Nur’a giden yol ( 931 )
Muhammed suresinin 18 ila 20. ayetleri ve tefsirleriyle sizlerle birlikteyiz.
Muhammed suresinin 18. ayeti:
فَهَلْ یَنْظُرُونَ إِلَّا السَّاعَةَ أَنْ تَأْتِیَهُمْ بَغْتَةً فَقَدْ جَاءَ أَشْرَاطُهَا فَأَنَّى لَهُمْ إِذَا جَاءَتْهُمْ ذِکْرَاهُمْ (47:18)
Yani:
Onlar, kıyamet gününün ansızın gelip çatmasını mı bekliyorlar? Şüphesiz onun alâmetleri belirmiştir. Kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar!
Geçen bölümde inatçı, aşağılayıcı ve alaycı psikolojileri ile ilahi peygamberlere tepki gösteren zümreden söz etmiştik. Bu ayet ise Maad ilkesini inkar edenlere işaretle şöyle buyurmakta:
Bunlar kıyamet gününü kendi gözlerimizle görmezsek, inanmayız, ona iman etmeyiz, diyorlar. Oysa kıyamet gününün gerçekleşeceğine dair çok açık ve şeffaf deliller vardır.
Eğer onlar Hakkı benimsemek istiyorsa, kıyamet günü olmadan önce akli delillerle iman edebilir ve eğer şimdiye kadar iman etmedilerse, kıyamet gününü gördüklerinde, artık onlara hiç bir faydası olmaz. Bu durum, bir hastanın hastalığına hekim tarafından teşhis koyması ve tedavisi için reçete vermesi, fakat hasta ölmeden hasta olduğunu ve tedaviye ihtiyacı olduğunu kabul etmeyeceğini söylemesine benzer. Kuşkusuz hasta öldükten sonra artık ne ilaç ve ne de tedavi, ne de pişmanlık faydası olur.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Kafirler ve Maad ilkesini inkar edenler inat yüzünden tevbe etme ve geri dönme fırsatını kullanmaz ve gerçekte ilahi mühleti heba etmiş olur.
2 – Kıyamet gününün işaretleri ve delilleri çoktur; ancak tüm bunlar duyan kulağı ve Hakkı arayan gönlü olanlar içindir.
Muhammed suresinin 19. ayeti:
فَاعْلَمْ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِکَ وَلِلْمُؤْمِنِینَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَاللَّهُ یَعْلَمُ مُتَقَلَّبَکُمْ وَمَثْوَاکُمْ (47:19)
Yani:
Bil ki, Allah'tan başka ilâh yoktur. (Habibim!) Hem kendinin hem de mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahlarının bağışlanmasını dile! Allah, gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.
Kafirlerin inadına karşı bu ayet İslam Peygamberi’ne -s- hitaben şöyle buyurmakta: Siz de sağlam ve dimdik yolunuza devam edin ve bilin ki yegane Allah’ın güç ve iradesinden başka bu dünyada hiç bir güç etkili değildir ve hiç kimsenin gücü yüce Allah’ın gücüne yetmez. O zaman her halükarda ve her yerde ancak O’na tevekkül edin ve düşman sayısının çokluğundan korkmayın.
Ayet ardından iman ehli olanların ilahi takvaya uymaları gerektiğini ve eğer bir yerde kusurları ve hataları veya sapmaları olursa, yüce Allah’tan af dilemeleri gerektiğini vurgulamakta.
İslam Peygamberi -s- de hem kendisi ve hem müminler için Allah tealadan mağfiret talep ediyor. Kuşkusuz peygamberler her türlü günahtan paktır ve Allah Resulü’nün -s- istiğfarda bulunması, günahlarının bağışlanması için değil, yüce Allah huzurunda huzu ve huşu işaretidir. Nitekim insan kendini her daim ilahi katın huzurunda suçlu gibi görmelidir. Üstelik risalet görevi oldukça ağır bir görev ve sorumluluktur ve Allah teala tarafından peygamberlerin omuzuna yüklenmiştir. Buna göre de peygamberler sürekli bu sorumluluğu şayet hakettiği gibi yerine getirmediklerini düşünmeleri ve böylece çaba harcamak ve mücadele etmekten el çekmemeleri ve yaptıkları ile yetinmemeleri gerekir.
Buna göre Kur'an'ı Kerim’de sadece İslam Peygamberi -s- hakkında değil, önceki peygamberlerin hakkında da Allah tealadan af diledikleri beyan edilmiştir.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Tüm sözlerimiz ve amellerimiz tevhit temeline dayanmalıdır; böylece beşeri içi boş zorba güçlere dayanmayız ve onlardan asla korkmayız.
2 – Mümin erkekler ve kadınlar İslam Peygamberi’nin -s- mağfiret dileğinin kapsamındadır ve o hazret insanları hidayete erdirmenin yanında Allah tealadan onların selametini ve saadetini niyaz eder.
3 – Peygamberler de diğer insanlar gibi beşer cinsindendir ve beşeri şartlarla sınırlı sayılır. Dolayısıyla onlar da kısıtlamaların telafisi için yüce Allah’ın merhametine muhtaçtır.
Muhammed suresinin 20. ayeti:
وَیَقُولُ الَّذِینَ آَمَنُوا لَوْلَا نُزِّلَتْ سُورَةٌ فَإِذَا أُنْزِلَتْ سُورَةٌ مُحْکَمَةٌ وَذُکِرَ فِیهَا الْقِتَالُ رَأَیْتَ الَّذِینَ فِی قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ یَنْظُرُونَ إِلَیْکَ نَظَرَ الْمَغْشِیِّ عَلَیْهِ مِنَ الْمَوْتِ فَأَوْلَى لَهُمْ (47:20)
Yani:
İman etmiş olanlar: Keşke cihad hakkında bir sûre indirilmiş olsaydı! derler. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de onda savaştan söz edilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur!
Bu ayet Müslümanların asr-ı saadette zor şartlarına işaret ederek şöyle buyurmakta:
Düşmanların baskıları, müminlerin peygamberden savaş ve mücadele için izin isteyecek safhaya ulaşmıştı. Müminler şöyle diyordu: Neden savaşa izin verecek ayetler nazil olmuyor? Ancak bazı sureler nazil olup misilleme emri verilince, o ana kadar cihat ve savaş iddiasında bulunan bazıları geri adım atmaya başladı ve gözlerinde ölüm korkusu yansıdı.
Canını feda edinceye kadar cihat meydanından çekilmeyen ve Allah yolunda cihat ederek şehit olmaya hazır olan gerçek müminlerden farklı olarak kalpleri hasta münafıkları öyle bir dehşet ve korku sardı ki neredeyse orada düşüp ölecekti.
Bu ayeti kerimeden şunu öğrenmekteyiz.
1 – Birçok insan türlü iddialarda bulunabilir; ancak amel vakti gelince, işte o zaman müminlerle münafıklar birbirinden ayrılır.
2 – Gerçi İslam dini rahmet dinidir; ancak buna karşın zalimlerle cihat ve mücadele edilmesine ve misillemede bulunulmasına emreder.
3 – Cihattan korkmak ve mücadele meydanından kaçmak, iman gevşekliği ve iç nifak işaretidir.