Mart 10, 2021 18:05 Europe/Istanbul

Bu bölümde uluslararası ve İslami hukukta azınlıkların hakları ile ilgili konuşacağız.

 Azınlıklar meselesi, antik çağlardan itibaren,  büyük imparatorlukların kurulmasından beri  söz konusu olan bir konu olmuştur. Bu husus, tarih boyunca etnik, dilsel ve özellikle de dini ve mezhepsel boyutlar da kazanmıştır.  Bu alandaki en kadim bulgu ise  İran kralı Büyük Kuroş'un  antik Babil kentine Milat Öncesi 538'de muzaffer bir şekilde girdiğinde  çıkardığı fermanla  o dönemin azınlıkları sayılan Babilliler tarafından tutsak edilen tüm  farklı milletlerden insanları  serbest bırakması idi.  Yüzyıllar sonra ise 1555  yılında Avrupa kıtasında Augsburg barış anlaşması adı ile bilinen  bir   anlaşma imzalandı.  Bu anlaşma  ilk kez dini ve mezhepsel  azınlıkları desteklemeyi öne sürdü. Daha önce ise bu hususa hiç önem verilmiyordu. 

 Resmi olarak azınlıkların haklarına ilgi duyulması ise  17'inci yüzyıldan itibaren başladı.  1648 yılında Westphalia anlaşması, 1660 yılında Olivia anlaşması ve  1678 yılında Nijmegan anlaşması imzalandı.  Birçok hukukçu bu anlaşmaları azınlıklar hususunda  ilk resmi belgeler olarak tanımlıyorlar.  Westphalia anlaşması  bu alanda en ünlü anlaşma olarak   Protestanlar ve Katolik Hristiyanlar arasında  30 yıl kadar uzun bir süre süren  savaşları sonlandırdı. Bu çerçevede her iki taraf da  karşı tarafın dini özgürlüğünü kabul etti.  Bu anlaşma gereğince  Protestan ülkelerde yaşayan Katolikler ve Katolik ülkelerde yaşayan Protestanlar desteklenecekti. 

Hiçbir uluslararası  resmi hukuki belgede azınlığın tanımı yapılmamıştır.  Ancak uluslararası adli süreçler  bu kavram hakkındaki birçok  muğlak noktayı aydınlatabilmiştir.  Buna esasen  azınlık  ülkenin diğer kesimlerine göre daha az bir nüfuza sahip olan, egemenlik yapısında etkin varlık göstermeyen, farklı etnik, dinsel ve dilsel özelliklere sahip olan  kesimdir. "

Azınlık grupları toplumun çoğunluk gruplarından  ayıran özellik ise  tüm dünya ülkelerinde aynıdır.  Bu da kimi ülkelerde kimi azınlık grupların  ana toplumdan farklı bir dil konuştukları, farklı bir dine sahip oldukları veya etnik açıdan farklı oldukları demektir.  Bu yüzden uluslararası belgelerde  genellikle azınlık ifadesi yerine  etnik azınlık, dini ve mezhepsel azınlık ya da dilsel azınlıklar ifadeleri kullanılır ve bu kavramlar ayırt edilir.  

Azınlıkları destekleyen ilk düzenli sistem ise   Milletler Cemiyeti Sözleşmesi çerçevesinde öngörülmüştür.  Milletler Cemiyeti Sözleşmesi taslağında üye devletlerden  tüm milli ve etnik azınlıklara karşı  eşit davranılması ve güvenliklerinin temin edilmesini garantiye almaları istenmişti.   Versay barış konferansında  Yugoslavya, Romanya, Yunanistan, Polonya ve Çekslovakya ülkeleri  etnik ve dini azınlıklara yönelik anlaşmalar imzalamayı kararlaştırdılar. 

Milletler Cemiyeti'nin   azınlıkları desteklemek için  oluşturduğu mekanizma ise  kendi döneminde  güçlü ve gelişmiş bir mekanizmaya dönüştü.  Birçok hukukçu ise   bu sistemin de mevcut yüzyılda hayata geçirilmesini istiyor.  Ancak maalesef bu sistem   İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile  unutuldu.  BMT ve BMT Anlaşmasının kurulması ve hazırlanması için düzenlenen konferanslarda   devletler  ise  savaş döneminde azınlıklarının saldırgan güçlere verdikleri desteklerden dolayı  kendi azınlıklarını desteklemek için anlaşmalar imzalamaya pek rağbetli değillerdi.   Kimi devletler  duygu sömürüsü yaparak, kamuoyunu kışkırtarak   ırkçılık ve milliyetçilik kapsamında  savaş döneminde azınlıkların var olan haklarını da ihlal etmiş ve azınlıkları  barış aleyhinde tehdit olma bahanesi ile baskı altında tutmuştu. 

 BMT anlaşmasının sırf iki maddesi azınlıklar ile ilgili olmuştur. Bu iki madde de genel kavramları ve hususları ele almıştır.  Biri  1'inci maddenin  3'üncü paragrafı ve diğeri de 55'inci maddedir.   Aslında BMT anlaşmasında azınlıklar hususunu insan hakları meselesi olarak ele almıştır.  Bu yaklaşım   evrensel insan hakları  bildirisinde de 1948'de tekrarlandı. 1966'da imzalanan Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesinin 27'nci maddesinde   dini, mezhepsel, etnik ve dilsel azınlıkları destekledi.  60'lı ve 70'lı yıllardan beri ise  siyasi, kültürel ve toplumsal, ticari hareketlerin artması, sivil toplum kuruluşlarının  rolünün artması, uluslararası kamuoyunun gelişmesi ile  azınlıklara da ilgi arttı.  Uluslararası toplum  farklı konvansiyonlar  onaylayarak   azınlıkları desteklemeyi de  genişletti. 

 Azınlıklar meselesinin  uluslararası hukukta yeni bir husus olmadığına rağmen  İslam dini  14 yüzyıl önceden beri  azınlıklara odaklanmış ve onlara değer vermiştir.  İslam'da  benim senin toprağın, ırkın, dilin, rengin veya milliyetin önemi yoktur.  Başka bir ifade ile  İslam  tüm insanların dinidir.  İslam dininde görülen  tek  kriter  dini farklardır.  İslam'a göre Müslümanlar gayrı Müslimlerden ayrılırlar.   Bu yüzden   İslami uluslararası haklardan kastedilen   İslami ümmet yani Müslümanların, diğer semavi dinlere mensup veya kafirler ile ilişkileri düzenleyen kurallar ve ilkelerdir. 

İslami hukuk,  dini azınlıklar için birçok avantaj ve  hak tanımıştır.  İster dini ister gayrı dini devletler yabancılar ve azınlıklara en az hakkı tanıdığı dönemde   İslami hukuki düzen  en iyi şekilde  " yabancılar ve azınlıklar için en az insan haklarını" karşılamıştı.  İslami hukuk fakihi üstad Abbasali Amid Zencani  ise şöyle düşünüyor:"  İslam'ın gayrı Müslimlere bakışı, dini azınlıkların, gayrı Müslimlerin İslami topraklarda Müslümanlar ile beraber barış ve huzur içinde yaşamalarına   yol açan haklarını tanıyan bir bakış olmuştur. "

İslam'ın dini azınlıklara  tanıdığı ilk hak, onlara Müslümanlar ile barış anlaşmasını kabul etmeleri ve tam güvenlik içinde İslami toprakları terk etmeleri ve istedikleri topraklara göç etmeleridir.   İkinci hak olarak   gayrı Müslimlerin can, mal ve namusları tıpkı Müslümanlar gibi  desteklenecek ve korunacaktır.  

İslam, semavi dinlerin  gerçek olduğuna inanmak ve onlara saygı duymayı  kesin ilkelerinden biri sayıyor.  Buna esasen  Ehli Kitap mensuplarına  inançlarını korumak için hak tanıyor.  Ayrıca Zimmet anlaşması gereğince  Ehli Kitap  kendi dindaşları ve din arkadaşları alanında  tapınakları, okulları ve özel mekanlarında   kendi dini işlerini tebliğ etmek ve dini eğitim görmekle meşguldür.   Onlara bir tık daha fazla hak tanınmıştır ve böylece Ehli Kitap mensupları  Müslümanlar ile inançlarını da tartışabilirler.   Dini azınlıklar   İslam'da   dini geleneklerini  ve göreneklerini gerçekleştirmek çerçevesinde  dini özgürlük haklarına sahipler.   Onlar gruplar halinde veya kişisel olarak  tapınakları ve kutsal mekanlarında  kendi törenlerini düzenleyebilirler. Kimse onlara tacizde bulunamaz. 

Diğer İslami hakları ve avantajları hususunda ise  azınlıklara tanıdığı toplumsal ve siyasal  özgürlüklerdir. Ehli Kitap    mensupları İslami ülkenin ve toprakların her noktasında yaşayabilirler. İsterlerse güven içinde ülkeyi de terk edebilirler.  İran'da İslami bilimler ve fıkıh havzası  hocalarından  Hüseyin Naseri Muhkaddem ise şöyle düşünüyor:"   Zimmet anlaşmasına göre  bağımlı azınlıklara   İslami topraklarda  ekonomik faaliyetlerde bulunmasına  izin verilmiştir.  Onların mülkiyet hakkı da tanınmış ve  malları da  tam koruma altındadır.  Onlar  özgürce  Zimmet anlaşması kapsamına giren  her türlü sosyal ve siyasi faaliyete katılabilirler.  Onlar,mesleki, sanatsal, sportif, ekonomik, kolektif ve siyasi süreçlere katılabilirler. 

 İslami hukukta   İslami topraklarda  gayrı Müslimler ile  Müslümanlar arasında milli birlik ve işbirliği duygusunun oluşturulması için    Zimmet isimli özel bir anlaşma imzalanmıştır.  Gayrı Müslimler   zimmet anlaşmasını imzaladıktan sonra  İslami toplumun bir parçası sayılırlar.