Ayetlerin Hikayesi-58
Bu bölümde Enam suresinin 109 ila 111'inci ayetlerinin sebeb-i nüzulünü ele alacağız.
Kuşkusuz Kuran-ı Kerim, peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed saa'in maneviyatı ve ruhaniyetini gösteren bir mucizedir. Düşünce ve fikir ehli olanlar için Kuran-ı Kerim Hz. Muhammed saa'in hakkaniyetinin göstergesidir. Tabii ki tüm peygamberlerin mucizesi zamansal ve mekansal koşullara göre her zaman değişmiş ve kendi dönemlerinde yaşayan insanların bilimine göre olmuştur. Nitekim İbrahim as Nemrud ve hakkı kabul etmeyen insanların gözü önünde ateş alevlerinin arasından geçti. Ancak Allahu Teala'nın mucizesi sonucu bu alevler onun gözüne güzel ve serin cennet olarak görüldü.
Hz. Davud as Zebur semavi kitabını güzel bir nağme ve ezgi ile okurdu ve bu ses ilahi mucize sonucu olarak o kadar güzel ve hoştu ki tüm dağlarda ve semalardaki canlılar bile ona ayak uydurmaya başlardı ve böylece herkes onların bu uyumunu ve sesini görüp dinlerdi. Hz. Musa as döneminde de insanların büyücüler ve cadılar ile uğraştığı bir sırada büyünün, cambazlığın ve sihrin geliştiği bir dönemde Allah'ın Peygamberi Hz. Musa kendi ilahi davetini ispatlamak için asasını yere atıp ejderhaya dönüştürürdü. Hz. Musa ayrıca elini göğsüne götürüp eli nurlu bir şekilde dışarıya çıkarırdı.
Tıbbın gelişme kaydettiği bir sırada Hz. İsa as körleri, engellileri tedavi edip ölüleri bile diriltiyordu. Allah Resulü Hz. Muhammed saa de edebiyat ve şiirin gelişip özel bir konuma geldiği toplumda, zamane insanları arasında kalıcı bir mucizeyle zuhur etti. Öyle bir mucize ki hem dini talimatları ve ilkeleri içeriyordu hem zamane insanlarının anladığı dilden konuşuyordu. Tabii tüm bu mucizeler, peygamberler tarafından sunuldu. Zaten hakikat peşinde olanlar için Hz. Muhammed saa'in nübüvvetinin ispatlanması için bu kadarı da yeterli idi.
Peygamber Efendimiz saa, Allah'ı ve Allah'ın birliğini ispatlamak, şirk ve putperestliği reddetmek için birçok mantığa dayalı neden sundu. Buna rağmen putperestler yanlış konumlarında ısrarcı olmaya devam ettiler. Bazıları da akıl hükmünü görmezden gelerek Peygamberimizden tuhaf mucizeler istemişlerdi. O zamana kadar Peygamber Efendimiz saa, mübarek ellerindeki çakıl taşlarıyla konuşmak ve çakıl taşlarının onun peygamberliğine tanıklık etmesi, ayın ikiye bölünmesi, kuru bir kuyudan su kaynatmak gibi birçok mucizeyi göstermişti. Üstelik sadece Kur'an-ı Kerim, iddiasını kanıtlamaya yetecek kadar büyük bir mucize idi.
Semavi Kuran-ı Kerim kitabı, kelime, anlam, yapı vb. açılardan çeşitli yönlerden insanüstü özelliklere sahiptir ve insanlar onun gibi bir eser yaratmaktan aciz olmuşlardır. Bu nedenden dolayıdır ki inkarcılardan Kur'an ayetlerine benzer ifadeler söylemeleri istenmiştir. Tabii ki, bu kadar açık ve net bir mucizeyi kabul etmeyenler diğer mucizeleri kesinlikle kabul etmeyecektir. Nitekim günlerden bir gün Kureyşliler'in bir kısmı Peygamber Efendimiz'in yanına gidip şöyle demişlerdi: " Musa'nın taşa vurduğu zaman on iki pınar açan asası olduğunu söylüyorsun. Ayrıca İsa'nın da ölüleri dirilttiğini ve çamurdan kuş yaptığını, üzerine üflediğini ve onu diriltip uçurttuğunu söylüyorsun. Doğuştan körleri iyileştirdiğini ve sedef hastalığı olan hastaları iyileştirdiğini söylüyorsun. Hele de Semud halkından bahsediyorsun." Kureyşliler bu lafları ettikten sonra Allah Resulünden dağın içinden karnında 10 aylık yavrusu bulunan büyük ve kızıl renkli bir deve getirmesini istediler. " Salih'in de halkın isteklerini kabul ettiğini ve gözlerinin önünde bir dağın yarıldığını ve dağın kalbinden kocaman bir devenin çıktığını ve istediği özelliklere sahip olduğunu söylüyorsun. O zaman aynısını bizim için de yap ki sana inanabilelim.
Peygamber Efendimiz Kureyşlilerin bu sözlerini duyunca şöyle dedi: "Sizin için ne yapmamı istiyorsunuz? "
" Allah'tan Sefa dağını altına çevirmesini ve ölülerimizden bazılarını diriltmesini iste ki onlara senin hakkaniyeti hakkında soralım. Ardından senin risaletin hususunda şahitlik yapacak melekleri de bize göster veya Allah ve melekleri gruplar halinde bizim yanımıza getir ki onları görelim ve sana inanalım. " dediler.
Kuran-ı Kerim'e göre rahmeti her şeyi kapsayan İslam Peygamberi, hücceti tamamlamak ve mazeret bırakmamak için onlara "Bunlardan bazılarını yaparsam inanır mısınız? " dedi. Kureyşliler ise dediler ki: "Allah'a yemin ediyoruz inanırız. " Putperestlerin bu konudaki ısrarını gören Müslümanlar, Peygamber Efendimiz'den, inanmaları için makul ve mümkün olan bu önerilerin bir kısmını yapmasını istediler. Peygamber Efendimiz dua etmeye hazır olur olmaz, Cebrail indi ve isterseniz davetinize cevap verilecek ve Safa Dağı'nı altın yapacağız mesajını getirdi. Cebrail, böyle olursa o zaman hüccetin her açıdan tamamlanacağını ve konunun duygulara ve görmeye dayalı boyut kazanacağını, iman getirmemeleri halinde büyük bir cezalandırmanın onları beklediği ve yok olacaklarını söyledi. Cebrail ayrıca istekleri yerine getirilmediği takdirde kendi hallerine bırakılmaları halinde, bazılarının ileride tövbe edip doğru yolu izleyebileceğini de sözlerine ekledi.
Cebrail'in bu sözlerinin ardından Allah Resulü duasından vaz geçti ve hiçbir talepte bulunmadı. İşte bu sırada Enam suresinin 109 ila 111'inci ayetleri indirildi. Bu ayetlerde şöyle buyrulmuştur:" « وَ أَقْسَمُوا بِاللهِ جَهْدَ أَیْمانِهِمْ لَئِنْ جاءَتْهُمْ آیَةٌ لَیُؤْمِنُنَّ بِها قُلْ إِنَّمَا الْآیاتُ عِنْدَ اللهِ وَ ما یُشْعِرُکُمْ أَنَّها إِذا جاءَتْ لا یُؤْمِنُونَ / وَنُقَلِّبُ أَفْئِدَتَهُمْ وَأَبْصَارَهُمْ کَمَا لَمْ یُؤْمِنُوا بِهِ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ فِی طُغْیَانِهِمْ یَعْمَهُونَ / وَ لَوْ أَنَّنا نَزَّلْنا إِلَیْهِمُ الْمَلائِکَةَ وَ کَلَّمَهُمُ الْمَوْتى وَ حَشَرْنا عَلَیْهِمْ کُلَّ شَیْء قُبُلاً ما کانُوا لِیُؤْمِنُوا إِلاّ أَنْ یَشاءَ اللّهُ وَ لکِنَّ أَکْثَرَهُمْ یَجْهَلُونَ:
"﴾109﴿ Kendilerine bir mûcize gelirse ona mutlaka inanacaklarına dair Allah adına kuvvetle yemin ettiler. De ki: "Mûcizeler ancak Allah’a aittir." Ama mûcize geldiğinde de inanmayacaklarının farkında mısınız? ﴾110﴿ O’na iman etmedikleri ilk durumdaki gibi (mûcize gösterdikten sonra da) yine onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz. Ve onları şaşkın olarak taşkınlıkları içinde bırakırız. ﴾111﴿ Eğer (istedikleri gibi) onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah dilemedikçe yine de inanacak değillerdi; fakat çokları bunu bilmezler.
Kesin olan husus, birçok tarihi olayda mazeret uyduran insanların her zaman ilk başta mucizeler peşinde koşup, ancak onları gördükten sonra bile yine de ilahi varlığa inanmamalarıdır. Firavun ve Firavun yandaşları bile, Musa as'ın mucizesini ve tüm büyücülere karşı kazandığı zaferi gördükten sonra büyücülerin bile inanmasından sonra yine de ona iman getirmediler ve tam bir küstahlık ile Musa'nın mucizesini anlayan ve ona iman getiren büyücüleri feci bir şekilde çarmıha gerip şehit düşürdüler.
Semud halkına gelince, bilindiği üzere Hz. Salih as onların peygamberiydi. Ama ona kimse inanmıyordu. Bir gün onlara "benim Tanrımdan talepte bulunun ben de sizin tanrınızdan talepte bulunacağım, Kimin tanrısı talebi karşılarsa hep beraber ona iman ederiz. "dedi. Putperestler bunu kabul etti ve Salih büyük putların yanına giderek onlara sordu: " Adın nedir? " Ama cevap gelmedi. Öte yandan putperestler Salih'ten garip bir ricada bulundular ve şöyle dediler:" Tanrından bu dağın kalbinden hamile kırmızı bir deveyi çıkarmasını, hemen sonra doğum yapmasını ve yavrusunu emzirmesini dile ki biz de o sütten içelim. "
Salih bunu kabul etti ve Allah'ın iradesi üzerine bir mucize oldu ve dağ yarıldı ve ondan aynı özelliklere sahip bir deve çıktı. Ancak bir süre sonra aşiretten bir adam, diğer insanların rızası ve desteğiyle devenin peşine düştü ve onu öldürdü. Allahu Teala ise bu kavmi ağır bir şekilde cezalandırdı, böylece yalnızca Salih as ve ona inanan birkaç kişi bu azaptan sağ kurtuldu.