Ayetlerin Hikayesi-28
Bu bölümde Tevbe suresinin 117'nci ve 118'inci ayetlerin sebeb-i nüzulü ile ilgili konuşacağız.
İmanlı ve dindar kesim ile ilgili ilahi geleneklerden biri de onların sınanması ve imtihandan geçmesidir. Böylece gerçek ve doğru müminler ve iki yüzlü, riyakar, yalancı ve münafıklar ayırt edilebilir. İşte Tebuk savaşı bu sınama arenalarından biri idi.
Tebuk savaşı sırasında insanların birçoğu büyük bir sınavdan geçti. Kimileri bu savaşa sorunları ve yaşadıkları zorluklardan dolayı katılamadıkları nedeni ile hüngür hüngür ağlıyorlardı. Kimileri de sıcaklığı, hasat zamanının geldiğini ve diğer işleri bahane ederek bu savaşa katılmak istemiyorlardı. Her iki tarafta da yer almak isteyenler zor ve acı bir kaderi paylaştılar.
Tebuk savaşına gitmekten sakınan isimler arasında dört kişinin ismi dikkat çekmektedir: Kâab bin Malik, Murare bin Rebi' Amri, Hilal bin Ümeyye Vakıfi ve Ebu Hayseme,
Bunlardan Ebu Hayseme İslam ordusunun yola çıkmasının ardından Medine'nin tenhalaştığı sırada öğlen saatlerinde hurmalıklarına gidip gölgelik altında oturup etrafına da su serpmiş olan iki eşini gördü. Aslında onun eşleri yemek yeyip kuvvet aldıktan sonra ürünleri toplayacaklardı.
Ebu Hayseme bu durumu görünce yakıcı sıcak altında Hicaz çöllerinde düşmanları yenmek için yola çıkan, o kadar zorluğu ve meşakkate göğüs geren Allah Resulü'nü hatırladı. Ardından Ebu Hayseme şöyle mırıldandı: " Güzel kadınlarım ile bu gölge altında olmam insaf değil. Allah Resulü ise güneşin, yakıcı rüzgarların ve çölün öldürücü sıcaklığı ile mücadele ettiği sürece bu hiç insaf değil. " Ardından eşlerine döndü ve şöyle dedi:" Allah'a ant olsun ki bu gölgeliğin altına gelmeyeceğim ta ki Allah Resulü de bana katılsın. "
Ebu Hayseme bu sözleri sarf edip yola koyuldu ve artık hiçbir şey söylemedi. Peygamber'in yanına varıp geciktiğinden dolayı pişman olduğunu bildirip özür diledi. Allah Resulü ise onun özrünü kabul etti. Kur'an yorumcularının söylediklerine göre Tevbe suresinin 117'nci ayeti de ilk başta Tebuk sahasına inmekten ve hareket etmekten çekinen Ebu Hayseme gibi Müslümanların hakkında indirildi. Ancak unutulmamalıdır ki bu Müslümanlar da ilahi lütuf ve merhamet sayesinde daha sonra Allah Resulüne katıldılar.
Allahu Teala ise Tevbe suresinin 117'nci ayetinde şöyle buyurmaktadırlar:" «لَقَدْ تابَ اللّهُ عَلَى النَّبِیِّ وَ الْمُهاجِرینَ وَ الأَنْصارِ الَّذینَ اتَّبَعُوهُ فی ساعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ ما کادَ یَزیغُ قُلُوبُ فَریق مِنْهُمْ ثُمَّ تابَ عَلَیْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَئُوفٌ رَحیمٌ :"
" Şu bir gerçek ki Allah, peygambere ve -içlerinden bir grubun kalpleri kaymaya yüz tutup, arkasından Allah tövbelerini kabul buyurduktan sonra- o sıkıntılı zamanda peygambere bağlılıklarını koruyan muhacirlere ve Ensara lütfuyla muamele etti. Allah onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir."
Kaab bin Malik, Murare bin Rebi Amri ve Hilal bin Ümeyye Vakıfi nifak veya düşmanlıklarından dolayı değil tembelliklerinden dolayı İslam ordusuna katılmaktan geriye kalmışlardı. Kaab bin Malik ise Beni Selme aşiretinden olup Allah Resulünün sahabelerinden ve önemli şair sayılıyordu. Kaab bu olayları şöyle anlatıyor:" İslam ordusunun Tebuk bölgesine yola çıktığı zaman evin dışında idim. Yola çıkmaya hazırlanıyordum. Ancak bir iş yapmadan etmeden eve döndüm ve artık yarın onlara katılırım dedim. Bir kaç gün geçti ancak hala yola çıkacak hazırlığım yoktu, yanımda da kimse yoktu. Kendimi bir iki gün sonra orduya katılırım diye avuttum. Ancak ne yaptıysam şehirden çıkmak ve orduya katılmak için bir tevfik elde etmedim. İslam ordusu hızlı bir şekilde ilerliyordu ve ben tamamen geride kaldım. Ardından evden çıktığım zaman halk arasında dolaşıyordum. Kötü ün salmış, mazeretli sakıncalı bir güçsüz isimden başka bir şey olmadığımı görünce üzüldüm.
Bir süre sonra ise Allah Resulünün Medine'ye dönüş haberi ulaştı. Ben ise bahane uydurmak ve yalan söylemek düşüncesine kapıldım. Ancak kendi kendime Allah Resulünün öfkesi ile ne yapacağımı düşündüm. Bu yüzden onun yanına gidip kendi haylazlığı ve tembelliğimi anlatmaya karar verdim. "
Allah Resulü ise her zamanki gibi ilk olarak camiye gidip iki rekat namaz kıldı. Ardından insanlar ile görüşmek için yerime oturdum. Cihattan geri kalan 78 kişi ise onun huzuruna vardılar ve Hz. Muhammed saa nezdinde özür dilemeye ve ant içmeye başladılar. Allah Resulü ise onların mazeretlerini kabul etti ve onlara biat tazeleyip Allahu Teala'dan onlar için mağfiret diledi ve batınlarını da Allah'a vadetti.
Kaab bin Malik şöyle diyor: " Ben de huzuruna gittim. Selam verdiğimde gülümsedi. Bu gülümsemede öfkenin de izleri vardı. Ardından şöyle dedi: Öne gel" Ben de öne gidip oturdum. Ardından bana şöyle dedi:" Neden orduya katılmadın? Yoksa bize katılmak için deven mi yoktu? " şöyle dedim:" var. Ama andolsun ki her hangi başka birisi yanında otursaydım özür dileyerek öfkesinden korunacağımı bilirdim. Ama andolsun ki seninle gelmediğim, senin yanında olmadığım günden daha zor bir zaman yaşamadım. "
Allah Resulü ise şöyle buyurdu:" Doğru söyledin. Kalk ve Allah'ın senin hakkında kararını bekle. "
Kaab sözlerine şöyle devam eder:" Allah Resulünden ayrılınca çevremdekilerden başka birisinin de benim gibi durumu yaşayıp yaşamadığını sordum. " Evet dediler. İki erkek de senin dediklerini dediler ve aynı cevabı Allah Resulünden aldılar. "
Hangileri onlar diye sordum. " Murare bin Rebi Amri ve Hilal bin Ümeyye Vakıfi dediler. Bu iki kişi Bedir bölgesi ahalisindendi. Bu iki isimi duyunca kuşkum giderildi. Allah Resulü onunla beraber gitmeyenlerin arasından sadece biz üç kişiye böyle davranmıştı. O zaman çaresiz bir şekilde insanlardan uzak kaldık ve onlar da bizden uzak durdular.
Murare ve Hilal evde kalmaya mecbur kaldılar. Artık ağlamaktan başka bir işleri yoktu. Ancak onlardan daha genç ve daha sabırlı olan ben, evden çıktım ve Müslümanların yanında cemaat namazına katıldım. Çarşılara gittim. Ancak kimse benimle konuşmuyordu. Günlerden biri ticari mal satmak için Medine'ye gelen Şamlı Nebtilerden biri yanıma geldi ve Gassani kralından bir yazıyı bana verdi. Bu yazıda şu sözlere yer verilmişti:" Efendinin sana cefa ettiğini öğrendim. Tanrının sana zillete ve horluğa dayanmayı vecibe kılmamasına rağmen sen benim yanıma gel ki sana destek olayım. "
Yazıyı okur okumaz şöyle mırıldandım:" Bu da bu zorluğun ve sıkıntının bir tarafıdır. Gerçekten de durumum öyle ki müşrik biri bile bana göz dikmiştir. O zaman tandıra gittim ve yazıyı oraya atıp yaktım. "
Bir kaç gün sonra Huzeyme bin Sabit isimli dostlardan biri yanıma geldi ve şöyle dedi:" Allah Resulü şöyle buyurmaktadır: " Eşinden uzak dur ve ona yakınlaşma. " Aynı mesajı Hilal ve Murare için de göndermişlerdi.
Günler hızlıca akıp gitti. 50'yi aşkın gün aynı şekilde geçti. Bir gün sabah namazından sonra bıktığım zaman birden bir ses kulağıma geldi. Şöyle diyordu: " Ey Kaab bin Malik sana müjdeler olsun! "
Elsem aşiretinden bir adamdı. Bunun Allah Resulü tarafından bir müjde olduğunun farkına vardım. Hızlıca Mescid-i Nebevi'ye gittim. Yolda insanlar gruplar halinde bana gelip beni tebrik ediyorlardı:" Tövbenin Allah tarafından kabul edildiğini sana tebrik ediyoruz. " Diyorlardı.
Camiye girdim ve Allah Resulünü insanlar arasında gördüm. Allah Resulüne selam verdim. Yüzünde sevinci gördüm. Şöyle buyurdular:" Dünyaya geldiğinden beri daha güzel günün olmadığı bu günden dolayı seni tebrik ediyorum. " Şöyle dedim:" Bu müjde Allah tarafından mı yoksa sizin tarafınızdan mı? "
Şöyle buyurdular: " Allah tarafındandır. " Ardından Allah Resulü'nün yüzü ay gibi parladığı sırada Tevbe suresinin 119'uncu ayetini bana okudu.
Allah Resulü ise Tevbe suresinin 119'uncu ayetinde şöyle buyurmuştur: "ى الثَّلاثَةِ الَّذینَ خُلِّفُوا حَتّى إِذا ضاقَتْ عَلَیْهِمُ الأَرْضُ بِما رَحُبَتْ وَ ضاقَتْ عَلَیْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَ ظَنُّوا أَنْ لا مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاّ إِلَیْهِ ثُمَّ تابَ عَلَیْهِمْ لِیَتُوبُوا إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوّابُ الرَّحیمُ:"
"" Şu bir gerçek ki Allah, peygambere ve -içlerinden bir grubun kalpleri kaymaya yüz tutup, arkasından Allah tövbelerini kabul buyurduktan sonra- o sıkıntılı zamanda peygambere bağlılıklarını koruyan muhacirlere ve ensara lütfuyla muamele etti. Allah onlara karşı çok şefkatli ve merhametlidir.""