Yüz Yılda Yüz Gelişme-8
Bu bölümde Rıza Şah'ın İran halkının din ve kültürü ile savaşa girmesini ele alacağız.
Rıza Şah , Hicri Şemsi 1304 yılında yani 1925 yılında iktidara gelen Pehlevi hanedanının kurucusuydu. 1921'de İngiliz planıyla bir darbe düzenlemiş ve beş yıldan kısa bir süre içinde, savaş bakanı olmuştu. Böylece nüfuzunu artırmak için ülkenin iç kargaşasını ve Kaçar kralının zayıflığını kullanıp ardından başbakan oldu. Sonunda, ajanları tarafından yaygın bir sahtekarlıkla seçilen Kurucu Meclis üyeleri, Kaçar hanedanını feshetti ve yerine Pehlevi hanedanını aldı. O andan itibaren, bu hanedanın ilk kralı olan Rıza Şah, mutlak iktidara ve diktatörlüğe ve pratikte, mutlak monarşiye yöneldi ve özgürlükleri sona erdirmek amacıyla yaklaşık yirmi yıl önce meşruta hareketinin kazanımlarını gözardı etti. Halbuki meşruiyet tam bu bu hakların korunması için başlatılmıştı. Rıza Şah, kendi başına buyrukluk, şiddet, aşırılık, zulüm, muhalifleri öldürme ve halkın görüşüne aldırış etmeme gibi bir diktatörün tüm özelliklerini taşıyordu.
Rıza Şah döneminde milletin iradesinin tecellisi olan Millet Meclisi tamamen göstermelik ve formalite bir organa dönüşmüş, böylece her şehirde seçilecek temsilcilerin listesi o şehre gönderilmiş ve söz konusu kişilerin parlamentoya girmesine izin verilmişti. Böylelikle hükümet, parlamento ve ordu tamamen Rıza Han emrine girmişti. Buna ek olarak, ciddi siyasi kısıtlamalar ve sınırlandırmalar vardı ve basın ve partiler Pehlevi hükümetinin politikaları dahilinde ya feshedildi ya da yönlendirildi.
Hürriyetçi ve bağımsız siyaset ve edebiyatçılar, ve halk arasında tanınan şahsiyetler tecrit edildi ya da öldürüldü, bunların en ünlüsü Rıza Şah'ın diktatörlüğüne karşı çıkan önde gelen ve cesur bir din adamı olan Ayetullah Seyyid Hasan Moderres idi. Önce uzak bir şehre sürgün edildi ve birkaç yıl sonra Reza Şah'ın ajanları tarafından şehit edildi.Rıza Şah, "Abdul Hüseyin Timurtaş" ve "Ali Ekber Daver" gibi gücünün temellerinin atılmasında önemli rol oynayan çevresindekilere bile merhamet göstermedi. Öte yandan, askeri güce dayalı bir darbe iktidara gelen Pehlevi hanedanının ilk kralı Rıza Şah, despotluğunu pekiştirmek ve devam ettirmek için orduyu genişletmeye ve donatmaya özel önem verdi. Hükümetin bütçesinin üçte birinden fazlası orduya tahsis edildi ve ordu, toplumun diğer kesimlerine göre üstün bir konuma ulaştı. Rıza Şah'ın birlikleri, iktidara gelmesinin başlarında birçok ayaklanmayı bastırdı ve 16 yıllık iktidarı sırasında çeşitli şehirlerdeki halkı bastırmak için harekete geçti ve Rıza Şah'ın emirlerine tamı tamına uydu.
İran halkının din ve kültürüyle mücadele etmek , halkın Rıza Şah'a yani zalim ve kendini beğenmiş krala karşı memnuniyetsizlik ve nefrete yol açan önemli eylemlerinden biriydi. Tahta geçmeden önce Rıza Şah, dini törenlere katılıp dine bağlı dindar bir kişi olduğunu göstermeye çalıştı ancak iktidara geldikten sonra, dini uygulamalara ve alimlere ciddi kısıtlamalar getirerek yavaş yavaş gerçek görüşünü ve yüzünü gözler önüne serdi. Genel olarak, halkın din ve kültürüne olan bakışı -, modern Türkiye'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün yanlış politikalarının, acemi bir taklidiydi.
Halkın görünüşünü değiştirerek, özellikle dini toplumdan ve siyasetten çıkararak müreffeh bir ülke yaratabileceğini düşünen laik ve Batıcı düşünceye göre hareket eden Rıza Şah, İran'da o günün koşullarına ve halkın kültür ve inançlarına bakılmaksızın aynı Türkiye'deki süreci izledi. Bu hedefe ulaşmak için, eski İran'ın gelenek ve görenekleriyle İslami inanç ve tezahürleri karşı karşıya getirmeye çalıştı. Bu bağlamda kendisini hep bir milliyetçi olarak tanıttı. Bu bağlamda, bazı yaygın Arapça kelimeleri ve sokakların ve şehirlerin isimlerini alışılmadık kelimelere çevirdi ve etnik dillerini ve lehçeleri görmezden geldi. Rıza Şah'ın yeni okulları inşa etme, yargı reformları yapma, kadastro ve mülkiyet idaresini kurma gibi bazı olumlu eylemleri bile halkın inançlarıyla çelişecek şekilde tasarlandı.
Pehlevi'nin despot hükümdarı, halkın dini inançlarına karşı çıkmak için İmam Hüseyin'in as'ın yas merasimlerini bile yasakladı ve o büyük imamın şehit olduğu gününde bir şenlik karnavalı bile düzenledi. Din adamlarının faaliyetlerini ciddi şekilde kısıtladı ve bir dizi ruhban okulunu kapattı.İnkarcıları ve şeriata karşı olanları serbest bıraktı.
İran halkının kültürü ve kimliği üzerinde olumsuz etkisi olan Rıza Şah'ın önemli eylemlerinden biri de, kıyafet girme kurallarını dayatması idi. Bu kuraldan güdülen amaç, İranlı etnik gruplarının geleneksel kıyafetlerini değiştirmekti. Batı tarzı olan bu giysiler başlangıçta hükümet çalışanları ve hükümet yetkilileri için zorunluydu, ancak 1928'den itibaren üniformayı andıran elbiseleri giymenin tüm İranlılar için zorunlu olduğu yasa bu durumda da sıkılaştırıldı. Böylece giyinme ve kıyafet seçme özgürlüğü bile yok oldu
Rıza Şah'ın 1934 yılındaki Türkiye ziyareti ve Atatürk'ün Batı yanlısı ve din karşıtı politikalarını tanıması, onu İslam'a ve İran kültürüne karşı eylemlerini yoğunlaştırmaya teşvik etti. Bu bağlamda Müslüman kadınların tesettürü de hedef alındı. Onlar Batılı kadınlar tarzında giyinmeye zorlandı. Önce kraliyet ailesinin kadınları, bakanlar ve yardımcıları, ardından öğrenciler ve okuldakiler bunu yapmaya zorlandı. Fakat 1936 yılının Ocak ayında tüm kadınların evin dışında başörtüsü takmaları engellendi.
Allah'ın emrine açık bir muhalefet olan ve kadınları giyinme özgürlüğünden mahrum bırakan bu kanunun uygulanması, hükümet yetkilileri tarafından baskıya uğrayan halk ve din adamları tarafından şiddetle protesto edildi. Bu bağlamdaki şiddetli çatışmaların en önemlisi ve felaketlisi, İmam Rıza as'ın kutsal türbesinin yakınındaki Goherşaad Camii'nde oturma eylemi yapan insanların kanlı bir şekilde bastırılmasıydı. Bu protesto hareketinde insanlar yasaların yürürlükten kaldırılmasını istiyordu.