Yüz Yılda Yüz Gelişme-9
Bu bölümde Al-ı Suud'un iktidara gelişi ve Vahhabiyetin yayılmasındaki rolünü ele alacağız.
Arabistan yarımadası toprakları yüzyıllar boyunca Osmanlı Türkleri tarafından yönetilmiş ve Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra yerel yöneticilerin çabaları ve İngiltere ve ABD'nin desteğiyle Al-ı Suud hanedanı bu topraklarda iktidarı ele geçirmiştir.
Hicri Şemsi geçen yüzyılın önemli olaylarından biri, iki yüzyıldan fazla bir süredir kurulduğundan beri parazit gibi İslam dinini yok etmeye ve değerlerini boşaltmaya çalışan sahte Vahabiyet mezhebinin büyümesi ve yayılmasıdır.Akılla hiçbir şekilde bağdaşmayan, insan doğasına uygun yöntemlere tamamen yabancı sahte bir mezhep olan Vahabiyet, Muhammed bin Abdülvahhab'ın Necd hükümdarı Muhammed bin Suud ile ittifakından sonra, bir hükümet ideolojisi olarak ortaya çıktı. Hicri Şemsi on dördüncü yüzyılın başlarında Al-ı Suud hanedanının desteği ile Suudi Arabistan'da büyüdü ve genişledi.
Arabistan yarımadası toprakları yüzyıllar boyunca Osmanlı Türkleri tarafından yönetilmiştir. Daha sonra Al-ı Suud olarak anılan Suud bin Muhammed Al-ı Mukrin'e hanedanı bu süre boyunca 1720'den itibaren Arap Yarımadası'nın sadece küçük bir bölümünü yönetiyordu. Ancak İngiltere ve ABD'nin desteğiyle Birinci ve İkinci Dünya Savaşları sırasında Suud hanedanı Riyad'ın kontrolünü ele geçirdi ve 1932'den bu yana Arap Yarımadası'nda Al-ı Suud yönetiminin yeni bir dönemi başlamış oldu. Böylece Osmanlı İmparatorluğunun çökmesi ve dağılması ile Suudi Arabistan Al-ı Suud'a bırakıldı. Çünkü Al-ı Suud'un düşünceleri ve inançları tam da sömürgeciler ve emperyalistlerin istedikleri ile uyumlu idi.
Suudi Arabistan'a tam olarak yerleştikten sonra Suudi kralları, hayatta kalabilmek için siyasi eylemlerini ve davranışlarını meşrulaştıracak bir dine ihtiyaç duydular. Bu sırada, Muhammed bin Abdülvahhab'ın görüşleri ve sapkın görüşleri yeniden ortaya çıktı.Muhammed bin Abdülvehhab, Vahhabi okulunu kuran 18'inci yüzyıl Hanbeli alimlerinden biridir. Muhammed bin Abdülvahhab'ın görüş ve bakışları, ibni Teymiyye'nin teorilerine dayanmaktadır.
İbni Teymiyye olarak ün yapan Ahmed bin Abdülhalim bin Teymiyye Harrani, Hicri Kameri 8'inci yüzyılda yaşıyordu. Düşünce ve fikirleri daha önce hiçbir başka İslami mezhepte görülmemiş selefilikti. Ehli Sünnet alimlerinin büyük fakihleri ise onun düşüncelerini kınamış ve onu reddetmişlerdir. Birçok İslami ülkede ona karşı çıkılmıştı. Kimileri onu kafir addedip kimileri de onun hapse atılmasını istemişlerdi.
Bu karşı çıkmalar sonucu, İbni Teymiyye'nin düşünceleri ve ideolojisi 12'inci Hicri Kameri yüzyıla kadar hiç yaygınlaşmadı. Bu yüzyılda ise Muhammed bin Abdülvahhab Necdi onun teorilerini ve düşüncelerini yaymaya ve canlandırmaya çalıştı. İlk başta yandaş toplayamadı. Hicri Kameri 1160 yılında Necd bölgesinin ünlü şehirlerinden Dir'iye gitti. Bölgenin hükümdarı Muhammed bin Mesut, hükümdarlığını perçinlemek için Abdülvahhab düşüncelerinin uygun olduğunu gördü. Muhammed bin Mesut, Muhammed bin Abdülvehhab ile anlaşarak iktidardaki gücünden onun mezhebini yaymak için faydalanacağını kararlaştırdı. Bunun için şartı ise Muhammed bin Abdülvahhab'ın da din üzerinden onun iktidarına destek çıkması idi. Böylece ikisi arasında sağlam bir anlaşma sağlanmış oldu. Böylece iktidar Muhammed bin Suud elinde kalıp perçinleşecek ve dini propaganda çalışmaları da Muhammed bin Abülvahhab'a bırakılacaktı. Bu anlaşmanın ardından her ikisi de birçok şehre saldırdılar ve düşüncelerine uymayanları kafir sayıp öldürdüler.
O zamandan beri Suudi hükümetleri, muhaliflerle ve iç zorluklarla yüzleşmek için Vahhabiliğe baş vurup bu sapkın ideolojiyi bir araç olarak kullandı. Vahhabi alimleri, Al-ı Suud'un davranışlarını ve isteklerini meşrulaştırmak için dini kararlar verirler ve Suudi sistemine karşı herhangi bir muhalefetin küfür ve irtidatla eşdeğer olduğunu açıklarlar. Böylece Al-ı Suud muhaliflerini zayıflatır ve ortadan kaldırırlar. Vahhabi alimleri sadece Suudi vatandaşlarını Al-ı Suud'a itaat etmeleri için eğitmekle kalmıyor, aynı zamanda Al-ı Suud'un eylemlerini meşrulaştırıyor. Bu durum, uzmanların da görüşlerine göre Suudilerin istikrarının kaynağının Vehhabiyet olduğunu gözler önüne sermektedir. Bu nedenle Suudi Arabistan'daki Vahhabi misyonerler, Suudi prenslerinden sonra en güçlü ikinci akımdır.
Vahhabi kraliyet alimlerinin ve misyonerlerinin Suudi hanedanını fetvalarıyla meşrulaştırması gibi, hükümdarlar ve yöneticiler de Vahhabi alimlerini iktidara dahil edip Vakıf , Davet ve İrşat Bakanlığı, Adalet ve Hac Bakanlıklarını da dahil olmak üzere sistemin yüksek ve etkili seviyelerinin bir bölümünü yönetmelerine imkan sağlıyor. Bu bağlamda Emri Maruf Nehyi Münker konseyi, İslami İşler Yüksek Konseyi ve İslami-dini Okulların yönetimi de onlara bırakılmıştır.
Vahhabi mezhebine mensup olanlar, İslam'da bidate girişerek yalnızca kendilerini haklı görürler ve Kuran-ı Kerim ve hadislere gelince, sadece ayet ve rivayetlerin görünüşüne uyup Allah'ın uzuvlara ve organlara sahip olduğunu savunurlar ve böylece Allah'ı insana benzetirler. Vahhabi ideolojisi, dini liderlere ve hatta Peygamber Efendimize saa'e tevessül etmeyi şirk olarak kabul eder ve Allah'ın evliyaları ve aziz isimlerinin ziyaretini bile yasaklar. Bu nedenle, Suudi Arabistan'ı ele geçirdikten sonra, Vahhabiler İslam'ın başından beri geri kalan eserleri yıkıp Baki' mezarlığı da dahil olmak üzere Müslümanların kutsal yerlerinin çoğunu yerle bir ettiler.
İslami öğretilere göre, İslam mezhepleri ve dinler arasındaki farklılıklar normaldir, ancak bu farklılıklar Müslümanlar arasındaki çekişmelere neden olmamalıdır. Çünkü dini inançları koruyarak ortak ilkeler üzerinde mutabakata varmak mümkündür. Ancak Vahhabiler, bu doğrultudaki hiçbir gerçeği kabul etmeyen radikal bir grup, sapkın bir grup sayılırlar. Halbuki Allah Resulü Hz. Muhammed saa de şöyle buyurmuştur: " İnsanları bağnazlığa davet eden bizden değildir. Bağnazlığı yüzünden savaşan bizden değildir ve bağnazlık ile ölen de bizden sayılmaz."
Al-ı Suud büyük petrol gelirleri ile Vahhabiliğin finansmanını yapmaktadır. Bu da Vahhabiliğin nüfuzunu arttırmak için bir fırsat yaratmıştır. Bu bağlamda Al-ı Suud, İslam dünyasının ulusları arasında bölünmeler, ikiyüzlülük ve düşmanlık yaratmak için, IŞİD ve El Kaide gibi Vahhabi zihniyetine sahip insanları eğitmek için farklı ülkelerde kendi dini okullarını kurdu. Suudiler ayrıca, insanların Vahhabilik ile ilgilenmelerini sağlamak için dünyanın farklı yerlerinde çeşitli dini ve propagandif çalışmalar merkezleri kurdu. Bu taş çağına ait sapkın ideoloji, medeniyetin birçok tezahürünün kullanılmasını dine aykırı olarak görse de, günümüz dünyasının gerçekleri, zamanla pratik olarak bu inançtan uzaklaşmalarına neden olmuştur. Vahhabiler, asılsız ideolojilerini yaymak ve Müslümanlar arasında anlaşmazlık ve ihtilaf yaratmak için radyo, televizyon, uydu ve internet gibi medya araçlarına yönelmiş ve bu alanlara büyük yatırımlar yapmıştır.
Mevcutta , birçok Tekfiri terör örgütünün düşünsel kökenleri, İslam'dan yanlış bir görüntü vermeye çalışan Vahhabiliğin aşırılıkçı ve sapkın eğilimlerine dayanmaktadır. Bu sapkın fikirler, terörist faaliyetlerin yaşanmasında ve Al-ı Suud'un bölgede ve dünyada temelsiz girişimleri ve kışkırtıcı eylemlerinde önemli bir rol oynamıştır. Suudilerin gündemlerinde hala şiddet ve savaş var ve propagandaları İslam dünyasında anlaşmazlık ve savaşın yayılmasına hizmet ediyor.
Son yıllarda, hepsinin ortak özelliği bağnazlık, zihin körlüğü olan diğer Müslümanlara düşmanlık yapma ile karakterize edilen sayısız tekfir grubu oluşturuldu. Afganistan'da El Kaide tekfiri terörist grupları, Nijerya'da Boko Haram, Irak ve Suriye'de IŞİD ve Nusra Cephesi, Somali'de El Şebab ve Lübnan, Libya, Mısır ve Afganistan'da benzer gruplar Vahhabiliğin ideolojisinde olan gruplar arasında yer alıyor. Aslında, bu terör örgütleri İslam dünyasındaki bölücü, savaştalep ve şiddet yanlısı Al-ı Suud'u temsil ediyorlar. Suriye ve Irak, Suudilerin tekfiri grupları araç olarak kullandığı ve iç savaş çıkarttığı iki ülkedir. Yüzbinlerce insan bu fitneye kurban gitti. Ayrıca Pakistan, Afganistan, Mısır, Libya, Lübnan ve hatta bazı Avrupa ülkelerinde tekfiri gruplarının terör saldırılarında binlerce kişi hayatını kaybetti
Suudi Arabistan'ın ülke içindeki ve dışındaki faaliyetleri, şu anda bölgedeki ve dünyadaki teröristlerin çoğunun Suudi kökenli olduğunu veya Suudi Vahhabi eğilimlerinden etkilendiğini ve Al-ı Suud'un mali ve silah desteğine sahip olduğunu gösteriyor. Sömürgecilerin desteğiyle Suudi hükümdarların İslam dinini itibarsızlaştırmak için Vahhabi mezhebini güçlendirdiği ve barış, insanlık ve iyilik mesajını taşıyan gerçek bir İslam'ın yerine terörist Vahhabiliği koymak için her türlü çabayı gösterdiği de inkar edilemez bir gerçektir.