Suudi Arabistan'da Azınlıklar-1
Bu bölümde uluslararası ve İslami hukukta azınlıkların hakları ile ilgili konuşacağız.
Azınlıklar meselesi, antik çağlardan itibaren, büyük imparatorlukların kurulmasından beri söz konusu olan bir konu olmuştur. Bu husus, tarih boyunca etnik, dilsel ve özellikle de dini ve mezhepsel boyutlar da kazanmıştır. Bu alandaki en kadim bulgu ise İran kralı Büyük Kuroş'un antik Babil kentine Milat Öncesi 538'de muzaffer bir şekilde girdiğinde çıkardığı fermanla o dönemin azınlıkları sayılan Babilliler tarafından tutsak edilen tüm farklı milletlerden insanları serbest bırakması idi. Yüzyıllar sonra ise 1555 yılında Avrupa kıtasında Augsburg barış anlaşması adı ile bilinen bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ilk kez dini ve mezhepsel azınlıkları desteklemeyi öne sürdü. Daha önce ise bu hususa hiç önem verilmiyordu.
Resmi olarak azınlıkların haklarına ilgi duyulması ise 17'inci yüzyıldan itibaren başladı. 1648 yılında Westphalia anlaşması, 1660 yılında Olivia anlaşması ve 1678 yılında Nijmegan anlaşması imzalandı. Birçok hukukçu bu anlaşmaları azınlıklar hususunda ilk resmi belgeler olarak tanımlıyorlar. Westphalia anlaşması bu alanda en ünlü anlaşma olarak Protestanlar ve Katolik Hristiyanlar arasında 30 yıl kadar uzun bir süre süren savaşları sonlandırdı. Bu çerçevede her iki taraf da karşı tarafın dini özgürlüğünü kabul etti. Bu anlaşma gereğince Protestan ülkelerde yaşayan Katolikler ve Katolik ülkelerde yaşayan Protestanlar desteklenecekti.
Hiçbir uluslararası resmi hukuki belgede azınlığın tanımı yapılmamıştır. Ancak uluslararası adli süreçler bu kavram hakkındaki birçok muğlak noktayı aydınlatabilmiştir. Buna esasen azınlık ülkenin diğer kesimlerine göre daha az bir nüfuza sahip olan, egemenlik yapısında etkin varlık göstermeyen, farklı etnik, dinsel ve dilsel özelliklere sahip olan kesimdir. "
Azınlık grupları toplumun çoğunluk gruplarından ayıran özellik ise tüm dünya ülkelerinde aynıdır. Bu da kimi ülkelerde kimi azınlık grupların ana toplumdan farklı bir dil konuştukları, farklı bir dine sahip oldukları veya etnik açıdan farklı oldukları demektir. Bu yüzden uluslararası belgelerde genellikle azınlık ifadesi yerine etnik azınlık, dini ve mezhepsel azınlık ya da dilsel azınlıklar ifadeleri kullanılır ve bu kavramlar ayırt edilir.
Azınlıkları destekleyen ilk düzenli sistem ise Milletler Cemiyeti Sözleşmesi çerçevesinde öngörülmüştür. Milletler Cemiyeti Sözleşmesi taslağında üye devletlerden tüm milli ve etnik azınlıklara karşı eşit davranılması ve güvenliklerinin temin edilmesini garantiye almaları istenmişti. Versay barış konferansında Yugoslavya, Romanya, Yunanistan, Polonya ve Çekslovakya ülkeleri etnik ve dini azınlıklara yönelik anlaşmalar imzalamayı kararlaştırdılar.
Milletler Cemiyeti'nin azınlıkları desteklemek için oluşturduğu mekanizma ise kendi döneminde güçlü ve gelişmiş bir mekanizmaya dönüştü. Birçok hukukçu ise bu sistemin de mevcut yüzyılda hayata geçirilmesini istiyor. Ancak maalesef bu sistem İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile unutuldu. BMT ve BMT Anlaşmasının kurulması ve hazırlanması için düzenlenen konferanslarda devletler ise savaş döneminde azınlıklarının saldırgan güçlere verdikleri desteklerden dolayı kendi azınlıklarını desteklemek için anlaşmalar imzalamaya pek rağbetli değillerdi. Kimi devletler duygu sömürüsü yaparak, kamuoyunu kışkırtarak ırkçılık ve milliyetçilik kapsamında savaş döneminde azınlıkların var olan haklarını da ihlal etmiş ve azınlıkları barış aleyhinde tehdit olma bahanesi ile baskı altında tutmuştu.
BMT anlaşmasının sırf iki maddesi azınlıklar ile ilgili olmuştur. Bu iki madde de genel kavramları ve hususları ele almıştır. Biri 1'inci maddenin 3'üncü paragrafı ve diğeri de 55'inci maddedir. Aslında BMT anlaşmasında azınlıklar hususunu insan hakları meselesi olarak ele almıştır. Bu yaklaşım evrensel insan hakları bildirisinde de 1948'de tekrarlandı. 1966'da imzalanan Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 27'nci maddesinde dini, mezhepsel, etnik ve dilsel azınlıkları destekledi. 60'lı ve 70'lı yıllardan beri ise siyasi, kültürel ve toplumsal, ticari hareketlerin artması, sivil toplum kuruluşlarının rolünün artması, uluslararası kamuoyunun gelişmesi ile azınlıklara da ilgi arttı. Uluslararası toplum farklı konvansiyonlar onaylayarak azınlıkları desteklemeyi de genişletti.
Azınlıklar meselesinin uluslararası hukukta yeni bir husus olmadığına rağmen İslam dini 14 yüzyıl önceden beri azınlıklara odaklanmış ve onlara değer vermiştir. İslam'da benim senin toprağın, ırkın, dilin, rengin veya milliyetin önemi yoktur. Başka bir ifade ile İslam tüm insanların dinidir. İslam dininde görülen tek kriter dini farklardır. İslam'a göre Müslümanlar gayrı Müslimlerden ayrılırlar. Bu yüzden İslami uluslararası haklardan kastedilen İslami ümmet yani Müslümanların, diğer semavi dinlere mensup veya kafirler ile ilişkileri düzenleyen kurallar ve ilkelerdir.
İslami hukuk, dini azınlıklar için birçok avantaj ve hak tanımıştır. İster dini ister gayrı dini devletler yabancılar ve azınlıklara en az hakkı tanıdığı dönemde İslami hukuki düzen en iyi şekilde " yabancılar ve azınlıklar için en az insan haklarını" karşılamıştı. İslami hukuk fakihi üstad Abbasali Amid Zencani ise şöyle düşünüyor:" İslam'ın gayrı Müslimlere bakışı, dini azınlıkların, gayrı Müslimlerin İslami topraklarda Müslümanlar ile beraber barış ve huzur içinde yaşamalarına yol açan haklarını tanıyan bir bakış olmuştur. "
İslam'ın dini azınlıklara tanıdığı ilk hak, onlara Müslümanlar ile barış anlaşmasını kabul etmeleri ve tam güvenlik içinde İslami toprakları terk etmeleri ve istedikleri topraklara göç etmeleridir. İkinci hak olarak gayrı Müslimlerin can, mal ve namusları tıpkı Müslümanlar gibi desteklenecek ve korunacaktır.
İslam, semavi dinlerin gerçek olduğuna inanmak ve onlara saygı duymayı kesin ilkelerinden biri sayıyor. Buna esasen Ehli Kitap mensuplarına inançlarını korumak için hak tanıyor. Ayrıca Zimmet anlaşması gereğince Ehli Kitap kendi dindaşları ve din arkadaşları alanında tapınakları, okulları ve özel mekanlarında kendi dini işlerini tebliğ etmek ve dini eğitim görmekle meşguldür. Onlara bir tık daha fazla hak tanınmıştır ve böylece Ehli Kitap mensupları Müslümanlar ile inançlarını da tartışabilirler. Dini azınlıklar İslam'da dini geleneklerini ve göreneklerini gerçekleştirmek çerçevesinde dini özgürlük haklarına sahipler. Onlar gruplar halinde veya kişisel olarak tapınakları ve kutsal mekanlarında kendi törenlerini düzenleyebilirler. Kimse onlara tacizde bulunamaz.
Diğer İslami hakları ve avantajları hususunda ise azınlıklara tanıdığı toplumsal ve siyasal özgürlüklerdir. Ehli Kitap mensupları İslami ülkenin ve toprakların her noktasında yaşayabilirler. İsterlerse güven içinde ülkeyi de terk edebilirler. İran'da İslami bilimler ve fıkıh havzası hocalarından Hüseyin Naseri Muhkaddem ise şöyle düşünüyor:" Zimmet anlaşmasına göre bağımlı azınlıklara İslami topraklarda ekonomik faaliyetlerde bulunmasına izin verilmiştir. Onların mülkiyet hakkı da tanınmış ve malları da tam koruma altındadır. Onlar özgürce Zimmet anlaşması kapsamına giren her türlü sosyal ve siyasi faaliyete katılabilirler. Onlar,mesleki, sanatsal, sportif, ekonomik, kolektif ve siyasi süreçlere katılabilirler.
İslami hukukta İslami topraklarda gayrı Müslimler ile Müslümanlar arasında milli birlik ve işbirliği duygusunun oluşturulması için Zimmet isimli özel bir anlaşma imzalanmıştır. Gayrı Müslimler zimmet anlaşmasını imzaladıktan sonra İslami toplumun bir parçası sayılırlar.