Nur’a giden yol
Şura suresinin 48 ila 53. ayetleri ve tefsirleriyle sizlerle birlikteyiz.
Şura suresinin 48. ayeti:
فَإِنْ أَعْرَضُوا فَمَا أَرْسَلْنَاکَ عَلَیْهِمْ حَفِیظًا إِنْ عَلَیْکَ إِلَّا الْبَلَاغُ وَإِنَّا إِذَا أَذَقْنَا الْإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَا وَإِنْ تُصِبْهُمْ سَیِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَیْدِیهِمْ فَإِنَّ الْإِنْسَانَ کَفُورٌ (42:48)
Yani:
Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!
İlahi peygamberlerin bir özelliği, insanları hidayete erdirmek için yürük yakmaları ve bazıları doğru yola hidayete ermediği için sürekli üzülmeleriydi. İlahi peygamberler bu yüzden mümkün mertebe insanları hidayete erdirmeye çalışırdı.
Bu ayet ise İslam Peygamberi’ne -s- hitaben şöyle buyurmakta:
Ey peygamber, sen her ne kadar çaba harcarsan harca, yine de bazıları itiraz eder ve davetini kabul etmez. Senin artık onlara karşı hiç bir sorumluluğun yoktur, zira sen onlara Allah’ın mesajını tam olarak tebliğ etmişsin. Allah asla kulları zorla ve kerhen iman etmelerini istememiştir ve sen de onları zorla Hakkı benimsetmekle görevli değilsin. Allah insanlar ancak kendi iradeleri ile iman etmelerini istemiştir; zira ancak bu tür bir iman değerlidir.
Ayet daha sonra peygamberi teselli ediyor ve eğer bazı insanlar ona itiraz ediyorsa, Allah’a karşı da böyle davrandıklarını vurguluyor. Bu zümre Allah tealanın insanlara sunduğu onca nimete rağmen, Allah tealayı unutacak derecede kibre kapılır ve Allah’ın verdiği nimetlere şükretmez, hatta günahları yüzünden başlarına gelen acılar ve musibetler onları uyandırmaz ve yine gaflet içinde olurlar.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Din önderleri ve alimlerinin sorumluluğu, insanları zorla hidayete erdirmek değil, ilahi daveti bildirmektir.
2 – İnsanların çoğu düşük kapasitelidir ve kapıldıkları gurur ve kibir yüzünden ilahi nimetlere şükretmeyi unuturlar.
3 – İnsanların yaşamlarında karşılaştıkları zorluklar ve sıkıntılar Allah’ın isteği değil, kendilerinin amellerinin sonucudur.
Şimdi Şura suresinin 49 ve 50. ayetlerini dinliyoruz:
لِلَّهِ مُلْکُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ یَخْلُقُ مَا یَشَاءُ یَهَبُ لِمَنْ یَشَاءُ إِنَاثًا وَیَهَبُ لِمَنْ یَشَاءُ الذُّکُورَ (42:49)
أَوْ یُزَوِّجُهُمْ ذُکْرَانًا وَإِنَاثًا وَیَجْعَلُ مَنْ یَشَاءُ عَقِیمًا إِنَّهُ عَلِیمٌ قَدِیرٌ (42:50)
Yani:
Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder.
Yahut onları, hem erkek hem de kız çocukları olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilendir, her şeye gücü yetendir.
Önceki ayet bu alemde tüm nimetlerin ve rahmetlerin Allah tealadan geldiğini buyurmuştu. Bu ayetler ise konunun devamında göklerin ve yerin yegane hakimi Allah olduğunu, Allah istediğini yarattığını ve sürekli bu işe devam ettiğini, varlık aleminde yaratılış süreci bitmediğini ve halen devam ettiğini belirterek ardından ilahi nimetlerin en önemli olanlarından birine, yani evlat meselesine temas ediyor.
Kuşkusuz anne ve baba evlatları yaratanlar değildir. Onlar Allah tealanın yaratıcı gücüne birer araçtır ve evlatları ister kız ister erkek olsun, ancak Allah yaratır.
Bu ayetlere göre hem kız çocukları ve hem erkek çocukları ilahi birer hediyedir ve aralarında ayrım yapmak yanlıştır. Yine eğer biri kısır ise bu da ilahi hikmet ve irade gereğidir ve Allah teala böyle mukadder buyurmuştur. Allah varlık alemi ve insanların her işine musallattır ve irade ettiği her şeyi yapar.
Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Evlatlar, ister kız ister erkek olsun, yüce Allah tarafından insanlara birer hediyedir ve aralarında ayrım yapılmamalıdır.
2 – Allah teala sürekli yaratma halindedir ve dünyanın neresinde bir bebek doğarsa, ilahi yaratılışın bir örneği sayılır.
3 – Eğer Allah’ın ilmi ve gücüne iman ediyorsak, evlat sahibi olmak veya olmamak, evladımızın kız veya erkek olacağı gibi konularda O’na güvenmeliyiz.
Şura suresinin 51. ayeti:
وَمَا کَانَ لِبَشَرٍ أَنْ یُکَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْیًا أَوْ مِنْ وَرَاءِ حِجَابٍ أَوْ یُرْسِلَ رَسُولًا فَیُوحِیَ بِإِذْنِهِ مَا یَشَاءُ إِنَّهُ عَلِیٌّ حَکِیمٌ (42:51)
Yani:
Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur, yahut bir elçi gönderip izniyle ona dilediğini vahyeder. O yücedir, hakîmdir.
Şura suresi peygamberlere vahiy meselesiyle başladı ve yine aynı konu ile son buluyor. Ayet önce şöyle buyurmakta:
İnsan doğrudan yüce Allah tarafından muhatap alınmaz; zira Allah ağzı ve dili ile konuşacak şekilde cisim değildir. Allah peygamberleri ile üç yoldan irtibat kurar. Bir yol, peygamberin bilmesi ve insanları davet etmesi konunun kalbine ilham olmasıdır. İkincisi, Allah teala peygamberin duyacağı fakat hiç kimsenin göremeyeceği şekilde ses dalgaları oluşturmasıdır. Buna Hz. Musa örneğini vermek mümkün. Üçüncü yol ise, vahiy meleği Hz. Cebrail’i peygambere yollamak ve peygamberin de bu şekilde ilahi vahyi öğrenmektir.
Her halükarda vahiy, İslam Peygamberi -s- Allah teala tarafından geldiğinden emin olduğu öğretiler ve emirlerdi. İnsanlar da peygamberin mucizeleri üzerinden Allah teala ile vahiy yoluyla irtibatta olduğundan ve yaptıkları, sıradan insanların gücünün yetmeyeceği şeyler olduğundan emin oluyordu.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Allah teala elçileriyle çeşitli yollardan irtibat kurarak emirlerini onlara iletirdi. Peygamberler de ilahi mesajı aldıktan sonra insanlara intikal ettiriyor ve onları hak yoluna davet ediyordu.
2 – Hangi insanın Allah tarafından muhatap alınacağı ancak ilahi iradeye bağlıdır. Allah ilim ve hikmetine göre bu insanı seçer ve ona vahyeder.
Şura suresinin 52 ve 53. ayetleri:
وَکَذَلِکَ أَوْحَیْنَا إِلَیْکَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا کُنْتَ تَدْرِی مَا الْکِتَابُ وَلَا الْإِیمَانُ وَلَکِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِی بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّکَ لَتَهْدِی إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِیمٍ (42:52)
صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِی لَهُ مَا فِی السَّمَاوَاتِ وَمَا فِی الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِیرُ الْأُمُورُ (42:53)
Yani:
İşte böylece sana da emrimizle Kur'an'ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin.
(O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah'a döner.
Şura suresinin son ayetleri olan bu ayetler vahiy yollarını açıklayan önceki ayetin devamında İslam Peygamberi’ne -s- hitaben şöyle buyurmakta:
Biz önceki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da beşeri hayatın kaynağı olan ve adeta bir ruh gibi beşeri camiayı ihya eden Kur'an'ı Kerim’i vahyettik. Nitekim Kur'an'ı Kerim Enfal suresinin 24.ayetinde şöyle buyurmakta:
Ey iman edenler, Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun.
Ayet şöyle devam etmekte: Vahiy peygamberin yararlandığı ilahi lütuftu ve Kur'an'ı Kerim ayetleri ona nazil oldu. Peygamber bu kitabın muhtevasına tam iman etmişti ve ardından bu lütuf, peygamberin aracılığı ile Kur'an'ı Kerim’in nurani ayetleri ile tanışan insanları da kapsadı.
Ayetler bu bağlamda peygambere hitaben şöyle buyurmakta:
Kur'an'ı Kerim sadece senin için değil, herkes için bir nurdur ve insanları doğru yola hidayete erdirme vesilesi sayılır ve sen insanları doğru yola hidayete erdirirsin.
Doğru yol ise şöyle açıklanıyor: Doğru yol, yerde ve göklerde ne varsa Allah tealanındır. Evet, bu yolun sonu Allah tealaya uzanır. Doğru yol, Allah’a ulaşan tek yoldur.
Bu ayeti kerimelerden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Peygamberler de insanları hidayete erdirmek için ilahi hidayete muhtaçtır ve kendilerinden bir hidayeti yoktur.
2 – Yalnızca Kur'an'ı Kerim yeterli değildir ve bu kitabın yanında insanları ihya eden öğretileri ve doğru yolun pratik olması için bir öğretmen ve önder de gereklidir.