Eylül 25, 2021 07:54 Europe/Istanbul

Bu bölümde Hicri Şemsi son yüzyıldaki kültürel ve sanatsal faaliyetleri ve kültür ve sanat gidişatını ele alacağız.

21 Şubat 1921  darbesi, İran'da Rıza Han Mirpenc'in iktidara gelişinin ve siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda bir dizi kapsamlı gelişmenin başlangıcıdır. Bu eylemler ve sonuçta ortaya çıkan değişiklikler sanatçılar, yazarlar ve şairler arasında güçlü muhalefet ve eleştirilere yol açarak hükümeti güçlü tepki vermeye ve yaygın sansür uygulamaya teşvik etti.

İlk İranlı sesli film, 1933  yılında "Erdeşir İrani"nin yönetmenliğinde çekilen "Lor Kız " olarak oldu. Bu film, güvensizlik içerisinde olan İran'dan Hindistan'a göç eden İranlı bir çiftin hikayesidir. Filmin sonunda, Cafer ve Golnar çifti İran'a dönerler ve İran'a dönüşlerinin nedeni, sözde "Rıza Şah Kebir Döneminin Güvenliği" olarak lanse edilir. 

Bu film belki de Pehlevi hükümeti lehine sinemalarda gösterilen ilk görsel ve propaganda çalışmasıydı. Filmin ortasında Davud'un yıldızı üzerindeki Rıza Han'ın görüntüsü gösterildi. Tarihi belgelere göre bu metin ve görüntü, hükümetin baskısı altında filme dahil edilmişti ve jeneriğinde film için iki başlıktan bahsedilmişti: "Lor Kız" ve "Dünün İran'ı Bugünün İran'ı".

Sinemanın İran'a gelişi, İran'ın ve İranlıların yeni çağ veya moderniteyle çalışması ile aynı zamana denk geldi. Bu bağlamda sinemanın büyük rol oynadığı açıkça söylenebilir. Bu sanat endüstrisi, diğer modern, ithal fenomenler gibi, topluluğa uygun nesnel ve öznel zeminler sağlamadan topluma sunuldu  ve kitleleri eğlendirmenin veya düşüncelerini hükümet planları doğrultusunda şekillendirmenin bir aracı olarak görüldü. Sonuçta sinema,  yeni döneme ayak basan İranlıların huzursuzluğunu körükledi. 

İran'da sinemanın doğuşu, toplumda ciddi değişikliklerin başlangıcına denk geldi.  Demiryollarının, arabaların, elektriğin, telefonların ve nihayet Sinemalar,  İran'da modernleşmenin başladığının ilk işaretlerindendi. Ancak İran sinemasının karışık ve umutsuz bir geçmişi oldu. Pehlevi dönemindeki sinemayı tanımlamak için pek çok durumda başarısız sinema, pervasız sinema, eğri duvar, karanlık uygulama yılları, hataların sabitlenmesi ve sinemanın çöküşü gibi terimler kullanılıyor.

İran'da sinema en başından beri hükümet tarafından ciddi bir şekilde ele geçirilse de İran'da sinemanın yaygınlaşması ve Rıza Şah'ın saltanatının otoriter temellerinin sağlamlaşmasıyla birlikte sansür ve denetim yasaları formüle edilerek uygulandı. Bu temelde ilk adım 1930 yılında  "Filmleri Kaldırma ve Sinema Gösterimi Yönetmeliği"nin hazırlanmasıyla atıldı. Yönetmeliğin ilk maddesinde şöyle bir vurgu yapılmıştı:  "Millî Emniyet Genel Teşkilatı'nın yazılı izni olmaksızın hiç kimse ülkenin herhangi bir yerinde film çekme hakkına sahip olamaz".

Yönetmeliğin üçüncü fıkrasında, senaryoya dayalı bir filmin yapımının ilgili makamlarca onaylanmış olması gerektiği belirtildi. Bu nedenle, film yapımcısının senaryo ve ilgili konularla ilgili ayrıntıları, çekim zamanı ve yeri ayrıntılarını içeren birkaç paragraf içeren bir başvuru formu doldurması gerekiyordu.  Başvurunun üç aylık bir süre sınırı vardı ve süresi dolarsa yeni bir başvuru yapılması gerekecekti. Film yapıldıktan sonra, Milli Güvenlik Genel Teşkilatı tarafından atanan ve seçilen özel bir komisyon huzurunda film sergilenirdi. Komisyonun tüm üyeleri kabul ederse film gösterilecekti. 
Aslında  o dönemde Rıza Şah'ın kurduğu Emniyet Teşkilatı, askeri ve güvenlik açısından filmlere etki yapıyordu. Bu bağlamda  yönetmeliğin 9'uncu maddesinde şöyle deniliyordu: "Emniyet teşkilatı yönetimi başvuruyu reddetmekte veya kabul etmekte serbesttir."

Bu kriterlere göre sansürlenen ilk film, 1934  yılında "Abdülhüseyn Sepenta" tarafından yapılan "Firdevsi" filmi idi. Bu filmin devlet bütçesiyle çekildiğine rağmen filmin özel gösteriminde Rıza Şah'ın Gazneli Sultan Mahmud'un önünde Firdevsi'nin  okuduğu destansı şiirlerine itiraz etmesi sonucu filmin bazı sahneleri kaldırıldı  ve değiştirildi. Bu bağlamda Rıza Şah  Firdevsi'nin Gazneli kralına boyun eğmemesinden duyduğu memnuniyetsizliği dile getirdi. Yapımcılar ise bu emre uymak zorunda kalıp Sultan Mahmud'un rolünü bile bir başka aktöre verdiler. 

Ali Vekili tarafından 1924 yılında kurulan  Grand Sinema, Tahran'daki ilk modern sinema salonu idi. Bu sinema Grand Hotel'de  açılmıştı. Bu bağlamda İran'da sinemanın ilk olarak 1927 yılında açılması  kamuoyunun dikkatini çeken önemli olaylardan biriydi.  Bu süreç içerisinde, bu sinemanın hissedarları, 1935 yılında  da  İran'ın yazlık sinema bahçesini açtılar.  Bu mekan ise yabancılar ve zengin kesim için  özel bir mekan sayılırdı.  Gerçekte İran'ın Bahçe Sineması,  mevsimsel olarak kullanılan ve eğlence merkezi olarak sayılıyordu. 

Tahran'ın Lalezar Caddesindeki  Grand Hotel Sinema ve Salonu'nun kurulması da ilk özel müzik konserlerinin düzenlenmesine yol açtı. Bu dönemde düzenlenen konserlerde tasnifler, şiirlere ve sözlere daha fazla önem verilmiş ve bu nedenle sansür ve baskıyla karşı karşıya kalınmıştır. Yavaş yavaş Batı tarzı konserler ve yabancı gruplar da bu salonlara girmiş ve zamanla İran'da müziğin çehresi tamamen değişmiştir. Genel olarak konser vermek bu dönemin en önemli müzik olaylarından biri olarak kabul edilebilir.

Daha önceki bölümlerde 1921'den beri Batı modellerini kabul eden ve ülkede Batı modelini uygulamak ve tezahürlerini derinleştirmek için elinden geleni yapan bir hükümetin iktidara geldiğini söylemiştik. Tiyatro, kültürel açıdan eğlenceli ve popüler sanatsal eğlencelerden biriydi. Meşrutiyet Devrimi'nden önce dünyanın dramatik eserlerinin tercümesi alanında başlayan hareket bu dönemde hızlanmıştır. Avrupalı ​​piyes yazarlarının bir dizi eseri, özellikle Shakespeare'in eserleri  Farsça'ya çevrilmiştir. Bu çevirilerde taklit ve uyarlama sorunu devam etmektedir.
Bu dönemde İran tarihinin, özellikle İslam öncesi tarihin çeşitli yönleri piyes ve dram yazarları tarafından ele alındı. Ancak bunlara ek olarak, diğer dram yazarları genel sosyal kavramları,kapalı bir şekilde tanımlamaya başladılar.  Elbette bazı hikâyeler klasik Fars edebiyatından uyarlanmıştır. Leyla ile Mecnun, Hüsrev ile Şirin veya  Şehname'nin tarihi kahramanları ele alınmıştır.  

Bu dönemin tiyatro salonlarının çoğu Tahran'da Lalezar Caddesi'nde kurulmuştu ve ilginç olan husus,  tiyatro biletlerinin bazı eczanelerde ve çeşitli dükkanlarda ve tabii ki gişelerde satılmasıydı. Bu eserlerin yapımından özel sektör sorumluydu ve masrafların büyük bir kısmı bilet satışlarından karşılanırdı. Bazı ilgilenenler de yardımlar yapıyorlardı. Ancak , yeterli fonları olmadığı için her gösteri sadece bir kaç gün gösteriliyordu. 

Nasr Tiyatrosu, Nasr Gösterim Evi veya Tahran Tiyatrosu, Seyyid Ali Nasr tarafından Rıza Han döneminde kurulan İran'daki ilk tiyatro salonlarından  biri idi . Bu salon son Kaçar dönemine ait olup Tahran'ın Lalezar Caddesi'nde bulunmaktadır.  Pek çok tarihçi ve bilen insan, İran tiyatrosunun babası olarak "Seyyid Ali Nasr" adını vermiştir. İlk İran tiyatrosunu kuran kişi olarak onu tanıtmıştır.

Seyyid Ali Nasr Nasr, Batı tiyatro kültüründen türeyen yeni bir sahne sanatları tarzının icadı ve İran gösterim sanatına uyarlanması ve "İran komedisi" tarzının yaratılması gibi İran sanatının çeşitli dallarında önemli gelişmelere yol açmıştır. Diğer faaliyetleri arasında İran'da ilk "oyunculuk konservatuvarı" ve ilk resmi gösterim evinin kurulması yer almaktadır. 

14'üncü yüzyılın ilk yirmi yılında kültür alanındaki edebi ve kültürel yayınların sayısının arttığını, faaliyetlerinin bir kısmının tiyatro ve dramaya odaklandığını da belirtmek gerekir. Bu dönemde Mirza Rıza Han Tabatabai Naini tarafından "Tiyatro" başlıklı ilk İran drama dergisi yayınlandı. Tabii ki Bahar Dergisi ve Ra'd Edebiyat Dergisi gibi diğer dergilerde de piyes ve piyes yazarlarının kalitesi üzerine yazılar yayınlandı ve bazen sağlam tiyatro eleştirileri sunuldu.
Bu dönemde, İçişleri Bakanlığı tarafından da hazırlanan ve onaylanan “Kamu Oyunları Yönetmeliği” yayımlandı ve  tiyatro, eğlence, kafe, konser toplanmaları ve benzeri  kamuya açık gösterilerin çerçevesini belirledi. Bu kanun, Rıza Şah döneminde belirlenip piyeslerin içeriğine ciddi zararlar vererek, kuru ve kalıplaşmış piyeslere indirgenen oyunların icrasına yol açtı ve pratikte  sansüre bir giriş niteliğin taşıdı. 

 Bu durum, İran'daki tiyatrocuların çabalarına bilinçli bir darbe oldu. Sonuçta tiyatro ve gösterim sanatı engelle karşılandı ve yön değiştirdi. Aynı sıkılaştırmalar , İran gösterim sanatının, döneminin olaylarını derin ve doğrudan ifade etmekten mahrum kalmasına, sadece yüzeyselliklerle yetinmesine, hatta emekçilerinin bir kısmını kaybetmesine neden oldu. O dönemin birçok tiyatro sanatçısı, karşılaştıkları baskılar ve zor koşullar nedeniyle yaşamına son verdi.

Bu şekilde piyes ve senaryo yazarlığı farklı bir yöne saptı. Toplumda siyasi baskının hüküm sürdüğü bir durumda sanatçılar, bazı kasvetli durumlardan ve sansür baskılarından kurtulmak için yabancı eserlerin ve hatta mizahın tercümesine yönelmiştir.

Önemli olan nokta 1938 yılında Düşünceleri Yetiştirme Teşkilâtı'nın kurulmasıyla tiyatroların faaliyetlerinin durdurulması  ve gazetelerde başka bir duyurunun yapılmamış olmasıdır.