Mayıs 07, 2016 14:11 Europe/Istanbul

Geçen bölümde insan hakları ve sekularizm konusunu irdeledik ve dedik ki BM insan hakları bildirisi sekularizm ve hümanizm temellerine dayanıyor, fakat bu bildirge sadece İslam aleminde değil, Batılı düşünürlerin arasında da bir çok muhalifi bulunuyor.

yine dedik ki insan hakları üzerinde bir çok anlaşmazlığın kaynağı dünya görüşü ve insan tanımı üzerindeki ihtilaftır ve insanların hakları ve ihtiyaçları konusunda görüş beyan etmek insan hakikatini tanımadan mümkün değildir.

Sekularizm düşüncesinin bileşenlerinden biri, insanın mebde, yani başlangıç ve maad ile irtibatını gözardı etmektir ve buna göre sekular insan hakları insanı sadece doğum anından ölüm anına kadar geçen süre çerçevesinde değerlendirir. Oysa İslam dini insanı, maddi ve manevi olmak üzere iki boyutlu ve ilahi ve ebedi ruhu olan bir mahluk olarak tanıtır. İslam dinine göre insanda ilahi fitratı geregi sahip olduğu kabiliyet insan haklarının kaynağı ve başlangıcıdır. Oysa sekularizm insanın sırf maddi ve bireysel istek ve eğilimlerini insan hakları tanımında temel alır.

Sekularizm insanı ve haklarını tanımlamak için tamamen beşeri akıl ve deneyimlerini kullanma yönteminden yararlanır, oysa bu yöntem hataya açık ve kısıtlıdır. Oysa müslüman düşünürler vahiy de akıl gibi alemleri yaratan Allah’tan kaynaklanan ve içinde hataya yer olmayan bir nevi marifet ve tanım olduğunu savunur. Yine vahi, beşeri akıl ve tecrübenin çok çok ötesinde alanları kapsar. Böylece sekular insan hakları insanı ve haklarını tanımlarken kendini en kesin tanım kaynağı, yani vahiyden mahrum bırakmıştır, oysa İslam dini bu kaynağa da sahiptir.

Bugünkü sohbetimizde sekular insan hakları ile İslamî insan hakları arasında diğer bazı farklılıkları ele almak istiyoruz.

Batılı insan hakları fazilet ve değer kavramlarını göz ardı ederek insan haklarını insani değerler sahasından ayrı tutuyor. Sekular düşünceye göre her türlü fesat ve fuhuş serbest ilan ediliyor ve özgürlük, her türlü ahlaki ve dini ilkelerden sıyrılma ve laubalilik şeklinde tanımlanıyor. Sekular düşünceye göre özgürlük, mutlak değerdir ve eşitlik, adalet, iman, ahlaki faziletler gibi insani değerlerden üstündür ve önce gelir. Bu önceliğin anlamı şöyle ki bu değerleri koruma bahanesiyle insanların bireysel özgürlükleri kısıtlanamaz. Buna göre de sekular düşüncede bireysel özgürlükleri savunma meselesi radikal bir boyut kazanıyor ve bu düşüncenin ürünü olan evrensel insan hakları bildirgesinin hemen hemen tüm maddelerinde de yükümlülük karşıtlığı eğilimi açıkça göze çarpıyor.

Geçen bölümlerde İslam öğretilerine göre özgürlüğün insan için hedef olmadığını ve sadece insan şanına yakışan bir hedefe ulaşma aracı olduğunu anlattık. İslam dini nefsani heva ve hevesleri ve eğilimleri tatmin etmeyi insanın hedefi olarak görmüyor ve ancak insani kemal ve ebedi saadete ermeyi insan şanına yakıştırıyor.

O zaman özgürlük, erdemin kendisi değil, sadece insanın kemale ermesinin ön zeminidir. İslam dini özgürlüğü işte bu hedefe göre tanımlıyor. Buna göre hiç bir şey insanın insani şayeste kemale ermesi yolunda onun hür iradesine engel olamaz. Nefsani heva ve hevesleri mutlak şekilde izlemek, mebda ve maadı unutmak ve alemleri yaratan Allah’a karşı duyarsız kalmak insanların insaniyet derecesinden düşmesine yol açan durumlardır. O zaman eğer sırf nefsani heva ve heveslerimizi tatmin etmekte mutlak özgürlüğü beşerin en temel hakkı sayacak olursak ve insani değerlerine ve faziletlerine önem vermezsek, bu durum kesinlikle İslam açısından kabul edilemez.

İslam açısından insanın kemale ermesi, onun maslahatını ve zararını belirleyen kriterdir ve hangi erdem insana yakıştığını bilmek ve bu kemale ulaşma yolundaki engelleri tanımak için insan aklından başka ilahi vahiy de gereklidir. İlahi vahiy insana kemale ermenin doğru yollarını gösterir ve kemale doğru ilerlerken davranışlarında olur olmazları tealimlerin çerçevesinde sunar. Bu olur olmazlar görecede insanlar için bir takım kısıtlamalar getiriyor olabilir, fakat gerçekte insanı nefsani heva ve heveslerinin esaretinden ve başkalarının kölesi olmaktan kurtarır.

Dolaysıyla İslamî düşüncede insani değerleri ve faziletleri koruman insanın hakkı olarak tanımlanır. Oysa insanın maslahatı yerine isteklerine asalet tanıyan sekular düşüncede eşcinsellik gibi en çirkin ameller bile savunulabilir ve insanın kesin ve doğal hakkı olarak tanımlanır.

Sekular düşünce yükümlülük karşıtıdır ve insan için sadece hak kaildir. Oysa gerçek şu ki hak ve yükümlülük bir madalyonun iki yüzüdür. İslam dini açısından insan hem Allah’a ve hem kendi soydaşlarına ve hatta doğaya ve Allah tealanın ona sunduğu nimetlere karşı yükümlülükleri söz konusudur. Yani eğer birine bir hak kail olduysak, bunun anlamı bir başkasına da bu kişiye karşı bir yükümlülük kail olmuşuz demektir. Örneğin eğer bir çocuğğğun konuşma eğitimi alma hakkından söz ediyorsak, ebeveyni ve toplumu için de bu çocuğun eğitimine karşı yükümlülüğünü göz önünde bulundurmalıyız.

Sekular insan haklarında ise daha önce de belirtildiği üzere yükümlülükten söz edilmemiştir. Bu düşüncede hak ve yükümlülük birbirine karşıdır ve eğer bir insan için bir yükümlülük belirlenirse, bu, onun özgürlüğü ve haklarının ihlali anlamına gelir. Ancak İslam’a göre hak ve yükümlülük birbirinden bağımsız olarak anlamsızdır. İmam Ali –s– şöyle buyurur:

Hiç kimse üzerine bir yükümlülük verilmedikçe hiç bir hakkı sabit olmaz ve yine hiç kimsenin hakkı, üzerine bir yükümlülük aldığı sabit olmadıkça, sabit olmaz.

İslam dinine göre insan bu dünyada başı boş bırakılan bir mahluk değildir. İnsan bu dünyanın sabihi değildir ve sadece eşrefi mahlukattır ve kendi soydaşları ve doğa ve ilahi nimetlerle teamül çerçevesinde kemale erme yolunda ilerlemelidir.

İslamî düşüncede dünyanın gerçek maliki Allah’tır ve insan onu ve alemleri yaratan Allah’a karşı ve yine başka insanlara ve varlık alemine karşı bir takım yükümlülükleri vardır.

Buna göre İslamî insan haklarında insan doğaya ve hayvanlara karşı istediği gibi davranamaz, yani bir hayvanı taciz edemez veya sebepsiz yere öldüremez. İnsan doğayı yok edemez ve hatta kendi cismine ve ruhuna zarar vermeye hakkı olamaz. İslam açısından insan evlatlarına, komşularına, başka insanlara ister gayri müslim ister kafir, bazı yükümlülükleri vardır. Bu konu özellikle İslam’ın başkalarının haklarına uymaya verdiği önemi gösterir. İslam öğretilerine göre hatta idam cezasına çarptırılan bir insanın bazı hakları vardır ve başkalarının yükümlülüğü bu haklara uymaktır.

İslam öğretilerine göre her insan onu yaratan Allah’a karşı da bir takım yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülükler gerçekte insanı ebedi saadete ulaştıran yollardır. İnsan Allah katına yakınlaşmadan ebedi saadete asla nail olamaz. Gerçekte İslam’da insan için belirlenen yükümlülüklerin tümü onu en temel hakkı olan insani şayeste kemale erdirme aracıdır. Bu yükümlülüklere karşı duyarsızlık ve sırf haklara vurgu yapmak, insandan bencil vle kendini tüm alemin maliki ve alacaklısı sanan bir mahluk yaratır, oysa varlık aleminin yaratanı ve maliki Allah’tır ve beşer de ancak Allah’ın mahlukudur ve büyük bir hedef uğruna bu dünyaya ayak basmıştır. Allah ile insan arasında yaratanla yaratılan ilişkisini unutmak insanın en büyük hakkı, yani ebedi saadete ermesi yolunda en büyük engeldir.

İslamî insan hakları ile sekular insan hakları arasındaki köklü ve önemli bir başka farklılık, bu hakların hangi kaynaktan alındığı ve itibar kaynağının ne olduğudur.

İnsan haklarının kaynağı hakkında farklı görüşler söz konusudur. Bazıları insan haklarını halkın oylarına dayandırır ve bazıları da alimler, bilginler, doğa kanunları veya fıtratı insan haklarının kaynağı olarak gündeme getirir.

Büyük müslüman alim Ayetullah Cevadi Amoli şöyle diyor: İslamî düşüncede tüm hakların kaynağı Allah’tır ve bu da insan haklarının korunması için bir etkendir. Gerçekte ancak yüce Allah yasama hakkına sahiptir ve hekim ve tarafsızdır ve insanların saadet ve şekavet yolunu en iyi bilendir.

Dolaysıyla İslam dinine göre varlık aleminde her hakkın kaynağı alemleri yaratan hekim Allah’tır.

Hak, aslında mülkiyetten kaynaklanır. Eğer biri bir şeyin maliki değilse, gerçek malikinin izni olmaksızın üzerinde hak iddia edemez. Sekular insan haklarında insan kendi canı ve varlığının maliki varsayılıyor. Oysa insan kendi varlığı veya yokluğu üzerinde hiç bir kontrolü ve hakimiyeti yoktur.

İslam öğretilerine göre ise varlık alemi ve insanın gerçek maliki Allah’tır ve hak da ancak Allah’a aittir. Dolaysıyla her mahlukun hakkının ispatı ancak Allah’ın izni ile caizdir.

Demek ki insan haklarının kaynağı, insanı yaratan ve ona keramet veren ve bu keramet sayesinde inkar edilemez haklara kavuşturan yüce Allah’tır. 015