Mayıs 29, 2016 07:54 Europe/Istanbul

sohbetimizin bugünkü bölümünde şii ve sünni müslümanların iki büyük alimi ve düşünürü Ayetullah Burucerdi ve Şeyh Şeltut’un düşüncelerini ve İslamî vahdet uğruna sarf ettikleri çabaları ele almak istiyoruz.

Geçen iki bölümde İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin düşüncesinde İslamî vahdetin konumunu anlattık ve Ayetullah Hamanei’nin İslamî vahdetin gerçekleşmesi yönündeki pratik önerisini, yani İslamî mezheplerin takrib kurumunun kurulmasını irdeledik.

Bugünkü sohbetimizde ise ilkin İslamî mezheplerin takrib kurumu düşüncesinin şii ve sünni alimlerin arasında nasıl şekillendiğini anlattıktan sonra İslam aleminin iki büyük düşünürü ve bu düşüncenin temelini atan Mısırlı büyük müftü ve El Ezher’in büyük alimi, Şeyh Şeltut ve şii müslümanların en büyük alimlerinden Ayetullah Burucerdi’nin düşüncelerini irdelemeye çalışacağız.

İslamî mezheplerin takribi düşüncesi yaklaşık yetmiş yıl önce Kahire’de İslamî mezhepler takrib kurumu tarafından gündeme geldi. Bu kurum hş. 1327 yılında bazı sünni ve şii büyük alimlerce ve özellikle o yıllarda Lübnan ve Mısır’da yaşayan merhum Allame Şeyh Muhammed Tagi Kumi’nin büyük çabaları ve genel sekreterliği ile şekillendi ve kurulduğu yıllarda İslam dünyasında önemli bir gelişme olarak karşılandı.

Kurumda El Ezher’in Şeyh Abdulmacid Selim, Şeyh Mahmut Şeltut, Şeyh Ebu Zuhre, Hasan Elbena ve Yemen’in Zeydiye alimlerinden biri ve yine şii alimlerden Necef’te merhum Şeyh Muhammed Hüseyin Kaşiful Gata, Lübnan’da merhum Seyyid Şerefeddin ve merhum Şeyh Muhammed Cevad Mugniye gibi şahsiyetler yer alıyordu.

Takrib düşüncesinde mezheplerden maksat, İslam’ın fıkhi mezhepleriydi ve ehli sünnetin dört mezhebi olan İmam Ebu Hanife’nin Hanefi mezhebi, İmam Malik bin Üns’ün Maliki mezhebi, İmam Muhammed bin İdris Şafii’nin Şafii mezhebi ve İmam Ahmet bin Hanbel’in Hanbeli mezhebini ve İmami ve Zeydi şii mezheplerini kapsıyordu. İsmaili mezhebi ise İmami mezhebinin alt mezhebi ve Abazi mezhebi de ehli sünnetin alt mezhebi sayılıyor. Bu mezheplerin her birine kendine özel fıkıhları vardır ve İslam’ın pratik ahkamını içerir. Bu mezhepler bazı konularda anlaşmazlıkları söz konusudur ki bu da her mezhebin fakihlerinin ictihadından kaynaklanmıştır.

Takrib kurumu geniş çaplı araştırmaların ardından başta hilafet ve imamet meseleleri olmak üzere kelam konuları üzerinde ihtilaflarda bir yere varılamayacağı ve takrib konusu olamayacağı, yani bu konuların üzerinde yakınlaşma gerçekleşemeyeceği, bilakis ihtilafları şiddetlendireceği sonucuna vardı ve bu yüzden çabalarını fıkhi ihtilafların üzerinde odakladı ve sonunda El Ezher’in büyük şeyhi, Şeyh Mahmut Şeltut’un yayımladığı fetva ile sonuca ulaştı. Şeyh Şeltut bu fetvada ehli sünnetin dörtlü mezheplerini izleyenlerin başta 12 imamlı İmamiye mezhebi olmak üzere diğer mezhepleri seçebileceklerini beyan etti, yana bu bu mezheplerin fakihlerinih ahkamını izleyebileceklerini, çünkü hepsi kitap ve sünnete dayalı olduğunu vurguladı.

Şeyh Mahmut Şeltut’un El Ezher üniversitesinin başında bulunduğu yıllarda en önemli icraatından biri de ehli sünnetin fıkhi derslerinin yanında şii fıkhının de dest müfredatı olarak ders verilebilmesine izin vermesiydi. Bu durum El Ezher hocaları ve talebeleri önünde yep yeni bir ufuk açtı.

Mukarin fıkhına göre bir araştırmacı tüm İslamî mezheplerin görüş ve hükümlerini irdelemeli ve hangi hüküm daha güçlü gerekçelere dayanıyorsa, onu uygulamalıdır. Şeyh Şeltut çeşitli mezheplere mensup olan ulemanın delillerini karşılaştırırken bir ilkeyi benimsiyordu, o da hangi delil daha güçlüyse, kabul edilebilir olmasıydı ve bu da söz konusu delilin kendi mezhebinden olup olmamasından bağımsızdı. Şeyh Şeltut müslüman fakihlerin her türlü bağnazlıktan ve nefsani heva ve heveslerden uzak bir şekilde İslam’ın temellerini pekiştirecek ve ailelerin ve toplumun refahını daha iyi temin edecek düşünceleri ve görüşleri birbirinden kabul etmeleri gerektiğini savunuyordu.

Ayetullah Burucerdi de sürekli müslümanların vahdetine ve İslamî mezheplerin yakınlaşmasına vurgu yapan İslam dünyasının büyük alimlerinden biriydi. Ayetullah Burucerdi, hş. 1325 yılında merhum Ayetullah İsfahani’nin vefatından sonra şii müslümanların büyük taklit mercii onuruna nail oldu ve kendisi şii ve sünni fıkıhlarının rical ve hadis ilimlerinde seçkin bir alimdi.

Ayetullah Burucerdi ister bu mevkiye nail olmadan önce, ister sonra, sürekli müslümanların durumları ve özellikle vahdet meselelerine özel ilgi duyuyor ve çeşitli mezheplerin bir tek İslam bayrağı altında toplanmaları ve tefrikaların giderilmesi için çaba harcıyordu.

Gerçekte müslümanların kötü durumu, kafirlerin İslam ülkelerine musallat olması ve müslümanların arasında birbirine karşı kin ve düşmanlık ve kötümserlik ruhunun hakim olması, Ayetullah Burucerdi’nin müslümanların vahdetini sağlama yönündeki azim ve iradesini daha da güçlü hale getiren konulardı. Bu yenilikçi alimin ehli sünnetin hadis, fıkah, rical ve tarih gibi kaynakları üzerinde geniş bilgisi, şii kaynakların üzerindeki tam bilgisi ile beraber kendisine mezheplerin arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları büyük bir titizlikle irdeleyebilecek ve İslamî mezheplerin takrib düşüncesini bu mezheplerin ilkeleri ve temelleri müsaade ettiği noktaya kadar ilerletebilecek bir güç kazandırmıştı.

Nitekim Ayetullah Burucerdi’nin takrib kurumuna maddi manevi, sürekli her türlü desteği vermesi de kendisinin müslümanların vahdetine ve birlikteliğine verdiği önemin işaretiydi. Bir bakıma İmam Humeyni’den –ks– sonra şii alimlerin arasında İslamî mezheplerin yakınlaşması yolunda en çok çaba harcayan alimin Ayetullah Burucerdi olduğu söylenebilir.

Ayetullah Burucerdi Mukarin fıkhıyla ilgili meselelerde hilafi meselelere önem veriyordu, yani fıkhi meselelerin sadece İmamiye mezhepleri düzeyinde değil, tüm İslamî fıkhi mezheplerin düzeyinde tartışılması ve ihtilaf konusu olan her türlü önemli meselede tüm mezheplerin delilleri göz önünde bulundurulması gerektiğini savunuyordu.

Bu yüzden Ayetullah Burucerdi, Şeyh Tusi’nin Mesailul Hilaf adlı eserini büyük meşakkatlere katlanarak düzeltti ve yayımladı ve arada bir bu kitabı ders celselerine götürerek Şeyh Tusi’nin üzerinde durduğu cümleleri okuyarak talebeleri yavaş yavaş bu yönteme alıştırdı.

Ayetullah Burucerdi’nin bu yeniliği, şii alimlerin İmamiye şiiliği fıkhi kitaplarından başka diğer mezheplerin fıkhi kaynaklarına da baş vurmalarına ve bu mezheplerin de önemli fıkhi meseleleri büyük titizlikle takip ettiklerine şahit olmalarına vesile oldu. Şii alimler aynı zamanda fıkıh ilminin tüm İslamî mezheplerin arasında ortak bir ilim olduğunu ve birbiriyle bağlantılı olup birbirini karşılıklı etkilediği sonucuna da vardı ve şimdi de yeni fıkhi konularda birbirinin görüşlerinden yararlanabileceklerini anlatı.

Ayetullah Burucerdi, ehli sünnetin masum imamların çağındaki yaygın fetvalarına baş vurmakla masum imamlardan kalan rivayetleri daha iyi anlamanın mümkün olduğuna inanıyordu, zira masum imamların sözleri, ehli sünnet alimlerinin fetvalarına göre verilmişti.

Yine Ayetullah Burucerdi’nin talebeleri kendisinin bazen şii fıkhı ehli sünnet fıkhının kenarında yer alır, dediğini anlatır. Çünkü o çağlarda müslümanların uyguladığı ahkam, aslında onların önderleri olan alimleri fetvalarıydı ve masum imamların sahabelerinden rivayet edenler bu fetvalara göre masum imamlardan soru soruyor ve onlar da aynı fetvalara göre sorulara cevap veriyordu.

Öte yandan Ayetullah Burucerdi’nin takrib eğilim, Şeyh Şeltut’un yayımladığı fetvaların üzerinde etkili olmuştu. Şeyh Mahmut Şeltut’a göre İslamî vahdetin şekillenmesinde en önemli meselelerden biri, tüm mezheplerin üzerinde mutabık olduğu ortak bir noktayı bulmaktı. Şeyh Şeltut bu ortak noktayı Kur'an'ı Kerim olarak açıkladı ve şöyle dedi:

İslam dini insanları vahdete çağırıyor ve müslümanların bir eksene sarılmaları gerektiğini savunuyor ve bu eksen de bilinen Allah’ın ipine sarılma emridir. Bu konu Kur'an'ı Kerim’in bir çok ayetinde gelmiştir ve en güçlü olanı da Al-i İmran suresinde yer almaktadır. Allah teala tefrikayı mutlak surette men etmiştir ki bağnazlık yüzünden tefrika da bunun kapsamındadır. Bir hadisi sahihte İslam dininde bağnazlık yoktur, şeklinde vurgu yapılmıştır.

Şeyh Mahmut Şeltuk bir başka yerde Allah’ın kitabı ve Resulullah’ın –s– sünneti tüm mezheplerin ortak yönü olduğunu belirtiyor. Şeyh Şeltut, bilimsel camialarda yaşanan ilmi ihtilafların bazı sıradan insanların arasındaki kuru bağnazlıktan farklı olduğunu belirterek şöyle diyor:

Görüş farklılığı sosyal bir zarureti ve kaçınılmaz doğal bir durumdur. Ancak dini bağnazlıklara ve fikri durgunluğa yol açacak ihtilaflar bundan farklıdır. Bağnazlık, müslümanların bağlarını koparır ve gönüllerde kin ve düşmanlığı besler, fakat hakikat arayışında ihtilaf yaşamak, muhaliflerin düşüncelerine saygı gösterildiği takdirde benimsenen ve takdirle karşılanan bir durumdur. 015