Eylül 18, 2020 12:05 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde İmam Ali -s- ve siyerini ve tüm beşeriyet için ilham kaynağı olan engebeli yaşamını ele almak istiyoruz.

İmam Ali -s- tarih boyunca tüm alanlarda istisna ve harikulade bir simge ve örnek olarak bilinen seçkin bir şahsiyettir ve sadece şii ve sünni alimlerin ve kanaat önderlerinin takdirini toplamakla kalmamış, aynı zamanda Cercerdak, Vildorant ve Süleyman Ketani gibi Hristiyan dünyasının ünlü şahsiyetlerinin de takdirine maruz kalmıştır.

Mısırlı büyük alim ve düşünür Şeyh Muhammed Abdu, Nehcül Belağa üzerine yazdığı şerhinde İmam Ali’nin -s- şahsiyetinin boyutlarını anlatırken şöyle diyor: Ali’nin ruhu, büyük bir ruh ve çok yönlü ve çok boyutludur. Ali adil bir hükümdar ve geceleri uyanık ve ibadetle geçiren bir insandır. Ali ibadet mihrabında göz yaşı döken ve savaş meydanında gülen insandır. Ali hem muallimdir ve hem hatip ve hem kadı ve hem müftü ve hem çiftçi ve hem güçlü bir yazardır. Ali mükemmel bir insandır ve beşeriyetin tüm ruhi alemlerine musallattır.

Dolaysıyla bu anlatılanlardan hareketle İmam Ali’nin -s- yaşamının seçkin boyutlarını irdelemek ve ele almak pek de kolay bir iş olmadığı, bilakis çok zor bir iş olduğu ve bizim naçizane ilmimizle pek örtüşmediği anlaşılır. Ancak yine de elimizden geldiğince ve gücümüz yettiği yere kadar bu seçkin insanı ve yaşamını sizlerle paylaşmaya çalışacağız.

Genel bir bakışta İmam Ali’nin -s- yaşamını üç döneme ayırmak mümkün. Bunlar veladetten Resulullah’ın -s- Medine’ye hicret ettiği güne kadar, Medine’de Allah Resulü’nün -s- melekuti rihletine kadar ve Resulullah’ın -s- vefatından Küfe camiinde ibadet mihrabında şehadetine kadar geçen dönemlerdir.

Tarihte belirtildiği üzere Hz. Ali’nin -s- sevgili annesi Esed kızı fatıma, dokuz aylık hamileyken, sevgili bebeğinin doğum anı yaklaştığını hissetti ve bu yüzden hemen Kabe’ye doğru yöneldi ve etrafından ihlasla tavaf etmeye başladı. Fatıma Allah’ın evinin etrafında tavafını tamamladıktan sonra yüce Allah’a sığında ve büyük bir ihlas ve huşu içinde dua ederek O’na yöneldi ve göz yaşı dökerek Kabe’nin Rabbinden sevgili bebeğinin doğumunu ona kolaylaştırmasını ve herkes için mübarek kılmasını niyaz etti. Rivayetlere göre tevhid inancı olan bu takvalı kadın şöyle fısıldadı: Ey yüce Rabbim, ben senin yegane oluşuna iman ediyorum ve peygamberlerin aracılığı ile gönderdiğin tüm kitaplarına inanıyorum ve kullarını hidayete erdirmek ve kurtarmak için gönderdiği tüm peygamberlerine iman ediyorum. Ey yüce Rabbim, peygamberlerinin hürmetine, dergahına yakın meleklerin hakkına ve içime yerleştirdiğin  ve şimdi veladet anı yaklaşan şu bebeğin azametinin aşkına sevgili bebeğimin doğum sancısını bana kolaylaştır.

Ve işte o manevi atmosferde birden en esrarengiz ilahi hadise vuku buldu ve tevhid mabedinin en eski binasının duvarı orada bulunanların şaşkın bakışları önünde yarıldı ve ardından Kabe’nin mevludunun annesini insanların hayretlere içinde seyrettiği bir anda Allah’ın evinin içine aldı ve ardından duvar ilk şekline döndü. Ve ilahi özel inayet içinde Fatıma’nın sevgili bebeği dünyaya geldi. Bundan daha da şaşırtıcı olan şu ki bu esrarengiz hadisenin üzerinden asırlar geçtiği halde hala Kabe’nin müstecar tarafındaki çatlak hacıların dikkatini çekmesi  ve büyük Hac kongresi sırasında ziyaretçilerin ve tavaf edenlerin bu kutsal mekanda büyük bir coşku ile dua etmesi ve kalbi isteklerini yüce Allah’tan niyaz etmesidir.

Bu acayip hadisenin üzerinden üç gün geçiyor ve haberi kulaktan kulağa tüm Mekke’de ve etrafında anlatılıyordu. Esed kızı Fatıma hala Allah’ın evinde ve Kabe’nin içindeydi. Kabe’nin anahtarını bulunduranların kapısını açma çabaları ise sonuç vermemişti ki birden Fatıma kucağında bebeği ile yine duvarın çatladığı yerden dışarı çıktı. Hayretler içinde ve kaygılı bir şekilde orada toplanan insanlar hemen ona doğru koştu ve bu maceranın sırrını onun dilinden öğrenmek istedi. Fatıma insanlara dönerek şöyle dedi: ey insanlar, aziz ve yüce Allah kulları arasında beni seçti ve katındaki önceki seçkin kadınlardan üstün yaptı.

O muhteşem anlarda Ebu Talib sevgili eşini karşılamaya geldi ve onu tebrik etti ve ardından sevgili bebeğini kucağına alarak kursağına ve kalbine bastı. Tam o sırada Allah Resulü -s- geldi ve o da bebeği kucakladı ve yüzünü ve alnını öptü ve yüce Allah’a bu mübarek mevludun veladeti için şükretti.

Ve böylece Ali -s- 13 Recep Cuma günü, Ebrahe ve fil ordusunun hayret verici bir şekilde ve ilahi irade sonucu hezimete uğramasının 30. Yıldönümünde bu dünyaya ayak bastı ve varlığının nuru ile dünyayı aydınlattı.

Hz. Ali -s- hayatının ilk yıllarından itibaren Allah Resulü’nün -s- yanındaydı. Bir dönem Mekke’yi saran kıtlık ve kuraklık yüzünden Ebu Talib’in yaşamı zorlaştı ve geçim sıkıntısına düştü. Allah Resulü -s- Ebu Talib’in kardeşlerine onun yaşam zorluğunu hafifletmek için bazı evlatlarını kendi evlerine götürmelerini önerdi ve ilahi takdir, Hz. Ali’nin -s- Resulullah’ın evine gelmesine ve o hazretin elinin altında yetişmesine vesile oldu.

İslam Peygamberi’nin -s- Hz. Ali’nin -s- yaşamının en hassas döneminde terbiyesi ve yetişmesinde ifa ettiği rolü ve Resulullah’ın -s- ona karşı sevgi ve şefkati ile ilgili en güzel ifade, muhteşem Kasia hutbesinde  şöyle beyan ediliyor: Sizler benim Allah Resulü’nün -s- nezdinde konumumu onun akrabası olmak ve özel yerim itibarı ile bilirsiniz. Ben çocukken beni kucağına alır ve kursağına basardı ve beni kendi yatağında yatırırdı ve beni kucaklardı, öyle ki hoş kokusunu duyardım. Yemeği çiğneyerek lokma lokma ağzıma koyardı. Benden asla yalan söz duymadı ve hiç bir hata ve yanlış iş görmedi. Ben her daim onun peşindeydim, sütten alınan deve yavrusu anasının peşinden gittiği gibi ona eşlik ederdim. Her gün Resulullah’ın -s- ahlaki mekariminden yararlandım ve onun emrine uydum ve sürekli onu izledim.

Bu eşsiz terbiye yöntemi Hz. Ali’nin -s- yüce ruhu üzerinde en iyi ve en kalıcı etkileri yaptı ve onu semavi eşsiz bir öğretmen ve emsalsiz bir hocanın sayesinde kemale ermenin en doruk noktasına ulaşmaya hazır hale getirdi ve tüm ilahi ve insani değerler onda tecilli etti ve yüce Allah’ın ve peygamberinin has inayetine layık hale geldi.

Bu muhteşem ve kader belirleyici dönem zamanla geride kaldı, ta ki Allah Resulü -s- Hira mağarasında ilahi melek Hz. Cebrail’in nazil olmasının ardından peygamberliğe seçildi. İmam Ali -s- bu önemli semavi hadise hakkında şöyle diyor: Allah Resulü -s- ve Hatice’nin -s- içinde bulunduğu evden başka hiç bir eve İslam girmemişti. Ben onların üçüncüsüydüm ve vahiy ve peygamberliğin nurunu görüyor ve nübüvvetin melekuti ıtrını hissediyordum.

Evet, İmam Ali -s- o hassas ve tarihi anda herkesi solladı ve İslam’ı benimseyen ilk erkek oldu. İmam -s- bu konuda şöyle diyordu: ben Resulullah’la -s- beraber İslam getirin ilk insandım. Ben Resulullah -s- ile namaz kılan ilk insandım.

İmam Ali -s- bir başka yerde şöyle buyuruyor: insanlar şirk ve alçaklık ve adaletsizlik derinliğine boğulurken ben peygambere ve semavi davetine iman ettim ve onu tasdik ettim.

Allah Resulü -s- ise İmam Ali’nin -s- bu büyük onuru hakkında şöyle buyuruyor: Ali benim risaletime ve davetime iman eden ilk kişiydi ve kıyamet gününde de karşılaşacağım ilk kişidir ve el ele vereceğiz. O Sıddiki Ekber, yani İslam’a iman eden en üstün ve en büyük ve en dürüst insandır.