Aralık 22, 2016 22:46 Europe/Istanbul

Hatırlanacağı üzere geçen bölümde Doğu Azerbaycan eyaletine seyahatimize başladık ve bu güzel eyaletin merkezi Tebriz’den söz ettik.

Tebriz, içinde barındırdığı kültürel ve tarihî eserleri yüzünden İran’ın ünlü kentlerinden biridir. Tabriz’de tarihî önem arz eden değerli binların arasında kentin camileri de yer alıyor. Tebriz kentini çeşitli dönemlerde gezen İranlı ve yabancı seyyahların, kentin camileri ve dinî medreseleri ve bu mekanlarda ibadet ve eğitim biçimi hakkında ilginç araştırmalar yaptıkları anlaşılıyor.

Bu arada Tebriz’in Kebud camii, Ulu camii, Alişah camii veya erki ayrı önem ve ün arz ediyor. Bu yüzden bugün bu güzel mekanları gezmek istiyoruz.

Kebud veya Cihanşah adı ile ün yapan cami, aslında güzel firuze renginde kubbesi ve binanın iç ve dış cephelerinde kullanılan aynı renkte muarrak fayansları yüzünden Firuze Cihan, Firuze İslam ve lacivert anlamına gelen Kebud camii adları ile ün yapmış bulunuyor.

Kebud camiinin ana binası, kameri 9. ve miladi 15. yüzyılın ortalarında Cihanşah Kara Koyunlu iktidarı dönemine aittir. Bu cami Cihanşah’ın kızı Salihe’nin destekleri ile inşa edilmiştir.

Kebud camiinin girişi yüksek bir alanın üzerinde inşa edilmiş ve üst kısmı elipsoid kemer şeklindedir. Cami binasının iki tarafında binaya bitişik sütunlar yükselmiştir. Sütunların üst kısmı ise elipsoid hilallerden oluşuyor. Bu sütunlar tamamen enfes firuze renginde fayanslarla yapılan çok güzel desenlerle kaplanmıştır.

Caminin giriş bölümünden içeri girildiğinde, karşımıza büyük bir şebistan çıkıyor. Şebistanın kubbesinin altında kalan kısmın duvarları rengarenk fayanslarla kaplıdır. Burada işlenen küçük fayans parçaları adeta bir bütünmüş gibi çok titiz bir şekilde ve büyük bir maharetle işlenmiştir. Buradaki motiflerde ve renklerin karışımında da büyük bir zarafet ve güzellik söz konusudur, öyle ki insan kendini sebze ve çiçeklerle dolu bir tablonun karşısında hisseder.

Türkiye’nin ünlü seyyahlarından Evliya Çelebi kameri 11. yüzyılın birinci yarısında Tebriz’e yaptığı ziyaretini seyahatnamesinde anlatırken, bu binanın ihtişamına işaret ederek şöyle diyor:

Cihanşah camiinin girişi, Bağdat’ın yakınlarında bulunan Kesra çatısından daha yüksektir. Bu bina muhteşem bir binadır ve güzel fayanslarla süslenmiş ve kubbeleri yüksektir. Binanın tarafı ve tüm kapılar ve duvarlar rengarenk fayanslarla süslenmiştir ve oldukça güzel bir binadır, öyle ki kim içeri girerse, içinden çıkmak istemez.

Güzel fayansları dışında Cihanşah camiinin oldukça enfes taban döşemesi de vardır. Bundan yaklaşık 120 yıl önce bu camii ziyaret eden Fransız arkeolog bayan Jane Dieulafoy, caminin güzel taban döşemesini şöyle anlatıyor:

Bu binanın taban döşemesi oldukça muhteşem ve güzel görünümlüdür. Caminin bu bölümünün özel önemi ve azameti vardır ve cami duvarlarının güzellikleri ve parlak süslemelerinden tümüyle farklıdır ve insana huzur kazandırmanın yanı sıra, izleyenlerini ister istemez bu büyük şaheseri takdir etmeye zorlamaktadır.

Caminin güzel fayansları ve taban döşemesinin yanında camide Kur'an'ı Kerim ayetlerini içeren bir çok kitabe de vardır ve Nash, Süls, Küfi ve Nastalik gibi güzel İslamî hatlarla yazılmıştır. Bu kitabeler de İranlı hattatların sanatının güzelliğinden bazı örnekleri gözler önüne seriyor. Gerçekte tüm bu güzellikler, seyyahları Cihanşah camiinin azametini ve ihtişamını takdir etmeye zorlayan etkenlerdir.

Tebriz Ulu camii de kentin önemli tarihî eserlerinden biridir. Bu binanın ne zaman inşa edildiği kesin bilinmiyor. Bu camiden tarih kitaplarında Kebir ulu camii adıyla söz ediliyor ve inşa edildiği günden itibaren Tebriz’in ulu camii olarak kullanıldığı ve çevresini de Tebriz çarşısı sardığı anlaşılıyor.

Bu caminin en eski bölümü geniş şebistanıdır. Bu şebistan kameri 5. yüzyılın alçı ustalarının büyük bir zarafetle süslediği tuğladan sekizgen sütunların üzerinde duran kemerlerden ve kubbelerden oluşuyor.

Ulu camii Moğol İlhaniler döneminde ilgi odağına yerleşiyor ve bir takım onarımların yanı sıra, bazı yeni bölümler de camiye ekleniyor. Caminin yüksek mihrabı güzel alçı işlemeleri ile beraber, o dönemin mirasıdır.

Ak Koyunluların Azerbaycan topraklarında hüküm sürdükleri dönemde ise yüksek bir kubbe muarrak fayans işlemeleri ile Ulu caminin Kuzey kanadında inşa ediliyor. Günümüzde bu kubbenin bazı temelleri ve fayans işlemeleri hâla göze çarpıyor.

Kameri 1193 depreminde Tebriz’de bir çok bina hasara uğrarken, bu cami de büyük hasara uğruyor. Şimdiki cami ise depremden sonra ve Gacarlar iktidarının ilk yıllarında inşa ediliyor. Bu bina Gacarlar döneminden geriye kalan güzel binalardan biri sayılıyor ve mimarisinin sağlamlığı ve güzelliği bakamından uzmanların takdirini topluyor.

Alişah erki veya camii de Tebriz’in İhlaniler döneminden miras kalan güzel tarihî eserlerinden biridir. Bu bina İran’ın en yüksek tarihî duvarlarından birine sahiptir ve Tebriz kentinin simgesidir. Tebriz erki, Gazan Han döneminde inşa edildi ve bir depremde kubbesi ve duvarları yıkıldı. Bir zamanlar bu binanın hemen yanında musiki ve opera için muhteşem bir salon inşa edilmişti. Bu salon ihtişam bakımından Rusya’nın Saint Petersburg kentinde bir salonla boy ölçüşüyordu, fakat daha sonraları yıkıldı.

Şimdi ise Tebriz kentinin ünlü Musalla alanı Alişah erkinin yanı başında yer alıyor. Bu arada Tebriz erkinin deprem gibi doğal afetlere ve topla düzenlenen saldırılara karşı takdire şayan direnişi, mimari uzmanlarını hayran bırakan bir özelliği olduğu da belirtilmelidir.

Uzmanlara göre, Alişah erkinin binası tek başına bir mimari üniversitesi gibidir. Binanın inşaat tekniği, titiz hesaplamaları, kulenin yüksekliği ve eğimleri, mamari öğrencileri için adeta uygulamalı ders gibidir. Bu bina Tebriz mimarisinin en belirgin mirasıdır ve daha sonraları İran’ın diğer beldelerine yeni İslamî mimari bakımından örnek olmuştur.

Değerli dostlar, bugünkü seyahatimizi Tebriz’in bir başka değerli tarihî eseri olan Rab’i Reşidi adlı bir eseri gezerek noktalamak istiyoruz.

Rab’i Reşidi Tebriz’in Abbasi mahallesinde yer alan kentin önemli tarihî eserlerinden biridir ve bu değerli kompleksten geriye kalan kalıntılar azametini yansıtmaktadır.

Tarihî belgelerde belirtildiği üzere, Rab’i Reşidi aslında bir üniversite kampüsüydü ve yaklaşık 600 yıl önce Hoca Reşideddin Fazlullah Hemedani tarafından inşa ettirildi. Bu kampüste yer alan binaların azameti hakkında tarihçiler ve seyyahlar bir çok yazı yazmıştır. Bu yazılara göre, Rab’i Reşidi kampüsünde medrese, dar-ul şifa, cami, kütüphane, fabrika, bahçeler, kervansaraylar, dükkanlar, evler ve yine Hoca Hemedani için inşa edilen bir türbe yer alıyordu. Bu türbe oldukça güzel muarrak uzun fayanslar ve mermer taşlarla süslenmişti.

Hoca Reşideddin Fazlullah Hemedani bu bilim merkezinin bedelini karşılamak için eski İran topraklarında yer alan Irak, Afganistan, Gürcistan, Rum diyarı, Azerbaycan ve Suriye’de bir çok arsayı vakfetti.

Hoca Reşideddin Fazlullah Hemedani vakfettiği arsalara çeki düzen vermek amacıyla bir de vakıfname tedvin etmişti. Bu vakıfname Rab’i Reşidi vakıfnamesi adıyla ün yapmıştı. Bu vakıfnameden bir tek nusha geride kaldı. Bu nusha hali hazırda Tebriz’in merkezî kütüphanesinde saklanıyor.

Rab’i Reşidi vakıfnamesi Haziran 2007 tarihinde İran Milli Kütüphanesi tarafından UNESCO’ya bildirildi ve bu kurum da aynı ayda düzenlediği oturumda, bu belgeyi Baysunkuri Şahnamesi adlı eserle birlikte dünya kültürel mirasları listesinde kayda geçirdi.