Mayıs 05, 2016 15:50 Europe/Istanbul
  • İran’ı gezelim, görelim - 23

Geçen bölümde İsfahan kentinde bazı güzel mekanları ve Cuma camiini gezdik.

Bugün seyahatimizin devamında İsfahan’ın ünlü Colfa semtine uğramak ve sizi bu semtte bulunan Vank kilisesi adıyla anılan ünlü bir kiliseye götürmek istiyoruz.

Colfa mahallesi, Safevilerin döneminde İsfahan kentinde inşa edilen eski ve tarihî semtlerden biridir. Bu mahallede Ermeniler yaşıyor. Mahallenin Ermeni sakinleri Azerbaycan’da Eres ırmağının kıyısında yer alan Colfa kentinden buraya göç ettirilmiştir. Bu göç kameri 1013 yılında gerçekleşti.

Bugün Colfa mahallesi Zayenderud ırmağının güneyinde yer alıyor ve artık sadece Ermeni azınlığı birada yaşamıyor. Fakat eskiden Colfa, sadece Ermenilerin yaşadığı ve çalıştığı bir semtti.

Ermeni azınlığının İsfahan kentine göç etmesiyle beraber bu kentte çok sayıda kilisenin inşa edildiğine şahit oluyoruz, ki bazıları çok ünlüdür. Burada inşa edilen ünlü ve eski kiliselere Hakup kilisesi, Giyork kilisesi, Meryem kilisesi, Beyt Lahim kilisesi ve Vank kilisesi gibi ünlü kiliseleri örnek verebiliriz. Bu kiliselerin varlığı ise İslam dininin ilahi dinlere ve bu dinlere mensup olan azınlıklara saygı gösterdiğinin işaretidir.

Vank kilisesi Colfa semtinin en güzel kilisesidir ve Safevi ikinci Abbas döneminde inşa edilmiştir. Bu kilise Ermenicede kurtarıcı anlamına gelen Amena Perkich adıyla bilinir ve San Sur kilisesi olarak da ün yapmıştır.

Vank kilisesi devasa kubbesi ve yüksek duvarları ve güzel ve yüksek kemerleri ile dikkat çekiyor.

Kilisenin ana avlusu iki dörtgenden oluşan paralelkenar şeklindedir ve birinci dörtgen binanın şebistanı ve ikinci dörtgen de kubbenin altında kalır ve burada dini ayinler düzenlenir.

Avlunun duvarlarından bir bölümü çeşitli renklerden oluşan kerpiç fayanslarla kaplıdır. Duvarların üst kısımları ise kutsal kitaptan ilham alınarak çok güzel resimlerle süslenmiştir, öyle ki bu resimler kubbenin altındaki yüzeyin tamamını kaplamaktadır.

Kilisenin kubbesinin çevresinde, Ermeni ressamların Adem ile Havva’nın yaratılış öyküsünü anlattığı resimler göze çarpıyor. Yine kilisenin çok güzel mihrabında Hz. İsa’nın –s– resmi ve diğer bazı resimler yer alıyor. Kubbenin dış yüzeyi ise sade tuğlalarla kaplanmıştır.

Vank kilisesinin iki kapısı vardır. Ana kapı, insanların girip çıktığı büyük bir ahşap kapıdır. Bir koridoru geçtikten sonra giriş bölümünde bulunan basamaklar karşımıza çıkar, ki bunun sağ tarafında da kilisenin çanının yer aldığı kule bulunur. Bu güzel ve büyük kule taştan dört sütun üzerinde inşa edilmiştir.

Kilisenin avlusunda İsfahan’da vefat etmiş bazı ünlü başpiskoposlar ve bazı Avrupa ülkelerinin siyasi temsilcilerinin mezarı vardır.

Kilisenin bahçesinde mabet ve mihraptan başka müze, basımevi, kütüphane ve patrikhane binaları da bulunmaktadır. Çok sayıda salonu olan Vank kilisesinin müzesinde çok değerli tarihî eserler ve sanat eserleri saklanır. Bu eserlere enfes tabloları ve çok sayıda İncil’i örnek vermek mümkün. Bu müzede sergilenen çok ilginç İncil’lerden biri, yedi dilde yazılan ve sadece 7 gram ağırlığında olan ve dünyanın en küçük İncil’lerinden biri sayılan bir İncil’dir.

Genelde Vank kilisesinin ihtişamı, İsfahanlı Ermeni sanatçıların zevkini yansıtan bir eserdir.

Değerli dostlar, Zayenderud ırmağının kıyısında yer alan çok güzel bir bahçenin bir köşesinde ünlü İran bilimcisi prof. Arthur Upham Pope ve eşi Phyllis Ackerman’ın mezarları yer alıyor. Bu mezarlar aslında İran kültürünün dünyanın dört bir yanında insanları derinden etkilediğini simgeliyor.

Gerçekte İran tarihi, kültürü, edebiyatı, sanatı ve eşsiz doğası, Batı dünyasında ömrünün önemli bir bölümünü İran hakkında araştırma yapma uğruna harcayan insanları hayran bırakmıştır. Prof. Arthur Upham Pope de İran diyarına ve sanatına gönül veren bu insanlardan biriydi. Prof. Pope ömrünün önemli bir bölümünü İran diyarını tanımak ve tanıtmak üzerine hacadı ve İran ile dünyanın diğer ülkelerini, birbirini karşılıklı tanıma ilkesi çerçesinde, birbirine yakınlaştırmaya çalıştı.

Prof. Arthur Upham Pope, İran ve İran’ın sanat dünyası hakkında bir çok esere imza attı. Bu eserlerden biri, 16 ciltte ve İngilizce telif edilen “İran sanatını araştırma” adlı eserdir. Eserin bazı ciltleri Farsçaya da çevrilmiştir. 5 bin sayfa siyah beyaz ve renkli resimlerden ve 3 bin sayfa araştırma sonuçlarından oluşan bu eser, dünyanın ünlü yetmiş kadar İran bilimcisinin katkılarıyla hazırlanmıştır. Eserde İran’ın mimari, çanak, metal işleme, münebbet, heykel, alçı işleme, resim, tezhip, sahaflık, minyatür ve halı dokuma sanatları gibi tüm güzel sanatları yer alıyor.

Bu kitap İran sanatı hakkında en önemli ve en geniş kapsamlı referans sayılır. Arthur Upham Pope’un diğer eserlerine İran mimarisi, İran sanat şaheserleri, İran’de ilkel çanak sanatı, İran minyatürleri, Şekil ve rengin zaferi, İran resim sanatı seyri adlı eserlere değinebiliriz.

Ünlü İran bilimcisi prof. Pope ömrünün son günlerini kendi isteğiyle Şiraz kentinde geçirdi ve ölümünden sonra da yine kendi vasiyeti üzerine İsfahan’da toprağa verildi.

Prof. Pope, neden İsfahan’da toprağa verilmesini vasiyet ettiği hakkında şöyle yazıyor: Ben İsfahan’ı çok seviyorum. Burada en önemli çalışmalarımı yürüttüm. Son menzil olarak İsfahan’ı seçmemim sebebi, İran milletine onların büyük düşünürleri, sanatçıları ve yaratıcı bilginleri ve liderleri, başka ülkelerin düşünürlerinin en derin takdirlerini toplayacak kadar önemli özelliklere sahip olduklarını göstermektir ve ayrıca benim mezarımı ziyaret edenlere, eğer biri İran’da toprağa verildiyse, sadece tesadüfen burada öldüğü için değil, bu diyarın kutsal olduğuna kesin inanması yüzünden burada toprağa verildiğini ispat etmektir ve İran’ın manevi konumunu anlayanlar için İran’ı son menzilleri olarak seçmeleri büyük bir meziyet ve onurdur ve böylece onlara, bu diyara ve büyük insanlarına ve öngürdükleri onurlu geleceğine iman ettiklerini beyan etme fırsatı verilmiştir.

Değerli dostlar, İsfahan yöresinde ta eskilerden beri seyyahların ve mimarların ilgisini çeken bir başka özellik, bu bölgenin bahçelerinde veya kentlerin dışında bulunan yuvarlık veya dörtgen şeklindeki kulelerdir. Gerçi günümüzde bu binalara seyrek rastanır, ama yine da bu kulelerin bazı kalıntıları hâla ayakta durmaktadır. Bu kulelere güvercin yuvası anlamına gelen “Kebuterhane” denir. İran’ın Kebuterhaneleri sayı, büyüklük, azamet ve mimari açıdan dünyada eşsizdir. Fransız seyyah Şarden, Safeviler döneminde gezdiği İsfahan yöresinin Kebuterhane sayısını üç bin kadar tahmin etmiştir.

Uzmanların Kebuterhanelerin üzerinde yaptıkları araştırmaların sonuçları, bu binaların çamur ve kerpiçten ve çok ilginç bir mimari tekneği ile inşa edildiğini gösteriyor. Bu kuleler genellikle silindir veya dikdörtgen şeklinde ve 14 ila 25 metre boyunda ve 7 ila 10 metre eninde özel kurallara ve ilkelere uyularak inşa edilmiştir. Her Kebuterhane kulesinin içinde, güvercinlerin yaşaması ve dinlenmesi için binlerce eşit ölçülerde odacıklar yer almaktadır. Kebuterhanelerin alt kısmı ise bu kuşların dışkılarının toplandığı ve tarımda kullanılan gübrenin biriktiği yerdir.

Kebuterhane kulesinde ebadına göre küçük pencereler açılmıştır. Güvercinler kulenin içine girip çıkmak için bu pencereleri kullanır.

Aslında Kebuterhanelerin özel mimarisine bakıldığında, bu bina güvercinler için bir nevi kale sayılır ve onları avcı kuşlardan korur. Öte yandan güvercinleri hırsızlardan ve güvercin avcılarından korumak için bu binalarda insanların girebileceği hiç bir giriş öngörülmemiştir. Geçmiş asırlarda İran’ın tarım sektörünün en önemli gübre üretim tesisatı sayılan ve halen bazı bölgelerde ayakta duran bu binalar aslında doğal sorunlarla mücadele etmek zorunda olan ve doğa ile bir nevi uzlaşması gereken bir milletin zeka ve yaratıcılığının işaretidir. 015