nin Güney Anadolu Projesinin tamamen hayata geçirilmesi ile  büyük sorunlar yaşayacağını açıkladı.  Tabii bu sorunların başında da su geliyordu.  Uzmanların tahminlerine göre   GAP'ın tamamlanması ile  Fırat nehri suyunun  yüzde 70'ini kaybedecektir.  Irak'a akan suların azalması ile  bu ülke aşırı bir su kıtlığı ve kuraklık krizi ile karşı karşıya kalacak ve insani ve çevresel açıdan büyük zararlara katlanmak zorunda kalacaktır. 

Washigton düşünce kuruluşu  uzmanları bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmuşlardır:"   Su sıkıntıları ve kıtlığı,  siyasi, ekonomik ve toplumsal baskıların artmasını tetikleyecektir. "   Suriye meseleleri uzmanı Amerikalı üniversite hocası Lendis Joshua ise şöyle diyor:"   Dört yıllık kuraklık  Suriye'de aşırı sorunların ortaya çıkışına sebebiyet vermiştir.  Nitekim bir milyonu aşkın insanı  Suriye'nin Doğusunda çiftçilikten uzaklaştırmış ve diğer şehirlere göç etmek zorunda bırakmıştır.  Tabii ki bu demografik değişim ve nüfus kalabalığının yer değiştirmesi Suriye'de iç savaş ve güvensizliğinin belli başlı nedenlerindendi.  "  

Suriyeli uzman Benil El Semen ise  Suudi El Şark El Avsat'ın yayımladığı yazısında  suyun  gelecekte bölge ülkeleri arasında  çatışmalara yol açabileceğini özellikle de Suriye ve Türkiye'nin ilişkilerini iyice gerginleştireceğini düşünüyor. 

Aslında Suriye, Irak ve ardından da İran'a akan tatlı suların azalması ve alt kaynakların yetersiz beslenmesi ile yer altı su kaynakları katmanlarındaki kirlilik ve tuz oranı da artacaktır.  Fars Körfezi'nin suyu, Şattularap ve Ervendrud nehirlerinin su hacminin azalması ile  Basra bölgesinde doğru ilerleyecektir. Bu da  bölgedeki su kalitesinin düşmesi ve birçok balık türünün de yok olmasına neden olacaktır.  

Tebriz Üniversitesi hocalarından İranlı Muhammed Taki Settari ise bu hususta şöyle düşünüyor:"   Türkiye'nin su siyasetleri Irak'ı çevresel açıdan da etkileyecektir. Güney Doğu Andalo Projesinin devam etmesi ile  mezopotamya sulak alanlarındaki toz oranları da artacak ve toz bulutları iyice büyüyecektir.  Sonuçta  insanların hayatının kurtarılması ve tarlalarının canlandırılması için  hükümetlerin milyarlarca dolar masraf yapması lazım. Bu ağır masraflar ise Irak'ın milli ekonomisine ağır bir  yük yükleyecektir. Tabii Irak ve Suriye'nin yanı sıra İran da bu durumdan zararlı çıkacaktır. 

Tahminler ise Türkiye'nin su politikalarının aynı şekilde devam etmesi halinde  yakın gelecekte bu meselenin İran ve diğer komşu ülkeler bir yandan ve Türkiye de bir başka yandan  ihtilaf konusu olacağını gösteriyor.  BMT raporuna göre ise bölgede son 30 yılda baraj inşa etme süreci iyice artmıştır.  Aynı rapora göre Türkiye hükümeti en fazla baraj yapan ülke olup ve sonuçta Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sayısız barajlar inşa ederek mezopotamya bölgesini kuraklığa sürüklemiştir.   

Uzmanlar açısından bu durum üçüncü zararlı çıkan bölgenin istikrarlı ülkelerinden sayılan İran için de büyük önem taşıyor.  Çünkü  İran'ın Güney Batı'sında bulunan Huzistan eyaletinde baş gösteren toz fırtınalarının büyük bir bölümünün kaynağı da  Irak'ın Güneyinde son dönemlerde kuruyan sulak alanlar ve göletlerdir. Ayrıca Suriye'nin Güney Doğusunda bulunan Badiyeüşşam bölgesindeki kuraklığında da bu toz dumanlarının oluşmasında etkili olduğu görülmektedir.  Bu durum ise İran'ın sınır bölgelerinde yaşayan insanların hayatını da etkilemiş ve belki de İran'ın merkez bölgelerindeki insanları da etkileyecektir. 

İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise  4 Temmuz 2017'de Tahran'da düzenlenen " toz ve toz bulutları ile mücadele konferansında " şöyle bir açıklamada bulunmuştu:"  İran'da çölleşme ve toz dumanları ve fırtınaların yüzde 80 kadarının kaynağı ülke dışında özellikle de Türkiye'nin baraj inşa etme politikalarındadır.  "  Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin bu sözleri ise Türkiye dışişleri bakanının tepkileri ile karşılaştı.   

İran İslam Cumhuriyeti Çevreyi Koruma  Örgütü Halkla İlişkileri bürosu başkanı Muhammed Derviş ise  şöyle diyor:"  İran'ın en büyük barajı sayılan Kerha barajının üç katı olan  43 milyar metreküp kapasiteli Ilısu barajının inşası devam etmektedir.  İran ise Dicle ve Fırat'ın sularının engellenmesinin en büyük zararlı çıkan ülkelerindendir. "

Ülkelerin sınır ötesine akan sular hususundaki hakları ile alakalı uluslararası hukuk ve İslami insan hakları alanında  birçok teori ve ilke mevcuttur.  İslami görüşe göre  sınır ötesine akan suların kullanımı alanında  üst havzada bulunan ülkeler öncelikli konumdalar. Bu açıdan ihtiyacı oldukları kadarını tüketmeli ve gerisini de alt havzanın kullanımı için akıtmalılar.  Nitekim Allah Resulü Hz. Muhammed saa de  suyun tekel olarak ele alınmasını caiz saymamışlardır ve su havzalarının üst ve alt sakinleri hakkında İslami kurallar belirlemişlerdir.  Bu yüzden İslami öğretilere göre  su havzalarının üst bölgesinde bulunan kişiler alt bölgede bulunanlara hiçbir bahane ile zarar veremezler.  Türkiye ise kesin olan bu İslami kuralı kabul etmeyip  suda tekelciliği politika olarak belirlemiştir.  Nitekim Türkiye liderleri  Türkiye ile  Suriye ve Irak arasındaki ortak su kullanımı anlaşmasını 2014 yılında iptal etmişlerdir.