Ayetlerin Hikayesi-52
Bu bölümde Maide suresinin 103, 104 ve 106 ila 108'inci ayetlerinin sebeb-i nüzulünü ele alacağız.
İslam öncesi Araplar arasında, çölde yaşama ve şehircilik ve medeniyetten uzak kalma dolayısı ile, hurafeler çok yaygındı. Örneğin inek su içmediği takdirde boğa dövülürdü. Çölde biri kaybolduğunda gömleğini ters giyerdi. Kimileri bazı hayvanları farklı nedenlerden dolayı etiketleyip etlerinin yenmesini yasaklar. Kimileri süt içmek, yün kırkmak ve ata ve deveye binmeyi bile yasaklamıştı. Ayrıca 5 defa doğum yapan ancak beşinci doğumunda erkek doğan devenin kulağını keserlerdi. Böyle bir deve onlar açısından saygıdeğerdi ve artık kimsenin sırtına binmeye hakkı yoktu.
Böyle bir deve her hangi bir nedenden dolayı ölseydi yünü ve derisi işlenmezdi. Hayatta kasaydı da sütü sadece misafirlere verilirdi ve yaptığı bir sonraki doğumda dişi doğsaydı kulağına bir başka delik atılırdı ve köşeği ile beraber serbest bırakılırdı. Böylece deve istediği yerde otlanabilirdi. Böyle bir deve ise Buhira yani kulağı yarılmış adlandırılırdı. Kulağının yarılmasının nedeni ise tanınması ve kimsenin ona binmemesi ve onu yememesi içindi. Bu hurafelere inanan cahiliye Arapları kimi zaman yolcularının sağ salim dönmesi halinde veya hastalarının iyileşmesi halinde falanca dişi develerine saibe olarak davranacaklarını, binmeyecekleri etini yemeyecekleri adağında bulunup develerini Buhira yapacaklarını söylüyorlardı. 10 nesil geride bırakan erkek deveye ise Ham denir. Bu develer de Buhira ve Saibe develeri gibi serbest gezip ne binilirdi, ne de etki yenirdi.
Ayrıca kimi Arap kabileler arasında yedi kez doğan keçi yedinci kez erkek doğmuşsa tanrılar yolunda kurban olurdu ve eti sırf erkekler için helal sayılırdı. Keçi dişi ise koyunlara karıştırılır ve kesilmezdi. Ancak yedinci doğumda ikiz doğmuşsa, biri erkek öbürü dişi ise şöyle derlerdi: " Böylece erkek keçi artık kesilmeyecek ve saygın sayılacaktır. Herşeyi de erkeklere aittir. Bu yüzden bu keçiler Vasile olarak adlandırılıyordu.
Araplar bu amellerini kutsal sayıp bu hurafelerine sıkı bir şekilde bağlı idiler ve gerçekte bunu bir tür şükran sayıyorlardı. Onlar hayvanların verdiği hizmetlere şükranlarını bildirdiklerini düşünüyorlardı. Halbuki bu hayvanlar bu saygın sayılmalarından dolayı zor durumlar da yaşıyorlardı. Çünkü pratikte kimse onlara doğru dürüst bir yem bile vermiyordu. Bu hayvanlar genellikle çok yaşlanırlardı. Böylece acı verici bir şekilde kısıtlanıyorlardı. Bir başka önemli nokta da bu hükmün tanrıya atfedilmesi idi. Halbuki bu durum ilahi nimetlerin ziyan edilmesidir.
Kuran-ı Kerim Allah'a yönelik bu iftira ve hükmün atfedilmesine karşılık olarak Maide suresinin 103 ve 104'üncü ayetinde şu ifadelere yer verilmiştir: "«مَا جَعَلَ اللهُ مِن بَحِیرَة وَلاَ سَآئِبَة وَلاَ وَصِیلَة وَلاَحَام وَلَـکِنَّ الَّذِینَ کَفَرُوا یَفْتَرُونَ عَلَى اللهِ الْکَذِبَ وَأَکْثَرُهُمْ لاَ یَعْقِلُونَ/ وَإِذَا قِیلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَآ أَنَزَلَ اللهُ وَإِلَى الرَّسُولِ قَالُوا حَسْبُنَا مَا وَجَدْنَا عَلَیْهِ ءَابَآءَنَآ أَوَلَوْ کَانَ ءَابَآؤُهُمْ لاَ یَعْلَمُونَ شَیْئاً وَلاَ یَهْتَدُونَ:
"﴾103﴿ Allah bahîre, sâibe, vasîle ve hâm ile (diye bazı hayvanların işaretlenip kullanımdan alıkonması) ilgili bir buyruk koymamıştır. Fakat inkârcılar kendi uydurdukları yalanları Allah’a yakıştırmaya çalışıyorlar; onların çoğu akıllarını kullanmıyorlar.
﴾104﴿ Onlara "Allah’ın indirdiğine ve peygambere gelin" dendiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol) bize yeter" derler. Ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda gitmeyen kimseler olsa da mı?"
İslam'ın başlangıç döneminde Arap dünyasında İbni Mâriye ticaret yoluyla geçimini sağlayan başarılı bir tüccardı. Medine-Şam yolunu pek çok kez gelip gitmişti. Bazen iki Hıristiyan kardeş olan Uday ve Tamim ile ticarete beraber girişirdi. İbni Mariye, Şam'dan döndüğünde son yolculuğunda hastalandı. Kendini ölüm döşeğinde görünce kimseyi tanık tutmadan hızla vasiyetname yazdı ve eşyalarının arasına sakladı. Hayatının son anlarında, arkadaşlarına vefatından sonra malını ailesine teslim etmelerini emretti. İbn Mariya yolda öldü ve oraya gömüldü ve geride büyük bir servet bıraktı. Bu sırada sadakatsiz arkadaşlar mülküne göz dikti.
Uday ve Tamim bohçalarını açtı ve değerli eşyalarını aldı. Daha sonra Medine'ye dönüşünde malın geri kalanı hayatta kalanlara verildi. Mirasçılar geri kalan mallara baktılar ve İbni Mariye'nin yanında götürdüklerinin bir kısmını bulamadılar. Bunun yerine, İbni Mariye'nin vasiyetini mallarının yanında kırışmış halde buldular. İbni Mariye'nin vasiyetinde, kaybolan ve çalınan tüm malların isimleri yazılı idi. Öncelikle iki Hıristiyan kardeşe gidip İbni Mariye'nin kayıp mallarını talep ettiler. Ama her ikisi de yalanladılar ve kabul etmediler ve dediler ki:" Bize verdiği her şeyi size verdik. Mallarının geri kalanını bilmiyoruz."
Mirasçılar, Peygamber Efendimiz saa nezdine gidip şikayet etmek zorunda kaldılar. Bu sırada Maide suresinin 106 ila 108'inci ayetleri indirildi.
Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur: "« یا أَیُّهَا الَّذینَ آمَنُوا شَهادَةُ بَیْنِکُمْ إِذا حَضَرَ أَحَدَکُمُ الْمَوْتُ حینَ الْوَصِیَّةِ اثْنانِ ذَوا عَدْل مِنْکُمْ أَوْ آخَرانِ مِنْ غَیْرِکُمْ إِنْ أَنْتُمْ ضَرَبْتُمْ فِی الأَرْضِ فَأَصابَتْکُمْ مُصیبَةُ الْمَوْتِ تَحْبِسُونَهُما مِنْ بَعْدِ الصَّلاةِ فَیُقْسِمانِ بِاللّهِ إِنِ ارْتَبْتُمْ لانَشْتَری بِهِ ثَمَناً وَ لَوْ کانَ ذا قُرْبى وَ لانَکْتُمُ شَهادَةَ اللّهِ إِنّا إِذاً لَمِنَ الآثِمینَ / فَإِنْ عُثِرَ عَلى أَنَّهُمَا اسْتَحَقّا إِثْماً فَآخَرانِ یَقُومانِ مَقامَهُما مِنَ الَّذینَ اسْتَحَقَّ عَلَیْهِمُ الأَوْلَیانِ فَیُقْسِمانِ بِاللّهِ لَشَهادَتُنا أَحَقُّ مِنْ شَهادَتِهِما وَ مَا اعْتَدَیْنا إِنّا إِذاً لَمِنَ الظّالِمینَ/ ذلِکَ أَدْنى أَنْ یَأْتُوا بِالشَّهادَةِ عَلى وَجْهِها أَوْ یَخافُوا أَنْ تُرَدَّ أَیْمانٌ بَعْدَ أَیْمانِهِمْ وَ اتَّقُوا اللّهَ وَ اسْمَعُوا وَ اللّهُ لایَهْدِی الْقَوْمَ الْفاسِقینَ:
"﴾106﴿ Ey iman edenler! Birinize ölüm gelip çatınca vasiyet esnasında içinizden iki âdil kişi, şayet seyahatte iken başınıza ölüm musibeti gelmişse sizden olmayan başka iki kişi aranızda şahitlik etsin. Eğer (vasiyeti uygularken) içinize bir şüphe düşerse, bu iki şahidi namazdan sonra alıkorsunuz; "Bunu yakınımız hatırına da olsa hiçbir bedel karşılığında satmayız ve Allah’ın buyruğu olan bu tanıklığı asla gizlemeyiz, aksi halde apaçık günahkârlardan olacağımızda kuşku yoktur" diye Allah’ın adına yemin ederler.
﴾107﴿ Şayet bu ikisinin günah işledikleri (yeminlerinin gerçeği yansıtmadığı) ortaya çıkarsa, bunların haklarını gasbettiği kimselerden iki kişi onların yerini alır ve "Kesinlikle bizim şahitliğimiz onların şahitliğinden daha doğrudur ve biz hak tecavüzünde bulunmadık, aksi halde biz de zalimlerden oluruz" diye Allah’ın adına yemin ederler.
﴾108﴿ İşte bu, şahitliği gereğince yapmalarını sağlayacak veya yemin etmelerinden sonra yeminlerin reddedilmesinden korkmalarını önleyecek en uygun usuldür. Allah’a âsi olmaktan sakının ve iyi dinleyin. Allah yoldan çıkmış topluluğu doğruya eriştirmez."