Türkiye Hidropolitiği-2
Bu bölümde Türkiye'nin su ile ilgili siyasetleri ve Ilısu barajının etkilerini ele alacağız.
Uzun zamandan beri Dicle ve Fırat su havzaları ülkeleri de , bu su kaynaklarından yararlanmak için husumet, rekabet, siyasi ve ekonomik düşmanlıklar yaşamışlardır. Dicle nehrinin kaynağı ve Fırat nehrinin kaynaklarının büyük bir bölümü ise Türkiye'de bulunuyor. Bu çerçevede Türkiye'nin Suriye ve Irak'ın başlıca su kaynakları sayılan Dicle ve Fırat sularının kontrolünü elinde bulundurması hep tartışma konusu olmuştur.
Birçok uzman, Dicle ve Fırat suları üzerinde Türkiye'nin baraj yapmasını eleştirmiş ve bu girişimin komşu ülkeleri su krizine sürükleyebileceğini ve savaşa ve güvensizliğe bile yol açabileceğini belirtmişlerdir. Türkiye ise tartışmalı bir karşılaştırma yaparak Arapların petrolü kullandıkları şekilde Türkiye'nin de kendi su kaynaklarını istediği şekilde kullanabileceğini savunuyorlar. Doğal olarak sınır dışına uzanan su mecraları ve nehirlerin mülkiyeti ile petrol sahaları mülkiyeti arasındaki karşılaştırma mantık ve uluslararası hukuk açısından kabul edilebilir bir husus değildir.
İran'da üniversite hocası Ebulfazl Mecnuni Haris ise bu hususta şöyle düşünüyor:" Maalesef Türkiye'nin son yıllardaki siyasetleri bölgeyi istikrarsızlaştırma yönünde olmuştur. Bu çerçevede Ankara iki Arap komşusunun güvenliği ve bayındırlığını bitirmek için elinden geleni ardına koymamıştır. "
Irak, Türkiye ve Suriye'nin ardından Dicle ve Fırat nehirlerinin son kısmında yer alan üçüncü ülkedir ve bu iki nehre aşırı derecede bağlıdır. Bu ülkenin su ihtiyacının yaklaşık yüzde 85'i kadarı Dicle ve Fırat'tan temin edilip ayrıca tarımsal alanlarının 1.3 milyon hektarı da bu nehirlerden sağlanan sular ile doyurulmaktadır.
Irak ve Suriye bu ihtiyaçlarından ve bağlılıklarından dolayı aşırı bir şekilde Türkiye'nin su projeleri ve politikalarından kaygı duyuyorlar. Örneğin Türkiye Fırat nehri üzerinde Atatürk barajını inşa ettiğinde bir ay boyunca Ocak ile Şubat ayları arasında Fırat'ın tüm suyunu barajın arkasındaki gölde biriktirdi ve bu alanda su depoladı. Böylece suyun Suriye ve Irak'a akmasına mani oldu.
Bilindiği üzere Fırat nehrinin kaynaklarının yüzde 94'ü ve Dicle nehrinin kaynaklarının da yüzde 51'i Türkiye topraklarında bulunmaktadır. Türkiye'de su tüketiminin gelecek yıllarda nüfus artışı ve şehirciliğin gelişmesi, sonuçta hayata ve tüketim modellerinin değişmesi ve de Türkiye'nin işgal altındaki topraklara su ihracatı dolayısı ile kat kat artacağı tahmin edilmektedir.
Son dönemde ise Türkiye'nin çevreye zarar veren, bölgede gerginliğe neden olan bir başka girişimi de Dicle nehri üzerinde Ilısu barajını inşa etmesi idi. Türkiye'de Ilısu barajının inşa sürecinde Iraklı makamlar defalarca bu barajın inşa edilmesi halinde Irak'ın Güney bölgelerinin kuraklık sorunu yaşayacakları hususunda uyarılarda bulundular.
Bu barajın inşa edilişinden söz edildiğinde, ilk kez 1980 yılında mühendisler tarafından planının tasarlandığında bu proje aksaklıklar ile karşılaştı. Bu aksaklıklar ise Türkiye hükümetlerinin bu barajın bölgenin gelişmesine yardımcı olacağı iddialarını yalanlayan yerli aktivistlerin girişimleri yüzünden yaşandı. 2009 yılında ise Avrupalılar Ilısu barajının bölgeye yönelik oluşturduğu insani tehditler yüzünden bu projeye tanıdıkları ve sağladıkları kolaylıkları de geriye çektiler. Buna rağmen Ilısu barajı 2019 yılında doldurulmaya başlandı. Bu da Suriye ve Irak'ta yeni dalga çölleşme sürecini başlattı.
Türkiye, Ilısu barajının gölünü doldururken İsveç'teki Uppsala Üniversitesi Teknik Fakültesi hocalarından Ensari ise "İstanbul'daki Irak'taki Su Durumu ile ilgili Kaygılar" başlıklı konferansında şöyle bir açıklamada bulunmuştu:" Birleşmiş Milletler Teşkilatı ve Dünya Bankası raporları da Dicle ve Fırat havzasının üst bölgesinde bulunan ülkelerin projelerini tamamlaması halinde, yağışların aşırı derecede düşeceğini ve ısınmanın artması ile Irak için hiçbir suyun geriye kalmadığını gösteriyor. "

1987 yılında Suriye ve Türkiye Fırat nehrinin suyundan yararlanma kurallarını da içeren ekonomik işbirliği anlaşmaları çerçevesinde suyun siyasi ve politik ihtilaflarda ve çatışmalarda bir araç olarak kullanılamayacağına dair bir güvenlik protokolü imzaladılar. Ancak bu protokol de pek işe yaramadı ve pratikte hayata geçirilmedi. 90'lı yıllarda ise Suriye, siyasi sığınmacı olarak nitelediği PKK başında bulunan Öcalan'ı Türkiye'ye iade etmekten sakındığı zaman Türkiye dönem cumhurbaşkanı Turgut Özal da Ekim 1987'de Suriye'nin PKK'ya verdiği desteği çekmemesi halinde Fırat suyunun Suriye'ye akmasını engelleyeceği tehdidinde bulundu.
İran'da Batı Asya stratejik araştırmalar merkezinin Türkiye bölümü müdürü baş araştırmacı Seyyid Esedullah Athari ise bu hususta şöyle diyor:" Türkiye, Irak ve Suriye'ye karşı suyu siyasi ve hegemonik bir araç olarak kullanıyor. Bu yüzden su, Türkiye için siyasi pazarlık yapma aracı ve ticari bir maldır. "
Şam ve Ankara ilişkilerinde gerilime neden olan bir başka konu ise Türkiye'nin Birecik bölgesinde 672 megawatlık hidrosantral inşasına başlaması idi. Türkiye Kasım 1995'te Avrupa Konsorsiyumu ile Fırat nehri üzerinde Birecik bölgesinde iki barajın inşası için kredi ve mali kaynak sağladı.
Türkiye'nin Birecik'te barajlar inşa etme projesi ise hem Suriye hem Irak'ın tepkilerine yol açtı. Bu iki ülke Türkiye'ye bu projede yardımcı olan şirketlere bu ortaklıklarına devam etmeleri durumunda gelecekte bu iki ülkede başlayacak tüm projelere katılma hakları olmadığı uyarısında bulundular. Irak ise Türkiye'nin Güney Anadolu Projesinin tamamen hayata geçirilmesi ile büyük sorunlar yaşayacağını açıkladı. Tabii bu sorunların başında da su geliyordu. Uzmanların tahminlerine göre GAP'ın tamamlanması ile Fırat nehri suyunun yüzde 70'ini kaybedecektir. Irak'a akan suların azalması ile bu ülke aşırı bir su kıtlığı ve kuraklık krizi ile karşı karşıya kalacak ve insani ve çevresel açıdan büyük zararlara katlanmak zorunda kalacaktır.

Washigton düşünce kuruluşu uzmanları bu hususta şöyle bir değerlendirmede bulunmuşlardır:" Su sıkıntıları ve kıtlığı, siyasi, ekonomik ve toplumsal baskıların artmasını tetikleyecektir. " Suriye meseleleri uzmanı Amerikalı üniversite hocası Lendis Joshua ise şöyle diyor:" Dört yıllık kuraklık Suriye'de aşırı sorunların ortaya çıkışına sebebiyet vermiştir. Nitekim bir milyonu aşkın insanı Suriye'nin Doğusunda çiftçilikten uzaklaştırmış ve diğer şehirlere göç etmek zorunda bırakmıştır. Tabii ki bu demografik değişim ve nüfus kalabalığının yer değiştirmesi Suriye'de iç savaş ve güvensizliğinin belli başlı nedenlerindendi. "
Suriyeli uzman Benil El Semen ise Suudi El Şark El Avsat'ın yayımladığı yazısında suyun gelecekte bölge ülkeleri arasında çatışmalara yol açabileceğini özellikle de Suriye ve Türkiye'nin ilişkilerini iyice gerginleştireceğini düşünüyor.
Aslında Suriye, Irak ve ardından da İran'a akan tatlı suların azalması ve alt kaynakların yetersiz beslenmesi ile yer altı su kaynakları katmanlarındaki kirlilik ve tuz oranı da artacaktır. Fars Körfezi'nin suyu, Şattularap ve Ervendrud nehirlerinin su hacminin azalması ile Basra bölgesinde doğru ilerleyecektir. Bu da bölgedeki su kalitesinin düşmesi ve birçok balık türünün de yok olmasına neden olacaktır.
Tebriz Üniversitesi hocalarından İranlı Muhammed Taki Settari ise bu hususta şöyle düşünüyor:" Türkiye'nin su siyasetleri Irak'ı çevresel açıdan da etkileyecektir. Güney Doğu Andalo Projesinin devam etmesi ile mezopotamya sulak alanlarındaki toz oranları da artacak ve toz bulutları iyice büyüyecektir. Sonuçta insanların hayatının kurtarılması ve tarlalarının canlandırılması için hükümetlerin milyarlarca dolar masraf yapması lazım. Bu ağır masraflar ise Irak'ın milli ekonomisine ağır bir yük yükleyecektir. Tabii Irak ve Suriye'nin yanı sıra İran da bu durumdan zararlı çıkacaktır.
Tahminler ise Türkiye'nin su politikalarının aynı şekilde devam etmesi halinde yakın gelecekte bu meselenin İran ve diğer komşu ülkeler bir yandan ve Türkiye de bir başka yandan ihtilaf konusu olacağını gösteriyor. BMT raporuna göre ise bölgede son 30 yılda baraj inşa etme süreci iyice artmıştır. Aynı rapora göre Türkiye hükümeti en fazla baraj yapan ülke olup ve sonuçta Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sayısız barajlar inşa ederek mezopotamya bölgesini kuraklığa sürüklemiştir.
Uzmanlar açısından bu durum üçüncü zararlı çıkan bölgenin istikrarlı ülkelerinden sayılan İran için de büyük önem taşıyor. Çünkü İran'ın Güney Batı'sında bulunan Huzistan eyaletinde baş gösteren toz fırtınalarının büyük bir bölümünün kaynağı da Irak'ın Güneyinde son dönemlerde kuruyan sulak alanlar ve göletlerdir. Ayrıca Suriye'nin Güney Doğusunda bulunan Badiyeüşşam bölgesindeki kuraklığında da bu toz dumanlarının oluşmasında etkili olduğu görülmektedir. Bu durum ise İran'ın sınır bölgelerinde yaşayan insanların hayatını da etkilemiş ve belki de İran'ın merkez bölgelerindeki insanları da etkileyecektir.

İslami İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise 4 Temmuz 2017'de Tahran'da düzenlenen " toz ve toz bulutları ile mücadele konferansında " şöyle bir açıklamada bulunmuştu:" İran'da çölleşme ve toz dumanları ve fırtınaların yüzde 80 kadarının kaynağı ülke dışında özellikle de Türkiye'nin baraj inşa etme politikalarındadır. " Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin bu sözleri ise Türkiye dışişleri bakanının tepkileri ile karşılaştı.
İran İslam Cumhuriyeti Çevreyi Koruma Örgütü Halkla İlişkileri bürosu başkanı Muhammed Derviş ise şöyle diyor:" İran'ın en büyük barajı sayılan Kerha barajının üç katı olan 43 milyar metreküp kapasiteli Ilısu barajının inşası devam etmektedir. İran ise Dicle ve Fırat'ın sularının engellenmesinin en büyük zararlı çıkan ülkelerindendir. "
Ülkelerin sınır ötesine akan sular hususundaki hakları ile alakalı uluslararası hukuk ve İslami insan hakları alanında birçok teori ve ilke mevcuttur. İslami görüşe göre sınır ötesine akan suların kullanımı alanında üst havzada bulunan ülkeler öncelikli konumdalar. Bu açıdan ihtiyacı oldukları kadarını tüketmeli ve gerisini de alt havzanın kullanımı için akıtmalılar. Nitekim Allah Resulü Hz. Muhammed saa de suyun tekel olarak ele alınmasını caiz saymamışlardır ve su havzalarının üst ve alt sakinleri hakkında İslami kurallar belirlemişlerdir. Bu yüzden İslami öğretilere göre su havzalarının üst bölgesinde bulunan kişiler alt bölgede bulunanlara hiçbir bahane ile zarar veremezler. Türkiye ise kesin olan bu İslami kuralı kabul etmeyip suda tekelciliği politika olarak belirlemiştir. Nitekim Türkiye liderleri Türkiye ile Suriye ve Irak arasındaki ortak su kullanımı anlaşmasını 2014 yılında iptal etmişlerdir.