Ayetlerin hikayesi-33
Bu bölümde kadın ve erkeğin manevi açıdan aynı seviyede olması ve de Al-ı İmran suresinin 195, Nisa suresinin ise 4'üncü ve 19'uncu ayetlerinin sebeb-i nüzulünü ele alacağız.
Kadim dönemlerde yüzyıllar önce birçok toplumda kadın nefret edilmiş bir varlık, günahların ve sapkınlıkların kaynağı sayılırdı. Öyle ki Yunanlılar bile kadının ruha sahip olmadığını düşünüyorlardı. Araplar da İslam'dan önce kadını bağımsız bir varlık olarak hesaba katmayıp içinde bulunan ailesinin konumu dışında ona hiçbir değer vermiyorlardı. Ancak İslam'ın doğuşu ile kadının Arap toplumundaki kişisel ve toplumsal faaliyet alanları meydana geldi ve daha belirgin rol üstlenmeye başladı.
Gerçekte İslam, kadını o güne kadar bilinen en iyi konum ve seviyeye taşıdı. Rivayetlere göre günlerden bir gün Yezid Ensari'nin kızı Esma, Allah Resulü'nün yanına gidip kadınları temsilen Hz. Muhammed saa'e sorular sordu. Esma sohbetine başlar başlamaz şöyle dedi:" Anne babam sana feda olsun ey Allah'ın resulü! Ben kadınları temsilen size geldim. Canım size feda olsun ey Allah'ın Resulü! Size getirdiğim bu mesaj hususunda benimle aynı fikirde olmayan ne Doğuda ne de Batı'da bir kadının olduğunu zannetmiyorum. Bu yüzden sorduğum soru tüm dünyadaki kadınlar ile alakalıdır ve onların da aklındaki soru sayılır. Ey Allah'ın Resulü, ben Allahu Teala'nın sizi haklı olarak kadınlar ve erkekler için seçtiğini ve bize resul olarak gönderdiğini biliyorum. Biz de peygamber olarak seçilen size iman ettik. Ancak İslam bizi evlere kapatmıştır. Biz sırf çocukları yetiştirip evimizle uğraşıyoruz. Allah'ın yolunda cihat etmek, şehit düşmek ve birçok faziletten daha mahrum kalmışız. Kimi haklarımız da erkeklere göre daha az. Sizin getirdiğiniz din biz ve erkekleri farklı görmüştür...."
Esma'nın sözleri bitince Allah Resulü bu soruyu yanıtlamadan önce yüzünü sahabilere çevirip şöyle buyurdu:" Acaba böyle konuşan ve sorularını açıklayan bir kadın görmüş müydünüz? "
Orada bulunanlar ise şöyle cevapladılar:" Bir kadının fikrî ve kültürel açıdan böyle gelişeceğini, şu şekilde konuşacağını aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk. O bizi şaşırttı. "
İşte tarihi kaynakların da anlattığı gibi Allah Resulü İslami toplum içerisinde kadına yönelik bakışı temelden değiştirmiştir. Böylece İslami kültürün hüküm sürdüğü toplumda yaklaşık on yıl İslam'dan önce insan bile sayılmayan kadın, olumsuz karşılanan bir kadın bu kadar gelişebildi.
Allah Resulü daha sonra Esma'nın sorularını yanıtlayarak kadınların cihat gibi bir kısım görevlerden mahrum olduğunu ancak Allahu Teala tarafından başka görevler ile yükümlü kılındıklarını ve toplamda değerlendirildiğinde bu farkların kadın veya bir erkek için avantaj sayılmadığını ve hepsinin insani gelişme ve erdeme ulaşma sürecinde merdiven sayıldığını söyledi.
Allah Resulünün bilge ve faziletli eşlerinden biri de Ümmü Saleme idi. Ümmü Saleme birçok kadın ile beraber hemşirelik ve savaş lojistiği hizmetleri vererek bir şekilde İslam ordusunun savaşlarına katılıyordu. Ümmü Saleme dikkatli bir şekilde Kuran ayetlerini gözden geçirerek kadınların hicretinden ve cihadından söz edilmediğini gördü ve kadınların savaşta etkili olmayacağını düşünüp Allah Resulü'ne şöyle bir soru yöneltti:" Hicret, cihat ve fedakarlıktan söz edilen ayetlerde neden kadınlar ve onların mükafatları hakkında konuşulmamış? Kadınların savaştaki hükümleri nedir? Acaba mükafatları yok mu? "
İşte Al-ı İmran suresinin 195'inci ayeti bu soruya bir cevap sayılıyor. Bu ayet kadın ve erkeğin manevi açıdan aynı seviyede olacağından söz ediyor. Bu ayette şöyle buyrulmaktadır:" « فَاسْتَجابَ لَهُمْ رَبُّهُمْ أَنِّی لا أُضیعُ عَمَلَ عامِل مِنْکُمْ مِنْ ذَکَر أَوْ أُنْثى بَعْضُکُمْ مِنْ بَعْض فَالَّذینَ هاجَرُوا وَ أُخْرِجُوا مِنْ دِیارِهِمْ وَ أُوذُوا فی سَبیلی وَ قاتَلُوا وَ قُتِلُوا لاَ ُکَفِّرَنَّ عَنْهُمْ سَیِّئاتِهِمْ وَ لاَدْخِلَنَّهُمْ جَنّات تَجْری مِنْ تَحْتِهَا الْأَنْهارُ ثَواباً مِنْ عِنْدِ اللّهِ وَ اللّهُ عِنْدَهُ حُسْنُ الثَّوابِ :
"(195﴿ Rableri onların dualarına şöyle karşılık verir: "Şüphesiz ben, erkek olsun kadın olsun -ki birbirinizden meydana gelmişsinizdir- sizden bir şey yapanın emeğini boşa çıkarmam. Hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğratılanların, savaşanların ve öldürülenlerin, işte onların günahlarını elbette sileceğim. And olsun ki, Allah katından bir mükâfat olarak onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Şüphe yok ki nimetin güzeli Allah’ın katındadır!""
Bilindiği üzere İslam öncesinde kadın ve kızların durumu içler acısıydı. Kızlar babaları açısından ve kadınlar da eşleri açısından zayıf ve değersiz, alışverişe uygun eşyalar olarak görünüyordu. Evlilik zamanı kadınlar tam bir ticari mal gibi el değiştirip çoğu zaman da başlıkları ödenerek evlendiriliyorlardı. Kimi zaman ise kadına karşı kadın olarak değiştirilip başlık paraları da takas ediliyordu. Örneğin birisi kardeşini başka birisi ile evlendirip kendisi de damadın kardeşi ile evlenirdi. İşte buradaki takas bu şekilde gerçekleştirilirdi.
Nisa suresinin 4'üncü ayeti indirilince tüm bu zulüm dolu geleneklerin yanlış olduğuna vurgu yapıldı. Kuran-ı Kerim ise mehri, kadınların olmazsa olmaz hakkı belirleyip erkekleri de buna riayet etmeye çağırdı. Bu doğrultuda Kuran-ı Kerim'de Nisa suresinin 4'üncü ayetinde şöyle buyrulmuştur:" وَ آتُوا النِّساءَ صَدُقاتِهِنَّ نِحْلَةً فَإِنْ طِبْنَ لَکُمْ عَنْ شَیْء مِنْهُ نَفْساً فَکُلُوهُ هَنیئاً مَریئاً :"
﴾4﴿ Kadınlara mehirlerini borcunuzu öder gibi verin. Eğer onun bir kısmını size gönül razısıyla verirlerse onu da âfiyetle yiyin."
Büyük Arap edebiyatçılardan ve lügat bilimcilerinden Ragıp ise bu ayette adı geçen mehir anlamına gelen "nihle" kelimesi hakkında şöyle diyor:" Bence bu kelimenin kökü bal arısı anlamına gelen nahl kelimesine dayanmaktadır. Çünkü bahşetme ve bağışta bulunma bal arısında bolca görülen bir durumdur. Bu yüzden bu ayeti şöyle yorumlamak mümkün:" İlahi bir atiye sayılan mehir, kadınların toplumda daha fazla hakka sahip olması için, fiziksel zafiyetlerinin bunun üzerinden telafi edilmesi için belirlenmiştir. Ayetin devamında ise tarafların duygularına saygı duymak ve gönül bağlarının korunması üzere şöyle buyrulmuştur:" « َإِنْ طِبْنَ لَکُمْ عَنْ شَیْء مِنْهُ نَفْساً فَکُلُوهُ هَنیئاً مَریئاً:
"
Eğer (kadınlarınız) onun bir kısmını size gönül razısıyla verirlerse onu da âfiyetle yiyin."
İslam'ın başlangıç döneminde her gün kimi eşlerin kavga ettiği görülürdü. Her gün çocukların mazlumca feryat figanları arasında dayak yiyen kadınların inleyişleri insanları rahatsız edip içleri acıtıyordu. Bu sıralarda bir kadın kanlı ve morarmış yüzü ile gözlerinden yaş akarak eşinin evini terk edip babasına sığınmıştı. Kadın hemen babasına her şeyi anlatmıştı. Babası da kızının tek isteğinin zorba eşinden boşanmak olduğunu biliyordu. Çünkü artık boşanmaktan başka bir çare kalmamıştı. Buna rağmen damadının da kızının mehrini ödemekten aciz olduğunu bu yüzden de ona dayak attığını onu bezdirerek mehir hakkında vaz geçirmek istediğini biliyordu. Kadın da eşine defalarca mehrim helal olsun ancak beni azat et diye haykırmıştı. Ancak yine de eşi daha fazla eziyet etmek adına onu boşamamaya karar vermiş ve kötü davranışlarını devam ettiriyordu.
İşte böyle bir ortamda Nisa suresinin 19'uncu ayeti indirildi ve eşleri bu tür davranışlarda bulunmaktan men etti:" « یَا أَیُّهَا الَّذِینَ آمَنُوا لَا یَحِلُّ لَکُمْ أَنْ تَرِثُوا النِّسَاءَ کَرْهًا وَلَا تَعْضُلُوهُنَّ لِتَذْهَبُوا بِبَعْضِ مَا آتَیْتُمُوهُنَّ إِلَّا أَنْ یَأْتِینَ بِفَاحِشَةٍ مُبَیِّنَةٍ وَعَاشِرُوهُنَّ بِالْمَعْرُوفِ فَإِنْ کَرِهْتُمُوهُنَّ فَعَسَى أَنْ تَکْرَهُوا شَیْئًا وَیَجْعَلَ اللَّهُ فِیهِ خَیْرًا کَثِیرًا :
"﴾19﴿ Ey iman edenler! Kadınlara zorla vâris olmanız size helâl değildir. Apaçık bir edepsizlik yapmadıkça, onlara verdiğinizin bir kısmını ele geçirmek için -evlenme ve boşanma konusunda- engel çıkarmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmazsanız, Allah’ın hakkınızda çok hayırlı kılacağı bir şeyden de hoşlanmamış olabilirsiniz."