Mart 23, 2021 19:40 Europe/Istanbul

Bu bölümde Maide suresinin 51 ve 52'nci ayeti ayrıca Al-i İmran Suresinin 118,119 ve 120'inci ayetlerinin sebebi nüzulünü ele alacağız.

Bedir Savaşı sona ermişti. Kureyş'in de yenilgisi Müslümanlar  için ne kadar görkem, azamet ve mutluluk armağan etmişse Medine ve çevresinde yaşayan Yahudiler için korku, panik ve mutsuzluğa neden oldu. O zamana kadar Yahudiler İslam'ı ciddiye almamış ve bu yeni doğan dinin gücünü fark etmemişlerdi. Böylece  kendilerini tehdit altında hissetmemişlerdi. Ancak Müslümanların Bedir Savaşı'ndaki zaferi güçlerini ortaya çıkardı.

Yahudiler her zaman etnik kökenlerinden dolayı gurur duymuşlar ve yanlış görüşler çerçevesinde, kendilerinden başka hiç kimsenin peygamber olma hakkının olmadığını düşünüyorlardı. Servete duydukları hayranlık ve İslam'ın egemenliklerini ortadan kaldırma korkusu ve de yasadışı ticaret ve tefecilikten elde ettikleri büyük kârın sona erme yönündeki tahminleri yüzünden Allah Resulü ve Müslümanlara karşı düşmanca tavırlarını yoğunlaştırdılar.

Zengin Yahudilerden ve Peygamber Efendimiz'e  karşı olan isimlerden Ka'b bin Eşref, Kureyş'in esirlerini esaret altında görünce çok üzüldü ve kavmine şöyle dedi: ""Vay halinize! Yemin ederim, bugün yeraltı sizin için yer üstünden daha yeğdir.  Öldürülenler ve esir düşenler halkın liderleri ve büyükleri idi. Ne düşünüyorsun?"  Yahudiler ise şöyle  dediler: "Yaşadığımız sürece, Muhammed ile düşman olacağız. Ka'b bin Eşref ise şöyle dedi: " Onun için ne değerin var ki? Muhammed, akrabalarını bile ezdi ve öldürdü."

Yahudiler daha sonra İslam'ı zayıflatmak için İslam'a karşı zehirli propaganda yürütmeye başladılar. Kamu alanlarında alaylardan, saldırganlıklardan ve sözleşme ihlallerinden bile çekinmediler.

Yahudilerin davranışlarını gözlemleyen, Yahudilerle ittifak halinde olan Müslümanlar, onlarla ilişkilerini yeniden gözden geçirmeyi ve bu düşmanca tavırlarla başa çıkmak için uygun bir yol seçmeleri gerektiğini düşündüler. Bu kişiler arasında İbad bin Samit de vardı. İbad, Medine'nin büyüklerinden biri olarak kabul edilmişti. İbad, Müslümanların Medine'ye göç etmesine neden olan Akabe biatinde bulunan bir şahıstı. İbad ayrıca Bedir Savaşı'nda Peygamber Efendimize  eşlik etmekten gurur duyan kişilerdendi.

İbad, Yahudilerin Müslümanlara karşı çirkin davranışlarını gördükten sonra, Peygamber Efendimiz'in yanına gidip şöyle dedi:  "Müttefik olduğum, büyük zenginliğe ve güce sahip birçok Yahudi arkadaşım var. Artık Müslümanlara karşı bu şekilde sıraya dizildikleri ve kutsal İslam dininin varlığını tehlikeye attıklarına göre, onlarla eski dostluğum ve ittifakımdan el çekeceğim. Şimdi yine Allah ve Peygamberi ile bir antlaşma yapıyorum ve yaşadığım sürece bu antlaşmaya uyacağım."

Buna karşılık, İbad bin Samit'in tersine, kimileri görünüşte Müslümanların saflarında bulunanlardır, ancak gerçekte Müslümanlar arasına korku, sızma ve çıkarcılık yüzünden karışmışlardı. Bu kesim ise Yahudilerle ittifakı sürdürmekte ısrar ettiler. Medine münafıklarının önderi olan Abdullah bin Ubey, şunları söylüyordu:" Yahudilerle olan antlaşmaya uymalı ve onlardan sakınmamalıyız.Biz onlara bağımlıyız ve onlara ihtiyacımız var! İlişkimizi kesersek, dayanılmaz birçok ekonomik ve geçim sorunuyla karşı karşıya kalacağız. Antlaşmayı bozarsak onlar da ilk fırsatta bize merhamet etmezler ve dertlerimizde bize yardım etmezler!  Bu yüzden onlarla arkadaş olmaya devam etmek ve onları uzaklaştırmamak daha iyidir.

Bu sırada Allah Resulü  Abdullah bin Ubey'e şunları söyledi: "Ben de İbade Bin Samit'in Yahudilerle dostluğu konusunda endişeliydim. Ama şimdi senin onlarla arkadaşlığından daha çok endişeleniyorum. "

Bu sırada Maide suresinin 51 ve 52'inci ayeti indirildi ve Müsümanlar, Yahudiler ve Nesariler ile ittifak kurmaktan sakındırıldı. 

Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur:"«یا أَیُّهَا الَّذینَ آمَنُوا لا تَتَّخِذُوا الْیَهُودَ وَ النَّصارى أَوْلِیاءَ بَعْضُهُمْ أَوْلِیاءُ بَعْض وَ مَنْ یَتَوَلَّهُمْ مِنْکُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لا یَهْدِی الْقَوْمَ الظّالِمینَ /  فَتَرَى الَّذینَ فی قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ یُسارِعُونَ فیهِمْ یَقُولُونَ نَخْشى أَنْ تُصیبَنا دائِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَنْ یَأْتِیَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْر مِنْ عِنْدِهِ فَیُصْبِحُوا عَلى ما أَسَرُّوا فی أَنْفُسِهِمْ نادِمینَ»

"﴾51﴿  Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.﴾52﴿  Kalplerinde hastalık bulunanların "Başımıza bir felâketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların dostluklarını kazanmaya çalıştıklarını görürsün. Belki de Allah müminlere katından bir fetih veya başka bir başarı getirir de onlar içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar."

Maide  Suresi'nin 51. ve 52. ayetleri İslam'ın dış politika ilkelerinden birini ifade eden ayetler arasındadır.  Bu ilke ise yabancılarla asla arkadaş olmamanız ve onları dayanak haline getirmemeniz gerektiğidir. Şüphesiz, İbad bin Samit  ve Abdullah bin Ubey iki farklı düşünce ve siyaset ekolünü de  temsil etti. Bir ekol şöyle diyor: Yabancıdan umudunu kes ve işini ona bırakma ve yardımına güvenme. Bir diğeri şöyle diyor: Bu çalkantılı dünyada her insan ve millet bir tutunma noktası ister ve bazen bu dayanağı yabancılar arasından seçmeyi tercih eder. Onlarla dostluk bir gün verimli olur.

Kuran-ı Kerim ise İkinci okulu ciddi şekilde reddetmekte ve Müslümanları bu düşünce tarzına karşı koymak yönünde açık ve kesin bir şekilde uyarmaktadır. Çünkü İslam'a göre düşmanlarla her türlü dostane ilişki yasaktır. Dolayısıyla Allahu Teala düşmanlara karşı kalben nefret etmeyi bile ister. İslam düşmanlarına karşı kalben nefret duygusu nehyetmenin ön şartıdır. Müminler  bu kalben nefreti ise ilahi şefkat ile değiştirmeliler. Çünkü Allah ile dostluk, Allah'ın düşmanları ile dostlukla bir araya  gelemez. 

Akıllı ve görevini ve sorumluluklarını bilen bir Müslüman, İslam düşmanlarını kendine dost edinmemeli ve dini sırlarını onlara anlatmamalıdır. Bu gerçek ise Al-i İmran suresinin 118,119 ve 120'nci ayetlerinde anlatılmıştır.  İslam'ın başlangıç döneminde ise kimi Müslümanlar Yahudiler'in İslam'a olan düşmanca duygularını anlayamadıkları yüzünden  bu ayetler indirildi. Kimi Müslümanlar ise o dönemde birçok sebepten dolayı İslam ordusunu sırlarını onlar ile paylaşmış ve İslam'a darbe indirilmesine zemin hazırlamışlardı. 

Böyle bir ortamda  Al-i İmran suresinin bu üç ayeti indirildi. Müslümanların, Müslümanlardan başka dost etmemeleri vurgulandı.

Bu ayetlerde Allahu Teala şöyle buyurdu:" «یٰا أَیُّهَا اَلَّذِینَ آمَنُوا لاٰ تَتَّخِذُوا بِطٰانَهً مِنْ دُونِکُمْ لاٰ یَأْلُونَکُمْ خَبٰالاً وَدُّوا مٰا عَنِتُّمْ قَدْ بَدَتِ اَلْبَغْضٰاءُ مِنْ أَفْوٰاهِهِمْ وَ مٰا تُخْفِی صُدُورُهُمْ أَکْبَرُ قَدْ بَیَّنّٰا لَکُمُ اَلْآیٰاتِ إِنْ کُنْتُمْ تَعْقِلُونَ/ هٰا أَنْتُمْ أُولاٰءِ تُحِبُّونَهُمْ وَ لاٰ یُحِبُّونَکُمْ وَ تُؤْمِنُونَ بِالْکِتٰابِ کُلِّهِ وَ إِذٰا لَقُوکُمْ قٰالُوا آمَنّٰا وَ إِذٰا خَلَوْا عَضُّوا عَلَیْکُمُ اَلْأَنٰامِلَ مِنَ اَلْغَیْظِ قُلْ مُوتُوا بِغَیْظِکُمْ إِنَّ اَللّٰهَ عَلِیمٌ بِذٰاتِ اَلصُّدُورِ / إِنْ تَمْسَسْکُمْ حَسَنَهٌ تَسُؤْهُمْ وَ إِنْ تُصِبْکُمْ سَیِّئَهٌ یَفْرَحُوا بِهٰا وَ إِنْ تَصْبِرُوا وَ تَتَّقُوا لاٰ یَضُرُّکُمْ کَیْدُهُمْ شَیْئاً إِنَّ اَللّٰهَ بِمٰا یَعْمَلُونَ مُحِیطٌ "

"﴾118﴿ Ey iman edenler! Sizden olmayanları sırdaş edinmeyin, onlar size kötülük yapmaktan geri durmazlar, sıkıntıya düşmenizi isterler. Onların ağızlarından nefret taşmaktadır; kalplerinin gizlediği ise daha büyüktür. Gerçekten size delilleri açıklamışızdır, eğer düşünüyorsanız!

﴾119﴿ Size gelince, bakın siz onları seviyorsunuz, ama onlar sizi sevmiyorlar. Siz kitabın tamamına inanıyorsunuz; onlar sizinle karşılaştıkları zaman "inandık" diyorlar; yalnız kaldıklarında ise size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırıyorlar. De ki: "Öfkenizden çatlayın!" Şüphesiz Allah kalplerde olanı bilmektedir.

﴾120﴿ Size bir iyilik gelirse bu onları üzer, ama başınıza bir kötülük gelse buna sevinirler. Eğer sabreder ve sakınırsanız, onların tuzağı size hiçbir zarar vermez. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır."