Eylül 18, 2020 20:12 Europe/Istanbul

hatırlanacağı üzere geçen bir kaç bölümde Hz. Ali’nin –s– yaşamından bazı bölümlerini sizlerle paylaştık ve o hazretin İslam’ın yayılmasında ve şirk, küfür ve nifak simgeleri ile mücadelede ne denli seçkin rol ifa ettiğinden söz ettik.

Hicretin yedinci yılıydı. Hiç kimse o tarihe kadar Müslümanların tam yedi yıl boyunca düşmanların tüm şom planları ve komploları karşısında direnebileceğini ve onları hezimete uğratarak Medine’ye İslam dininin güçlü kalesi olarak savunabileceğini düşünemiyordu.

Hendek veya diğer adı ile Ahzab savaşından sonra Heyber kalesinde yaşayan Yahudiler yeni bir hareketlilik başlattı. İslam Peygamberi –s– Müslümanlara karşı yeni bir saldırı ve yeni bir savaşın dayatılmasını önlemek için Medine’den asla nüfuz edilemeyen Heyber kalesine doğru bir ordunun hareket etmesini emretti. Yahudiler bu emirden haberdar oldu ve hazırlık yaptı ve tam yirmi gün İslam ordusunun karşısında direndi. Bu süre içerisinde İslam ordusundan bazı komutanlar Heyber kalesine saldırdı, ancak hiç biri kaleyi fethetmeyi başaramadı. Bu arada İslam ordusunun morali bozulabileceğinden Allah Resulü –s– şöyle buyurdu: Yarın mücadele bayrağını, Allah’ı ve peygamberini seven, Allah ve Peygamberi de onu seven birinin eline vereceğim.

Sabah olunca herkes İslam bayrağını kimin ele alacağını merakla bekliyordu. İslam Peygamberi –s– birini Hz. Ali’nin –s– peşinden yolladı. Gözleri rahatsız olan Hz. Ali –s– Resulullah’ın –s– huzuruna çıktı ve şöyle arz etti: Ya Resulullah, ben ne ovayı ne de dağı görebiliyorum. Allah Resulü –s– mübarek ellerini Hz. Ali’nin –s– gözüne sürdü ve böylece kendi mucizesi ile o hazretin gözlerine şifa verdi ve ardından bayrağı ona emanet etti. Hz. Ali –s– de hiç bekletmeden yanına bir grup askeri alarak Hayber kalesine doğru yola çıktı. Kaleye yaklaştıklarında Yahudilerin bazı cengaverleri Hz. Ali –s– ve beraberindeki askerlerin önüne geçti. Çok ünlü bir cengaver olan Yahudilerden Haris adında bir cengaver saldırıyı başlattı ve öyle bir nara attı ki Hz. Ali’nin –s– beraberindeki bazıları korkup bir kaç adım geri çekildi. Haris aynı öfke ile Hz. Ali’nin –s– karşısına çıktı ve ikisinin arasında şiddetli bir çarpışma yaşandı, fakat kısa bir süre sonra Haris yenik düştü ve cansız bedeni yere yığıldı.

Haris’in Merheb adında kendisi gibi ünlü ve cesur ve cengaver bir kardeşi vardı. Bu manzarayı gören Merheb kendisini kaybetti ve baştan başa zırh ve savaş aletleri ile kuşanan Merheb Hz. Ali’ye –s– doğru saldırıya geçti, ancak o da kısa bir süre sonra kardeşi Haris’in yanında yere yığındı.

Haber kalesini savunan Yahudiler bu manzarayı görünce paniğe kapılarak kaçmaya başladı ve hepsi kaleye sığındı. Hz. Ali –s– kaçan Yahudileri kalenin kapısına kadar takip etti. O sırada Yahudilerden biri kılıcı ile Hz. Ali’nin –s– kalkanına vurdu ve kalkanı düşürdü. Hz. Ali –s– hemen kalenin kapısına yöneldi ve kapıyı yerinden kopararak savaşın sonuna kadar kalkan yerine kullandı. Savaş bitince de kopardığı kapıyı Yahudilerin kazdığı derin bir hendeğin üzerine attı. Böylece Müslümanların bir kaç gün önünde beklediği kale kısa sürede fethedildi.

Daha sonraları Hz. Ali –s– Halife olduğunda Sahl bin Hunayf’a yazdığı bir mektupta bu konuda şöyle dedi: Allah’a and olsun ki ben yemekten elde edilen güçlü Hayber’in kapısını koparıp atmadım. Bu işi melekuti bir güç ve ilahi nurla aydınlanan bir nefisle yaptım.

Hudaybiye barış anlaşmasına göre Müslümanlar ve Kureyş kafirlerinin birbirine karşı askeri operasyon yapmaları veya müttefiklerini birbirine karşı kışkırtmaları veya onlara savaş durumunda yardım etmeleri yasaktı. Ancak Kureyş elebaşıları müttefiklerinden biri olan Bekiroğulları aşiretini silahlandırmak ve ayrıca Müslümanların müttefiki olan Hazae aşiretine saldırarak pratikte Hudaybiye anlaşmasını ihlal etti. Aslında Kureyş eşrafı art arda uğradıkları yenilgilere rağmen Medine’nin artık seyrek sayıda muhacir ve Ensarın sığındığı bir kaç yıl önceki Medine olmadığını unutmuşa benziyordu. Oysa Medine artık İslamî devletin muktedir bir üssü olmuştu ve İslam’ın hayat veren tealimi ve Resulullah’ın –s– akılcı liderliği sayesinde bu kent köklü değişime uğramıştı.

Bu şartlarda Allah Resulü –s– Kureyş’in anlaşmayı ihlal etmesi yüzünden kader belirleyen bir karar aldı ve 10 bin askerden oluşan İslam ordusunu donatarak kendisi ordunun başına geçti ve Mekke’yi fethetmek üzere yola çıktı.

Kureyş aşiretinin Medine’de yaşayan casuslarından biri İslam ordusunu görünce Kureyş elebaşılarına bir mektup yazdı ve “Allah’ın Peygamberi gece karanlığını ve seli andıran bir ordunun başında size doğru geliyor” dedi. Söz konusu casus mektubu Kureyş elebaşılarına ulaştırmak ve onları İslam ordusunun hareket ettiğinden haberdar etmek üzere bir kadına verdi. Bu sinsi hareketi rasat eden Allah Resulü –s– ihaneti fark etti ve Hz. Ali’den –s– mektubun Mekke’ye ulaşmasını engellemesini istedi. Hz. Ali –s– hemen kadını takibe aldı ve ona yetişerek mektubu kendisine vermesini istedi. Kadın ilkin direndi ancak kısa bir süre sonra saçları arasında sakladığı mektubu çıkarıp o hazrete teslim etti ve böylece Kureyş kafirleri İslam ordusunun Mekke’ye doğru hareket ettiğinden habersiz kaldı. Sonunda on bin askerden oluşan İslam ordusu Mekke kapılarına dayandı ve bu büyük ordu hiç kimse karşısında direnemeden büyük bir ihtişam ve azametle ve hiç bir kan akıtmadan Mekke’ye girdi.

Allah Resulü –s– Mekke fethinden sonra Mekke halkına ve İslam dininin acımasız düşmanlarına bir fatih gibi davranmadığı gibi, bilakis genel af ilan etti ve bu insani hareketi ile Mekke’nin cahil halkının kalbini de fethetmiş oldu.

Alah Resulü –s– Mekke fethinden sonra Kabe’nin yanına gelince eline uzun bir sopa aldı ve oradaki büyük putlara vurarak hepsini devirdi. O sırada Allah Resulü –s– Kabe’nin üzerinde bir put gördü ve hemen Hz. Ali’ye –s– seslenerek şöyle buyurdu: Ben duracağım, sen de benim omuzuma çık ve o putu devir.

Böylece Kabe bir kez daha tevhid merkezi oldu ve cahil ve kandırılmış Mekke halkını uzun yıllar esir alan ve köle eden putlardan temizlendi.

Öte yandan Mekke fethi müşriklerin yüreğini derinden sarstı ve yüreklerine büyük korku saldı. Bu yüzden Taif’in iki önemli aşiret olan Havazen ve Sakif aşiretleri diğer bazı aşiretlerle istişarede bulunduktan sonra İslam ordusu onların üzerine gelmeden önce savaş için hazırlanmaya karar verdi. Bu amaç doğrultusunda Malik bin Uf Nasri adında korkusuz ve silahşör genç bir komutan büyük bir ordu tedarik gördü ve İslam ordusu ile savaşmak üzere harekete geçti.

Bu haberi duyan Allah Resulü –s– Medine’den getirdiği on bin asker ve Kureyş’ten yeni İslam dinini benimseyen iki bin askerden oluşan on iki bin askerlik bir ordunu başına geçerek düşman ordusuna doğru yola çıktı.

Ancak İslam ordusunun bu azameti ve ihtişamı bazılarını büyük bir kibre kaptırdı. Bu zümre biz asla yenilmeyiz, demeye başladı. Ancak bu yanlış düşünce ve düşmanı zayıf sayarak gücünü gözardı etmek ve manevi gücü hiçe saymak, Müslümanların ağır bir yenilgiye uğramasına sebebiyet verdi. Özellikle düşman ordusunun komutanı Malik bin Uf, askerlerini Hanin bölgesine açılan dar bir geçide ve kayaların arkasına ve yüksek noktalara yerleştirdi ve İslam ordusu oraya gelince üzerlerine ok yağdırmaya başladı ve böylece Müslümanlara ağır bir yenilgi dayattı. Bu hesaplı plan İslam ordusunun moralini çökertti, öyle ki çoğu savaş meydanından kaçmaya başladı.

O zorlu anlarda sadece on kişi Allah Resulü’nün –s– yanında kaldı ve o hazreti canı pahasına savundu. Bu on kişinin arasında ise Hz. Ali’nin –s– rolü seçkindi. O hazret bir an bile Resulullah’ın –s– çevresinden ayrılmadı ve o hazretin canına kastedenleri bertaraf ediyordu. Hz. Ali’nin –s– o meydanda amansız savaşı muhteşemdi. Hz. Ali –s– tek başına düşman ordusundan kırk kışını etkisiz hale getirdi. Sonunda düşman ordusundan Ebu Cerul adında bir komutanın helak edilmesinin ardından Malik bin Uf’un ordusu dağılmaya başladı. Bu gelişmeden kısa bir süre sonra İslam ordusu yeniden toparlandı ve düşmanın Taif’teki kalesini kuşatma altına aldı. O sırada Hz. Ali –s– küfür ordusunun Nafi bin Gaylan adında komutanlarından birini helak etti. Bu komutan helak olunca müşriklerden bazıları kaçmaya başladı, bazıları da İslam dinini benimsedi.

Düşmanın Taif’teki kalesi kuşatıldığı sıralarda Hz. Ali –s– Allah Resulü –s– tarafından Taif çevresindeki tüm putları bulup devirmekle görevlendirildi.

İslam’ın büyük alimlerinden Şeyh Müfid, Hz. Ali’nin –s– bu savaşta etkili varlığı hakkında şöyle diyor:

Emirülmüminin Ali’nin faziletlerine bu savaşta bak ve bu faziletlerin hakikati üzerinde dur ve düşün. İşte o zaman Hz. Ali’nin –s– bu savaşta tüm faziletlere kavuştuğunu ve hiç kimse bu konuda ona yetişemeyeceğini ve bu faziletlerde payı olamayacağını anlarsın.