Kitabın Konumu-6
Bu bölümde kitabın tarihi seyrini ve kütüphane ile ilgili ilginç bir hikayeyi ele almak istiyoruz.
Sümerler insanlık kazanımlarını ve bilgi birikimlerini gelecek nesiller için korumak isteyen ilk insanlardı. Sümerler yazıyı icat eden ve aslında kitaba önem veren insanlar olup bugüne kadar insanların kitaplar ile alakasını sağlayan kesimdi. Bu bağlamda insanların kültürel ve teknolojik birikimleri bir sonraki nesillere aktarılmış ve şimdi de bizim günlük ihtiyaçlarımız, eğitim ve yasal ihtiyaçlarımız bu yoldan karşılanmaktadır.
Dolambaçlı ve garip bir kütüphaneyi ziyaret etmek kitap okuyanlar ve okurlar için cazip ve ilgi çekici olabilir. Ancak bir kitap almak için bir kütüphaneye gittiğinizi ve orada sıkışıp kaldığınızı düşünün. Acaba orada kalmak ister misiniz? Ömrünüzün sonuna kadar binlerce kitap okumak ister misiniz? Oradaki diğer mahpusların sizin beyninizi yemek istediklerini anlayınca kaçıp ailenizin yanına gider misiniz? "
Ünlü Japon yazar Haruki Murakami ise " Garip Kütüphane" isimli kitabında şöyle bir hikaye anlatıyor. Genç bir erkek, Osmanlı İmparatorluğunda vergi toplama hususunda bir kaç kitap almak için kütüphaneye gitti. Garip ve ilginç bir insan olan kütüphaneci ise onu kütüphanenin dolambaçlı koridorlarından alt kata yönlendirdi ve 107 numaralı odaya gönderdi. Ancak genç adam bu odaya atıldığını ve mahpus olduğunu anladı. Kütüphaneci, ona tüm orada bulunan kitapları ezberlemesini, sadece bu şekilde oradan serbest bırakılacağını söyledi. Adam böylece o gencin taze bilgiler ile dolu beynini yemek istiyordu. Çünkü ona göre böyle bir beynin çok güzel tadı vardı. Ancak genç adam diğer şahsiyetlerden yararlanarak odadan kaçmak istedi.
"Garip Kütüphane" kitabı ilk kez 2005 yılında Japonca olarak yayımlandı. Ardından çevirmenler sayesinde birçok dile de çevrildi. Bu resimli kitabın görüntüleri çok büyük puntolu başlayıp çok ufak puntolu yazılar ile sonlanmaktadır. Gerçekte bu kitabın hikayesi, sonunda dramatik ve hüzün verici bir durum ile karşı karşıya kalan kahraman bir gencin uzun seyahatidir. Bu kitabın muhatabı görünüşte gençler ve delikanlılardır. Ancak kitap hayranı gencin bu garip kütüphanedeki varlığı, aslında yetişkinler için de cazip olacak ruhani ve manevi bir yolculuk sayılır. Örneğin hikaye bir kütüphanede yaşanıyor. Murakami'nin sembolik olarak temas etmek istediği nokta, kütüphanelerin insanlığın sonsuz hafızasının tutulması ve düşünceler ve farklı görüşlerin depolanması için bir mekan olmasıdır. Bu temsili dilin zirveye taşındığı nokta, yaşlı kütüphanecinin insanlık bilimi birikimine karşı sürekli bir savaş içerisinde olması ve hikayenin kahramanının zıt noktasında yer almasıdır.

Haruki Murakami bu ilginç sembolik hikayede karmaşık yapılı ve sır dolu karakterleri ile, insanların dünyevi prangalardan kurtulma sürecini anlatmaya çalışıyor. Böyle bir hikayede insan, kurtulma arzusu ile ayakkabılarını bile kaybediyor.
Aslında Garip Kütüphane isimli kitap meydana getirdiği labirentsi yapı ile okuru hikayenin sonuna kadar kendi ile sürüklemekte ve eşsiz sebep-sonuç ilişkisi kurarak, gerçek hayatları da etkilemektedir. Murakami, gerçek ve hayal arasında merdivenler kurarak yalnızlık, şefkat yoksunluğu, dostluk yoksunluğu ve hayır ile şerrin karşı karşıya gelmesi gibi sorunlar ve sosyal mesajları da ele alır.
Sohbetimizin devamında ilk kitaplardan konuşup kil levhalardan ve tabletlerden elektronik kitaplara kadar gelen süreci özet olarak ele almak istiyoruz.
Tarihi belgeler ve rivayetler Rafidayn olarak da bilinen Dicle ile Fırat arasındaki ovaların ve Mezopotamya'nın verimli derelerinin kitabın doğum yeri olduğunu gösteriyor. Sümerlilerden geriye kalan antik şehirlerin yıkıkları ve enkazlarından da Sümerlilerin yaklaşık milat öncesi 2 bin 700 yıllarında özel, dini ve devlete bağlı kütüphanelere sahip olduklarını gösteriyor. Talu kütüphanesinin 30 bin kadar kilden levhaya sahip olduğu belirtilmektedir.
Sümer tarihçiler, ciddi bir şekilde eskiden gelen anlatıları ve hikayeleri ayrıca yaşadıkları dönemin olaylarını kaydetmeye çalışmışlardır. Bilinen en eski yazım sistemi de çivi yazısıdır. Sümerliler de zaten bu yazı şeklini yaratmak ve insanlığa büyük hizmetler sunmakla biliniyorlar. Onlar yazmak için demir ve çelikden yapılan ucu sivri, çiviye benzer kalemlerden yararlanırlardı. Böylece yumuşak kil, fildişi ve ahşap üzerine yazıyorlardı. Bu amaçla, özel katipler ve yazarlar yetiştirildi. Bunlar levhaları yazıp onları pişirmek ve sertleştirmekle görevli idiler. Pişirilmiş levhaların parçaları ise şimdi de arkeolojik çalışmalar sayesinde bulunmuşlardır. Levhalar ve tabletler, ticari bilgiler, dualar ve gelenek görenekler gibi dini bilgiler, kutsal efsaneler ve mitler ve de milli ve etnik hikayeler içermektedirler.
Sümerlere ait antik şehirlerde yapılan kazılar ise İlyad'dan binlerce yıl daha eski edebi parçalara sahip belgelerin bulunduğunu gösteriyor. Böylece Sümerlilerin en eski edebiyat parçalarını hazırladıkları söylenebilir. Kil veya diğer uygun ham maddeler üzerine yazılan metinlerden ele edilen bilgilere göre bu metinlerin yüzde 95'inin ticaret, idari ve hukuki işler ile ilgili olduğu söylenebilir.
Sümer kültürü, 1500 yıl boyunca, Milat öncesi 4'üncü milenyumdan milat öncesi 2'inci milenyuma kadar Rafidayn bölgesinde baskın kültür olmuştur. Bu uzun süre içerisinde Sümerli yazarlar farklı konularda birçok nüsha halinde eserler yazmışlardır. Bu bağlamda " Başarısız Gılgamış Kahramanı" efsanesi birçok nüsha halinde geriye kalmıştır. Sümerliler bu kil yazıtlarını mabetlerde, saraya bağlı binalarda ve okullarda tutmuşlardır. Gerçekte Sümerliler bu eserleri yaratan ve koruyan ilk tanınmış millet olmuşlardır. Onların amacı ise açık ve net olarak bu eserlerin gelecek nesillere aktarılması olmuştur.
Sümerlerin ardından Babillerin medeniyeti kitap hususunda ileri noktada yer alan milletlerden biri olmuşlardır. Babiller, çivi yazısı ile yazmak ve matematik ve de astronomi gibi kimi bilim dallarını Sümerlerden öğrenmişlerdir. Mabetler ve saraylarda da kütüphanelerin varlığından söz edilmiştir. Bunlardan en önemlisi ve en iyi örneği ise Borsipa kütüphanesidir. Antik dünyada onları Kitap Hayranları olarak biliyorlardı.
Aşuriler krallığı da Babillere paralel olarak var olan ve kütüphaneciliğin meslek olarak ortaya çıkışının kraliyetidir. Kütüphane tarihinde ilk kez Nineva Kütüphanesinde liste ile karşılaşıyoruz. Bu dönemde Aşurbanipal ilk kez kütüphane sorumlusunu atamıştır. Onun ölümünün ardından ise kütüphane hayatını devam ettirmiştir. 612 yılında ise Midi Kiyazas Nineva'yı yıkmış ve ardından yeni bir şehir kurmuştur.

Antik Mısır medeniyeti, Sümerler, Babiller ve Aşuriler dönemine paralel olarak filizlenmesine rağmen Mısırlılar yazı biçimi ve yazılış olarak farklı bir yöntem seçmişlerdir. Onlar Papirüs üzerine yazıp ucu tüylü kalemlerden yararlanıyorlardı. Kalemlerini siyah ve kırmızı mürekkeplere batırarak yazıyorlardı. Giza ve Tebz'de İkinci Ramses'e ait kütüphaneler bu yazının en önemli depoları sayılırlar.
Mısırlılar kitabı taparcasına önemli sayıyorlardı. Örneğin kitapların birinde yazılan söz ile alakalı çok derin bir görüşe rastlıyoruz. Bu yazıda şöyle yazılmıştır:" İnsan ölür ve cenazesi toprağa dönüşür. Onunla aynı dönemde yaşayanlar da toprağa gömülür. Kitaplar ise onun hatıralarını bir dilden diğer dile aktarır. Yazmak, bir bina veya manastır yapmaktan, yenilmez bir kale veya mabette put yapmaktan daha faydalıdır. "
Papirüs tomarları genellikle ağzı geniş testilerde veya silindirimsi metal kutulara bırakılırdı. En eski Mısır kültürünün yazılı eseri milat öncesi 2 bin 880 yıl önceye ait Papirüs tomarıdır. Bu eser şimdi de Paris kütüphanesinde tutulmaktadır. Mısır'ın uygun ikliminden dolayı birçok Papirüs tomarı özellikle de mezarlıklarda, mabetlerde ve hatta evlerde okunabilir şekilde muhafaza edilmiştir.

Görünen o ki Mısır'da çok sayıda yazılan ve satılan belgeler, ölüler ile ilgili yazılan belgelerdi. Aslında bu belgeler, büyük ve sihir ile ilgili olup ölülerin huzurunu sağlamak için yazılan belgelerdi.
Bu ölü mektuplarının en güzel örneği, rengarenk resimler ile süslenmiştir. Bu resimde mezara gömülen insanlar tasvir edilmektedir. Birçok kez bu ölü mektuplarının, dünyada en eski resimli yazılar olduğu söylenmiştir. Bu yazılar aslında kahinler tarafından yazılmış ve kimi nüshaları da satışa sunulmuştur. Satılan bu belgelerde ölenin adının geçeceği yer bile boş bırakılırdı. Böylece ölen kişinin ismi belge alındıktan sonra üzerine yazılırdı. Antik Mısır'daki yazıların yüzde 90'ı bu mektuplar ile ilgilidir.