Batı’da insan hakları ihlalleri - 2
Göç, iltica ve sığınma talebi, 21. Yüzyılın en ciddi sorunlarından birini oluşturuyor.
BM verilerine göre dünyada en az 59 milyon insan, savaş, iklim değişikliği, kuraklık, kıtlık, yoksulluk, işsizlik veya baskı gibi sebeplerden ötürü yaşadığı yöreden kaçıyor ve daha güvenli bir yere yerleşmek istiyor.
Avrupa kıtası ise mültecilerin en önemli hedeflerinden biridir. Son bir iki yılda ise Avrupa kıtasının kendi içinde bile göç sorunu şimdiye kadar görülmemiş seviyeye ulaşmış bulunuyor. öte yandan göçmenlerin ve sığınmacıların Avrupa topraklarına akın etmeye başlaması ile beraber, Danimarka gibi bazı Avrupa ülkelerinde sınırlarda denetimi sıklaştırma eğiliminde de artış gözleniyor. Nitekim Danimarka yönetiminin geçenlerde mültecilerin mal varlığına el konmasıyla ilgili parlamentoda onaylattığı yasa, hem mültecileri ve hem insan hakları aktivistlerini bu ülkenin tutumu konusunda hüsrana uğrattı.
2015 yılında yaklaşık 21 bin sığınmacı Danimarka’da kayıt yaptırdı, oysa bu rakam Danimarka’nın komşusu İsveç’te 163 bine ulaştı.
Danimarka yönetimi son aylarda sığınmacıların bu ülkeye gelişini engellemek için tüm çabasını harcamaya başladı. Örneğin Danimarka yönetimi Lübnan’da Arapça yayımlanan gazetelerde bir bildiri yayımlayarak göçmenlerin ve sığınmacıların Danimarka’ya gelmesi asla iyi ve ideal bir konu olmadığını ispat etmeye çalıştı. Danimarka yönetimi sığınmacılara Danimarka onlar için asla cazip bir ülke olmadığını ispat etmek için her türlü yola baş vuracaklarını belirtiyor.
Ancak Danimarka yönetiminin insan hakları aktivistleri isyan ettiren son uygulaması, sığınmacıların mal varlığına el koyma kararıydı. Danimarka parlamentosu 26 Ocak 2016 tarihinde tartışmalı bir kanunu onayladı. Yeni kanun Danimarka yönetimine sığınmacıların nakit ve değerli eşyalarına el koyma yetkisi veriyor. Danimarka yönetimine bu denli haksız bir yetkiyi veren bu kanun Danimarka parlamentosunda 27 olumsuz oya karşı 81 olumlu oyla onaylanarak kanun haline getirildi.
Sığınmacıların mal varlığına el koyma yasa tasarısı aslında Danimarka’nın sağcı liberal hükümetinin göç yasasını düzenleme ve sığınmacıların bu ülkeye girişini kısıtlama planının bir parçasıdır. Medya organları, Danimarka’nın sağcı yönetimi bu ayın başlarında meclisteki çoğunluğu elde etmesinin ardından mevzu bahis planın onaylanması da kesinlik kazandığını belirtiyor.
Buna göre sığınmacılar Danimarka’ya gelir gelmez üzerleri aranıyor ve o sırada on bin Danimarka kronu, yani 1340 avrodan daha fazla nakit para bulundurdukları takdirde bu paralara el konuluyor ve ardından göçmen ve sığınmacı idaresi fonuna aktarılıyor ve gelecekte sığınmacıların giderleri yolunda harcanıyor. Bundan başka sığınmacıların aile üyelerinin onlara katılması için en az üç yıl beklemeleri gerekiyor.
Danimarka’da muhalefet kanadı ve medeni haklar aktivistleri ve insan hakları örgütleri ve dünyanın diğer ülkelerinde faaliyet yürüten benzer kurumlar, sığınmacıların mal varlığına el koymaknın Danimarka’nın üzerinde inşa edildiği değerlere aykırı olduğu ve bu ülkenin uluslararası itibarını zedeleyeceği uyarısında bulunuyor. bazı kesimler hatta bu planı, Nazi Almanya’nın azınlıklara karşı uyguladığı insanlık dışı yöntemlere benzetiyor. BM mülteciler yüksek komiserliği ise bu plan Danimarka’da yabancı düşmanlığını körükleyeceği uyarısında bulunuyor.
Gözlemciler danimarka’da onaylanan bu haksız yasanın gelecekte diğer Avrupa ülkeleri üzerinde de yıkıcı etkileri olacağını kaydediyor.
İşin ilginç tarafı, Danimarka’nın sağcı yönetiminin sığınmacı haklarını savunanların ve kamuoyunun eleştirilerine karşı bu yasayı savunması ve yasanın asıl amacı sığınmacılara kolaylık sağlanması olduğunu ileri sürmesidir. Danimarka Başbakanı Lar Rasmusen hatta bu durumu Danimarka tarihinin en yanlış anlaşılan yasa tasarısı niteledi.
Danimarka yönetimi söz konusu yasa tasarısı parlamentoda onaylanmadan önce Washington Post gazetesine yaptığı açıklamada, yasa tasarısına göre sığınmacıların sadece değerli mal varlığına el konulacağını ve saat, cep telefonu, süs eşyaları ve manevi değeri olan eşyaların aşırı maddi değeri olmadığı takdirde bu yasanın kapsamı dışında olduğunu belirtti. Buna göre sığınmacılar hatta maddi değeri yüksek olan fakat kendileri için manevi değeri fazla sayılan eşyalarını bile kendileri için koruyamıyor. Oysa sığınmacılar da evrensel insan hakları bildirgesi ve diğer uluslararası hukuk konvansiyonlarında insanlara tanınan tüm haklardan yararlanma hakkına sahiptir.
Evrensel insan hakları bildirgesinin 17. Maddesine göre her insan ister bireysel, ister sosyal şekilde olsun, mülkiyet hakkına sahiptir ve hiç kimse başına buyruk bir şekilde mülkiyet hakkından mahrum edilemiz.
28 Temmuz 1951 tarihinde onaylanan ve sığınmacıların durumu ile ilgili olan konvansiyon da sığınmacıların mülkiyet hakkını tanıyor ve sığınmacılarn mallarına el konulamayacağını vurguluyor. Dolaysıyla mevcut uluslararası yasa ve konvansiyonlara göre Danimarka yönetiminin bu uygulaması hiç bir şekilde haklı gösterilemez.
BM mülteciler ajansı bölgesel sözcüsü Zoran Stevanoviç şöyle diyor:
Danimarka geleneksel olarak insan hakları standartlarını belirlemek üzere başka ülkelere ilham kaynağı olan bir ülke olmuştur. Buna karşın Danimarka yönetimi sığınmacılarla dayanışmasını sergilemek ve onlara sığınma hakkı tanımak yerine tek yanlı ve kısıtlayıcı yöntemlere yönelmiştir. BM mülteci işleri ajansı, Danimarka’nın sığınmacıların tüm Avrupa ülkeleri arasında adil bir şekilde dağıtılması üzerinde odaklanmak yerine mültecilere karşı kısıtlayıcı yöntemlere baş vurmasını talihsizlik olarak nitelemektedir. Biz özellikle sığınmacıların ailelerine kavuşmaları yolunda çıkarılan engelden kaygılıyız. Yine, sığınmacıların ancak bir yıllığına geçici kamplarda kalabilmeleri ve aile üyelerinin onlara katılma talepleri durumunda Danimarka’ta ikamet süreleri üzerinden en az üç yıl geçmiş olması gerektiği de kaygı vericidir.
Danimarka yönetiminin çıkardığı haksız yasanın ardından gözleri yaşla dolu olduğu halde The Guardian muhabirine konuşan 21 yaşındaki Afgan mülteci kız Zöhre şöyle diyor:
Ben Danimarka’ya gelmeyi düşünen sığınmacılara, eğer başka yerlerde kalma şansları varsa Avrupa’ya ve özellikle Danimarka’ya gelmemelerini tavsiye ediyorum. Danimarka yönetimi sığınmacılarla ilgili yasalarını her geçen gün daha da zorlaştırıyor. Buraya gelen insanlar eğlenmek için gelmedi. Onlar yaşadıkları ülkelerinde büyük sorunlarla karşı karşıyadır. Ben Afganistan’dan göç etmeye karar verdiğim sırada başka bir ülkenin güzel olduğu veya zengin olduğu için bu kararı vermedim. Ben buraya güven içinde yaşamak için geldim. Bizim çok az paramız var ve yeni bir yaşam kurmak için bu paraya ihtiyacımız var.
İngilizce öğretmeni ve eski subay olan ve Kongo cumhuriyetinden Danimarka’ya sığınan 48 yaşındaki Jean Claude Mangomba da şöyle diyor: İnsanların çoğu savaştan kaçıyor. Bu insanlar ülkelerinden kaçarken taşıyabilecekleri her şeyi beraberinde taşıyor. Fakat bunlar onları zengin edecek veya suçlu konuma düşürecek kadar değil. Eğer onlar para getiriyorsa, bu para Danimarka yönetimine yardımcı olur, çünkü onlar paralarını Danimarka kronuna çeviriyor ve bu ülkede harcıyor. Ben Danimarka yönetiminin sığınmacıların paralarına ve değerli eşyalarına el koyma kararına anlam veremiyorum. Bu uygulama akla yatkın görünmüyor. Yeni yasa çok kötü. Onlar bizi ülkelerimize geri göndermekm istiyor. Ama gerçek şu ki ben önceden bu ülkeye gelmeye karar vermedim. Ben ülkemde hakim olan vahim şartlardan ötürü kaçtın ve birden kendimi burada buldum, çünkü ben ülkemden kaçtım ve hatta canımı bile bu yolda koydum ve tüm tehlikeleri kabul ettim. Ben sağ kurtulduğum için çok şanslıyım. Ben üç yıldır eşim ve çocuklarımı görmedim. Yeni yasanın çıkarılması ise benim daha uzun yılları onları beklemem gerektiği anlamına geliyor. Ben tüm umudumu yitirdim. Burada sığınmacılara yönelik tedbirler onları yavaş yavaş öldürüyor.
Gerçekte dünyada göç halinde olan 59 milyon insana kıyasla Avrupa’ya göç eden insanların sayısı oldukça azdır. Örneğin Suriye krizi sırasında bu ülkenin komşuları iki yıldan daha az bir süre içerisinde 4 milyon sığınmacıyı kabul etmek zorunda kaldı. Lübnan ve Ürdün gibi ülkeler Türkiye’nin yanında bu krizin sığınmacı yükünü birlikte omuzluyor ve kabul ettikleri sığınmacı sayısı milyonlarla ifade ediliyor, öyle ki bazı durumlarda sığınmacı nüfusu, geldikleri ülkenin nüfusunun beşte birini oluşturuyor.
Ancak Avrupa kıtasında bu durum, sığınmacı akınından duyulan korkuyu hafifletmek için değil de, iktidar kavgası malzemesine dönüştüğünde daha da karmaşık hale geliyor. Bir başka ifade ile, bazı Avrupa ülkelerinde radikal sağ örgütlerin mevzu bahis korkuyu ve göçmen karıştığı gibi durumları körükleyerek iktidarı zorlamaya ve kendileri iktidarı ele geçirmeye çalışıyor. Nitekim eğer Slovakya gibi bir Avrupa ülkesi onca baskını nardından sonunda sadece 200 hristiyan göçmeni kabul edeceğini açıklaması da sorunun ciddiyetini gösteriyor.