Ekim 04, 2021 14:30 Europe/Istanbul

Şura suresinin 7 ila 10. ayetleri ve tefsirleriyle sizlerle birlikteyiz.

Şura suresinin 7. ayeti:

 

وَکَذَلِکَ أَوْحَیْنَا إِلَیْکَ قُرْآَنًا عَرَبِیًّا لِتُنْذِرَ أُمَّ الْقُرَى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ یَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَیْبَ فِیهِ فَرِیقٌ فِی الْجَنَّةِ وَفَرِیقٌ فِی السَّعِیرِ (42:7)

 

Yani:

Şehirlerin anası (olan Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman için, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyettik. (İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.

 

Geçen bölümde tarih boyunca geçmiş peygamberlere vahiy nazil olduğundan söz ettik. Bu ayet ise İslam Peygamberi’ne -s- hitaben şöyle buyurmakta:

Vahiy akışının devamında geçmiş peygamberlerde olduğu gibi sana da vahyettik ve bu kitabı ilk muhatapları olan Mekke halkının dilinde, Arapça nazil ettik. Zira ilk merhalede Mekke ve çevresinde yaşayan insanları bu kitapta yer alan ayetlerle hidayete erdirmeni ve onları uyarmanı ve çirkin amellerinin sonuçlarından ve kıyamet gününde hesap vermeleri gerekecek günahlardan kaçınmalarını tavsiye etmeni istedik.

Ayetin devamında kıyamet günü olunca tüm insanlar bir arada toplanacağı ve hepsinin hesabına bakılacağı belirtiliyor. Burada insanlar iki gruba ayrılıyor; Allah iman eden ve iyilikte bulunanlar cennete ve kötüler de cehenneme yerleştiriliyor.

Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

 

1 – Gerçi Kur'an'ı Kerim’in dili Arapçadır, fakat Arap kavmine özel değildir. Bu yüzden bu kitabın hiç bir yerinde Ey Arap halkı diye hitap edilmemiştir ve tüm hitaplar tüm insanlara yöneliktir.

2 – Dini tebliğ ederken, muhatapların özellikleri, ihtiyaçları ve öncelikleri göz önünde bulundurulmalıdır

3 – Kur'an'ı Kerim’in en has imtiyazlarından biri, İslam Peygamberi’ne -s- nazil olduğu gibi kalması ve tarih boyunca her türlü beşeri tahriften korunmasıdır.

4 – Hiç kimse kıyamet günü olmayacağı yönünde mantıklı bir delil getirememiştir. O zaman bu konuda kuşku yaratarak sapkınlığa ve fesada mahal vermemeliyiz.

 

Şura suresinin 8 ve 9. ayetleri:

 

وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَجَعَلَهُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً وَلَکِنْ یُدْخِلُ مَنْ یَشَاءُ فِی رَحْمَتِهِ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِیٍّ وَلَا نَصِیرٍ (42:8)

أَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِهِ أَوْلِیَاءَ فَاللَّهُ هُوَ الْوَلِیُّ وَهُوَ یُحْیِی الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى کُلِّ شَیْءٍ قَدِیرٌ (42:9)

 

Yani:

Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.

Yoksa onlar Allah'tan başka dostlar mı edindiler? Halbuki dost yalnız Allah'tır. O ölüleri diriltir, her şeye kadirdir.

 

Önceki ayetin sonunda insanlar kıyamet gününde ikiye ayrıldığı, bir grup cennete ve bir grup da cehenneme gittiği belirtildi. Bu ayetler şöyle buyurmakta:

Dünyada da bu böyledir ve insanlar birbirine benzemez; bazıları iyi ve pak insanlar ve diğer bazıları kötü ve çirkin amelli insanlardır.

Burada akla gelen soru ise, neden Allah teala tüm insanları iyi yaratarak kıyamet gününde cennete yerleştirmediği sorusudur. Ayet ise şöyle buyurmakta:

Eğer Allah isteseydi tüm insanları peygamberlerin davetini kabul etmeye ve hepsini iman etmeye ve iyi amellerde bulunmaya zorlayabilirdi, oysa zorla imanın hiç bir değeri yoktur. Allah teala insanlara hür irade vermiş ve herkese kendi yolunu seçerek ona göre amel etmesine müsaade etmiştir; zira insanın gerçek kemale ermesi de bunu gerektirir. Bu nimet, yüce Allah’ın kullarına sunduğu en büyük nimettir ve böylece kemale ermelerinin yolunu onlara göstermiştir. Buna göre de insanların arasında bu farklılık onların kendi irade ve seçimlerinden kaynaklanır. Bir başka ifade ile, Allah teala katında bu ihtilafın maslahatı vahdetinden önce gelir; zira bu ihtilafın kaynağı hür irade ve o vahdetin kaynağı cebir ve zorlamadır. Kuşkusuz her irade zorlamaktan daha üstündür.

Gerçi Allah teala adil ve hekim olduğundan herkese seçimine uygun davranır. Kim kendi hür iradesi ile hak yolunu seçmişse ilahi özel merhametten yararlanır ve kim kendi hür iradesi ile kendisine ve başkalarına zulmettiyse gerçekte kendi kendini dünya ahiret ilahi rahmetlerden mahrum etmiştir.

Kim Allah’tan başkasının velayetini kabul eder ve ilahi kanunların yerine beşeri eksik kanunlara öncelik verirse, ilahi velayetin altından çıkmış olur. Böyle bir insan dünya ahiret kimsesizdir.

Ayetler daha sonra da Allah’tan başkasının velayetini reddederek hayretle acaba onlar Allah’tan başkasını mı veli seçtiler? diye sormadan edemiyor. Oysa hakiki veli ancak yüce Allah’tır. Veli olmanın ilk ve temel şartı güçlü olmak olduğundan ve hakiki mutlak güç de Allah olduğundan, velayet ancak O’na özeldir. Allah ölüleri yeniden dirilten ve her işe Kadir olandır. O zaman eğer kendilerine veli seçmek istiyorlarsa Allah tealayı seçmeleri gerekir, zira O’nun velayeti geniş ve ebedidir.

Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.

1 – Beşerin hür iradesi ve seçim hakkı ilahi kesin sünnettir ve kimse bu hakkı insanın elinden alamaz.

2 – Kafirler ve müşrikler Allah’ın dinine ve peygamberlerine zulmetmekten ziyade kendilerine zulmetmiştir, zira Allah’ın velayetinin altından çıkmıştır.

3 – Velayet ve veli olmak, her işe hakim olan ve insanların hayatı ve mematı elinde olana yakışır. Bu makam kendi hayatı ve mematı üzerinde hiç bir yetkisi olmayana yakışmaz.

 

Şura suresinin 10. ayeti:

 

وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِیهِ مِنْ شَیْءٍ فَحُکْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِکُمُ اللَّهُ رَبِّی عَلَیْهِ تَوَکَّلْتُ وَإِلَیْهِ أُنِیبُ (42:10)

 

Yani:

Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek, Allah'a mahsustur. İşte, bu Allah, benim Rabbimdir. O'na dayandım ve O'na yönelirim.

 

İlahi geniş velayetten söz eden önceki ayetlerin devamında bu ayet Allah tealanın velayet şanından birine işaret ederek şöyle buyurmakta:

Allah’ın velayetini kabul eden kimse her konuda, hatta ihtilaf konularında Allah’ın sözünü ve hükmünü gözetlemeli ve eş dostun veya arkadaşlarının zevkine göre hareket etmemelidir.

Ama maalesef bizlerden bir çoğumuz hak ve hakikat peşinde olmak yerine heva ve heveslerimizin peşinden gideriz. Bu yüzden toplumda bir konu hakkında farklı görüşler gündeme geldiğinde, ancak bizim kişisel çıkarlarımızı temin eden ve bizim zevkimize uyan görüşü kabul ederiz. Oysa hakiki imanın işareti, her türlü fikri, sosyal, siyasi, iktisadi, hukuki vesaire ihtilaf konusu durumlarda ilahi ilme başvurmaktır. Bir başka ifade ile, her işin hükmünü Kur'an'ı Kerim, İslam Peygamberi’nin -s- sünneti ve Ehl-i Beyt -s- fertlerinden öğrenmeli ve istek ve çıkarımıza aykırı olsa bile benimsemeliyiz.

Doğal olarak ilahi hükümlerin üzerinde durmanın bazı bedelleri de olur ve ailemiz veya toplumumuz bizden kabul etmeyebilir. O zaman Allah’a tevekkül ederek dinde direnişten kaynaklanan sorunlara karşı dik durmalı ve Allah’tan bu konuda bize yardımcı olmasını niyaz etmeliyiz.

Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.

 

1 – Din, inanç ve ahlak meselelerinin yanı sıra insanların tüm iktisadi, sosyal, siyasi ve ailevi ihtiyaçlarını da karşılar. O zaman her konuda dinin tavsiyeleri ve öğretilerine başvurmalıyız.

2 – Fani ve temeli zayıf güçlere sarılmak yerine yegane Allah’a tevekkül etmeli ve zorluklarda ve sıkıntılarda O’nun katına yönelmeliyiz.