Mayıs 28, 2016 17:29 Europe/Istanbul

Arap dünyasının ünlü gazeteci ve yazarlarından Abdulbari Atvan, Arabistan’ın istihbarat eski şefi Türki Faysal ve Arabistan iç güvenlik eski danışmanı General Yakub Amidor’un bir TV programına katılmasına işaretle bu konu, Arabistan ve İsrail’in ikili ilişkilerini normalleştirmeye başladığının işareti olduğunu belirtti.

Gerçekte Arabistan’ın istihbarat eski şefi Türki Faysal ve Arabistan iç güvenlik eski danışmanı General Yakub Amidor’un bu programda tartışmalarını izleyenler, Riyad ve Tel aviv arasındaki ilişkileri normalleştirme sürecinin çoktan başladığını ve şimdi normal sürecini izlediğini ve bu program da bu dosyada atılan tek adım olmadığını anlamıştır.

Londra’ya yayımlayan Ray El Yom gazetesinin yazarı Abdulbari Atvan, bu tür hareketleri Arabistan ve İsrail’in ortak tehditle mücadele için stratejik işbirliği temelini atma doğrultusunda değerlendirmek gerektiğini, bu ortak tehdit terörizm ve bu ikili açısından sünni IŞİD ve şii İran ve Hizbullah’ta tecelli ettiğini yazdı.

Arabistan İsrail’i düşman bilmiyor, ya da eğer düşman telakki ediyorsa bile, İran’dan sonra ikinci dereceden düşman ve hatta onuncu dereceden düşman sayıyor. Ancak Arabistan ve İsrail arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi yolunda atılan adımları daha titiz bir şekilde değerlendirmeye başlamadan önce siyonist uzman Amidor’un TV programı boyunca üzerinde vurduğu temel konulara işaret etmek gerekiyor. Peki neydi bu konular?

Birincisi, Arap birliği değişti ve içinde çatlaklar oluştu ve Arap barış planı tarihe karıştı ve artık yararlı görünmüyor. Dolaysıyla ortak çıkarları bulunan ülkelerin, yani İsrail ve Fars körfezindeki Arap emirliklerin ilişkilerini normalleştirme ve işbirliğini geliştirme yönünde adım atmak gerekir.

İkincisi, İran ve Hizbullah, İsrail’in varlığını tehdit eden tehlikelerdir ve her ikisi Suriye’de Golan bölgesini İsrail’e saldırı için stratejik operasyonların başlangıç noktasına dönüştürmek istiyor.

Üçüncüsü, İran bölgesel güç olarak Arabistan ve Arap emirlikleri ve İsrail’e yönelik ortak tehdit oluşturuyor, dolaysıyla şimdiki anlaşma sona erdikten sonra bu ülkenin her türlü yeteneğinin gelişmesine mani ollmak gerekiyor.

Dördüncüsü, araplardan açıkça Filistin ülküsünü unutmalarını talep etmek gerekiyor, üstelik İsrail ile işbirliği yaparak ve bu işbirliğini bu meselenin çözümüne endekslememek gerekiyor.


Abdulbari Atvan siyonist yetkili Amidor’un küstahlığı, Filistinlilerin siyonistlerce işgal edilen Filistin’de ya da bilinen Batı şeria ve Gazze şeridinde bir çok Arap ülkelerindeki soydaşlarına kıyasla daha fazla güvende olduklarını ileri sürecek kadar ilerlettiğini belirterek, Türki Faysal’ın da İsrailli yetkililerle geçmişte yaşadığı diyaloglardan pek farkı bulunmayan noktaların üzerinde durduğunu ifade ediyor. Atvan bu noktaları şöyle özetliyor:

Birincisi, Faysal, Filistin özerk teşkilatı Başkanı Mahmut Abbas’ı destekliyor ve şöyle diyor: Yasar Arafat’a ikinci intifada konusunda karşı çıktığında aslında onu sorguladı ve Abbas’ın Filistin meselesi için askeri çözüm yolunu düşünmediğini vurgulaması da, onun elinde yetişen Enver Aşki’nin El Arabiye’ye verdiği mülakatta tekrarladığı sözlerdir.

İkincisi, Faysal barış Arap planı esasen Suud rejiminin reçetesi olduğunu ve bu planın Benyamin Netanyahu tarafından kabul edilmemesine şaşırdığını belirtti.

Üçüncüsü, Faysal İsrail ve Arap ülkelerinin İran ile mücadelede işbirliği yapması, İsrail ve Arap ülkeleri arasında barış durumundan daha iyidir, dedi.

Dördüncüsü, Türki Faysal bir kez daha IŞİD için İslamî Devlet terimini kullanmadığını, çünkü bu terimi müstehcen ve uygunsuz bildiğini söyledi ve ardından Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a saldırısını tekrarladı ve Avrupa ülkelerinden Beşar Esad adında bir tek sığınmacıyı kabul etmelerini ve Suriyeli muhalifleri silahlandırmalarını istediğini ifade etti.

Beşincisi, Türki Faysal, IŞİD Libya, Irak ve Suriye’de bu devletlerin hezimete uğradıkları için bulunduğunu ve buralarda faaliyet yürüttüğünü söyledi, fakat başta Amerika ve Fars körfezindeki Arap emirlikleri ve özellikle Arabistan olmak üzere hangi ülkelerin bu ülkeleri bu hale getirdiklerine değinmedi.

Abdulbari Atvan şöyle devam ediyor: Gerçekte Türki Faysal’ın dile getirdiği daha tehlikeli ve daha saptırıcı ibare şuydu: Her zaman yahudi seyircilere demişimdir, Arap aklı ve yahudi serveti ile çeşitli bilimsel ve teknolojik alanlarda büyük adımlar atılabilir.

Aslında Türki Faysal’ın anlamadığı konu, Arapların ham akıl ve hem servete sahip oldukları ve bu yüzden yuhadilerin akıl veya servetine ihtiyaçları olmadığıdır. Arapların sorunu hükümetleri ve hükümdarları sorunudur ve bunların başında malı ve serveti heba eden ve akılları katleden ve hayatta kalanları da Batılı ülkelere göç etmeye zorlayan Suud rejimi vardır.


Abdulbari Atvan yazısını şöyle sürdürüyor: Türki Faysal’ın yahudilerin malı ve serveti hakkındaki sözlerini hayretle karşılıyoruz. Oysa Faysal en az yarım asırda her gün milyonlarca petrol ihraç eden bir ülkeye hükmeden bir hanedana mensuptur ve bu hanedan şimdi de dünyanın en büyük petrol firması veya en azından bir bölümünün satışı için plan yapıyor ve iki trilyon dolar değerinde bir fon kurmak istiyor. Yahudi serveti ve mali hakkındaki bu yaftalar yanlış tarafların lehine yanlış sonuçlar doğuracak ve yine yanlış ve mantıksız bir takım kavramları yaygınlaştıracak ve Arap piyasalarının yağmalaması ve İsrail’in mandası altına girmesi için kapılarını siyonist sermayenin yüzüne açacaktır. Oysa en iyisi, bu Suud prensinin 140 dolardan sattıkları petrol gelirlerini ne yaptıklarını açıklamasıdır.

Arabistan elebaşıları İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek, onların İran tehlikesi olarak adlandırdıkları ve İsrail ile ilişkilerini normalleştirmek için bir malzeme yaptıkları duruma karşı güvenli bir set oluşturacağını zannediyor. Oysa bu tamamen yanlış bir düşüncedir. Çünkü asıl İsrail onlara karşı gerçek tehlike olarak yerinde kalacaktır. İsrail asla Araplarla müzakere etmez ve eğer müzakere etse bile onlara önemli bir puan vermez ve bu konu, İsrailli generalin de sözlerinde işaret ettiği bir konudur, çünkü Araplar İsrail’e karşı tehdit oluşturmuyor. Ve son olarak bu tartışma programında elde edilen en önemli sonucun Arabistan’ın yüz çevirdiği Amerika yerine İsrail ile stratejik işbirliği zeminini hazırlamaya başlamasından ibarettir.

Kuşkusuz bu tür TV programları ve el sıkışmaların amacı en başta Arabistan kamuoyunu ikna ve tatmin etmek ve ardından Arap ve İslam dünyasının gönlünü kazanmaktır ve bu durum sadece Suud rejiminin bölgeye yönelik yanlış politikalarından duydukları şaşkınlık, korku ve dehşettir. Bu konuya Amerika Başkanı Obama da Amerikalı gazeteci Thomas Feridman’a verdiği mülakatta işaret etti ve şöyle dedi: Arabistan’da iktidarın başında bulunan hanedanı tehdit eden iç tehlike, onların tabiri ile İran’da ortaya çıkan dış tehlikeden çok daha ciddidir ve bu arada görünen o ki eğer iktidarın başında Arap aklı ve yaratıcı düşüncesi olsaydı Arap ümmeti bugünkü duruma düşmezdi.

Korsan İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi “Arabistan ve İsrail ilişkilerinde açılım zamanı geldi” başlıklı raporunda bu iki rejimin yeni dönemde ve İran ile nükleer müzakereler son bulduğu bir atmosferde ilişkilerini ele aldı ve mevcut şartlarda bir zaruret olarak niteledi.

Siyonist gazete şu ifadelere yer verdi:

Obama’nın bu ayın başında yaptığı konuşmanın saptırıcı yönlerinden biri İsrail’in yalnız kaldığı hakkındaydı. Oysa bu anlaşma güçlü bir anlaşmadır ve dünyada genel bir değerlendirmede bulunan tüm milletler, İsrail’den başka buna destek vermiştir.

Jerusalem Post gazetesi yazarı Aron Klin’in yazdığı raporda yazar, İsrail’in nükleer anlaşma konusunda inzivasına işaret ederek şöyle diyor:

Şu anda en bariz işaret, İsrail’in İran ile gerginlikleri giderme ve iyi ilişki kurmaya muhalefet konusunda yalnız kalması ve inzivaya itilmesidir. Gerçi İranlı yetkililer defalarca İran ve Amerika arasındaki müzakerelerin yalnızca nükleer mesele ile ilgili olduğunu belirtti, ama yazar bu konuya yeni konuları eklemeye çalışıyor:

Arabistan İran’a İslam dünyasında ilk rakibi olarak bakıyor ve sağlanan anlaşmanın Amerika yönetimi İran’ı Suud rejimi yerine Fars körfezindeki müttefiki olarak seçmesinden endişe ediyor. Gerçi Obama’nın konuşmasında Arabistan, Mısır, Ürdün veya Birleşik Arap emirliklerine işaret edilmedi, oysa Obama’nın 56 dakikalik konuşmasında İsrail’in adı 24 kez tekrarlandı.

Jerusalem Post gazetesi raporunda devamında İran’ın enerji sektörünün ufkunu şöyle anlatıyor:

Ancak karşı tarafta İran’ın enerji piyasası bir sıçrama eşiğinde yer alıyor. Nükleer anlaşma imzalanmadan bir gün önce İran’ın süper petrol tankerleri bulunan en büyük denizcilik firması Avrupa ve uluslararası petrol piyasalarına göre dönmeye hazırlanıyordu. Aynı günlerde yaptırımların kaldırılacağı tahmin edilerek İranlı firmalar geçen ay 800 mil uzunluğunda ve Batı’ya doğalgaz ihracatı doğrultusunda 2.3 milyar dolar değerinde bir anlaşma imzaladı. Öte yandan umutsuzluğun doruğunda Suud rejimi perde arkasında İsrail ile işbirliğini şimdiye kadar görülmemiş düzeyde geliştirdi.

Aslında Jerusalem Post yazarının vurgusu, artık Suud yetkililerin protokol icabı davranmaktan vaz geçdiğini ve İsrail’in bir an önce tanınması ve bu rejimle ilişki kurmak istediğine yöneliktir.

Gazete raporunun devamında Arabistan yönetimi yıllar önce sunduğu sözde Arap barış planından vaz geçmesi gerektiğini hatırlatıyor. Gazeteye göre işe başlamak için Arap ülkeleri, tüketim tarihi üzerinden altı yıl geçen Mahmut Abbas yönetiminin alternatifini bulmaya ve yeni şartları kabul edebilecek bir hükümeti desteklemeye teşvik edilebilir. Buna göre Mahmut Dahlan BAE’inden geri dönerek bu rolü üstlenebilir ve Gazze şeridi ve Batı şeriadaki sorunları toparlayabilir. Suud rejimi de mali gücünden Hamas’a İsrail ile uzun vadeli ateşkesi kabul etme ve direniş ekseninden uzak durma yönünde baskı uygulamak için yararlanabilir.015


Etiketler