Nur’a giden yol ( 930 )
Muhammed suresinin 15 ila 17. ayetleri ve tefsirleriyle sizlerle birlikteyiz.
Muhammed suresinin 15. ayeti:
مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّتِی وُعِدَ الْمُتَّقُونَ فِیهَا أَنْهَارٌ مِنْ مَاءٍ غَیْرِ آَسِنٍ وَأَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ یَتَغَیَّرْ طَعْمُهُ وَأَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِبِینَ وَأَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّى وَلَهُمْ فِیهَا مِنْ کُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْ کَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِی النَّارِ وَسُقُوا مَاءً حَمِیمًا فَقَطَّعَ أَمْعَاءَهُمْ (47:15)
Yani:
Müttakîlere vâdolunan cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
Geçen bölümde ayetler müminlerle kafirlerin sonunu karşılaştırmıştı. Bu ayet ise her iki kesimin cennet ve cehennemde konumlarını ve bu iki mekanın bazı özelliklerini beyan ediyor.
İnsanların ahirette de söz konusu olan bu dünyadaki fiziki özelliklerinden biri susamaktır ve bu hissi gidermek için sağlıklı su gereklidir. Ayet ise şöyle buyurmakta:
Allah teala bu ihtiyacı karşılamak üzere cennette türlü güzel ve lezzetli içecekler tedarik görmüştür; sudan süte ve şaraptan bal şerbetine kadar. Ancak cehenneme düşenler için yakıcı sudan başka bir şey yoktur; oysa bu zümre cehennem ateşinin ortasındadır ve doğal olarak serin suya daha çok ihtiyaç duymaktadır.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Dünyevi ziynetler ve lezzetler sizi günahlara doğru sürüklemesin; zira Allah teala ahirette cennete girenler için en güzel lezzetleri tedarik görmüştür.
2 – Dünyevi geçici zevklere ve lezzetlere göz yumanlar, ahirette ebedi zevklere ve lezzetlere kavuşur.
3 – ilahi rahmet ve has mağfiret, maddi ve cismi nimetlerin yanında cennet halkını huzura kavuşturur.
4 – Cennet halkı türlü içeceklerin yanında çeşitli güzel yiyecekler ve meyvelerle ağırlanır.
5 – Cennet nimetleri her türlü afetten ve zevalden korunur.
Muhammed suresinin 16. ayeti:
وَمِنْهُمْ مَنْ یَسْتَمِعُ إِلَیْکَ حَتَّى إِذَا خَرَجُوا مِنْ عِنْدِکَ قَالُوا لِلَّذِینَ أُوتُوا الْعِلْمَ مَاذَا قَالَ آَنِفًا أُولَئِکَ الَّذِینَ طَبَعَ اللَّهُ عَلَى قُلُوبِهِمْ وَاتَّبَعُوا أَهْوَاءَهُمْ (47:16)
Yani:
Onların arasında, seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara "Az önce ne demişti?" diye sorarlar. Bunlar, Allah'ın kalplerini mühürlediği, hevâ ve heveslerine uyan kimselerdir.
Bu ayet ise iman bakımından zayıf ve kalpleri hasta olan insanlara işaret ediyor. Bu insanlar İslami toplumda yaşadıkları halde İslam Peygamberi -s- ve ilahi vahiy ve kelama inanmayan kişilerdi. Bunlar Allah’ın kelamını İslam Peygamberi’nin -s- dilinden duyuyor, fakat şöyle diyordu: Biz bu sözlerden bir şey anlamıyor ve idrak edemiyoruz.
Bu zümre bilge ve basiretli müminlerle karşılaşınca da alay ederek şöyle diyordu: Acaba siz peygamberin sözünü anladınız mı? biz bir şey anlayamadık da!
Bu ayet söz konusu zümrenin yanlış davranışlarına cevaben şöyle buyurmakta:
Peygamberin sözü açık ve anlaşılırdır, fakat sizler nefsani heva ve heveslerinizin peşinde olup Hakkı izlemek istemediğinizden ötürü hakikati idrak etmek ve anlamaktan acizsiniz. Bir başka ifade ile sorun peygamberden değil, Hakkı benimsemek istemeyen sizden kaynaklanır.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Nefsani gayri meşru heva ve heveslere uymak insanların hakkı batıldan ayırt etme gücünü etkiler ve hakikati idrak etmekten alıkoyar.
2 – Gönlü hasta olanlara dikkat etmeliyiz, zira bunlar vahiy ve Allah Resulü’nün -s- sözlerinin hakkaniyeti üzerinde kuşku yaratmaya ve insanların imanını etkilemeye çalışır.
3 – Allah’ın kelamını sadece okumak veya duymak yeterli değil, aynı zamanda anlamak ve uymak da gerekir. nitekim birçok insan peygamberin -s- açık ve net sözünü duydukları halde, sırf kendi nefsani heva ve heveslerinin peşinde oldukları için hak sözü kabul etmek istemedi.
Muhammed suresinin 17. ayeti:
وَالَّذِینَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآَتَاهُمْ تَقْوَاهُمْ (47:17)
Yani:
Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini arttırır ve sakınmalarını sağlar.
İslam Peygamberi’nin -s- hak sözünü ve hidayetini benimsemeyen ve hakkaniyet hakkında kuşku yaratan gönlü hasta olanlara karşı Kur'an'ı Kerim bu ayette Allah Resulü’nün -s- hidayetini benimseyenlere Allah teala onlara iki değerli nimeti sunacağını müjdeler. Bu nimetlerden biri yaşamın dönemeçli yolunda hidayete ermek ve diğeri ruhi sağlık ve selamettir.
Doğal olarak insan her an doğru yoldan sapma tehlikesi ile karşı karşıya gelebilir. Yine türlü iktisadi, sosyal, kültürel, ailevi ve diğer durumlarda doğru yolu teşhis etmek de kolay bir iş değildir. Buna göre her insan hayatı boyunca ilahi hidayete muhtaçtır. Dolayısıyla Allah teala kim ilahi ilk hidayeti benimseyecek olursa onu ömrü boyunca doğru yolu teşhis etmekte yardımcı olma sözü vermiştir. Kuşkusuz bu hidayetin yanında insanın içi ve ruhu da pak olması şarttır; böylece kin, haset, kıskanma ve diğer çirkin ahlaki özelliklerin yüzünden yanlış duygulardan etkilenmez ve hak yolundan sapmaz.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – İlk hidayeti benimsemek, zemini ilahi hidayetin gelişmesine hazır hale getirir.
2 – Hidayeti benimseme kapasitesi, insanın varlık kapasitesini geliştirir.
3 – Kalbi paklık ve hakiki irfana varmak, ancak İlahi hidayet yoluyla mümkündür; yoksa Budizm ve Hinduizm ve diğer beşeri ideolojilerin gücü buna yetmeyeceği kesindir.