Haziran 19, 2016 13:17 Europe/Istanbul

Bugün tekfirci terör, Ortadoğu bölgesinin en önemli güvenlik sorunu haline gelirken, bölgesel düzenin yapısını da çökme tehlikesiyle karşı karşıya getirdiği anlaşılıyor.

İslamî öz ve has ahkamı uygulama bahanesi ile en korkunç cinayetleri işleyen tekfirci terör aynı zamanda başta Irak ve Suriye olmak üzere bölgede bazı ülkelerin iç istikrarsızlığından da en iyi şekilde beslenmeyi başarmış ve faaliyet ve nüfuz alanını iyice geliştirmiştir. Nitekim tekfirci IŞİD terör örgütü bu atmosferden beslenerek şekillendi. Örgüt daha sonra Irak ve Suriye topraklarının önemli bir bölümüne musallat oldu ve kendince sözde İslamî hilafet ilan etti.

Şimdi ise başta IŞİD çeşidi olmak üzere, tekfirci terör Ortadoğu’nun Arap coğrafyasında güçlü bir varlık sergiliyor ve nüfuz alanını Ortadoğu coğrafyasının tümüne yaymaya çalışıyor. Burada akla gelen en önemli soru ise, tekfirci terörün neden Ortadoğu bölgesinde bu denli gelişme kayetmiş olması ve ne zaman tamamen yok edileceği sorusudur.

Aslında bölgede tekfirci terör adındaki fenomenin ortaya çıkışı ve ardından da hızla yayılması, eski sovyetler birliği kızıl ordusunun Afganistan topraklarına girmesiyle beraber El-kaide örgütünün ortaya çıktığı yıllara dayanır. O yıllarda Afganistan’da iflas eden bir devlet ecnebi müdahalesi ile karşı karşıya gelmişti. Buna göre Ortadoğu bölgesinde tekfirci terör akımlarının köklerini ararken, devletlerin iflas etmeleri gibi bir değişkenin üzerinde odaklanmak mümkündür. İflas eden devlet terimi genel anlamda milli seviyede tüm hakimiyetin uygulayabileceği her türlü imkanını kaybeden ve iktidar krizi yaşayan bir devlet için kullanılan bir terimdir.

İflas eden devlet tanımından hareketle Ortadoğu bölgesinde ve çevresinde bu fenomenin en başta Afganistan’da ortaya çıktığı söylenebilir. Buna göre Afganistan’da merkezi yönetimi iç ve dış gelişmelerden ve çatışmalardan etkilenerek hakimiyetini uygulama gücünü kaybetti ve böylece El-kaide örgütünün gelişmesi ve büyümesi için gereken zemin oluştu.

Aslında El-kaide örgütünün şekillenmesiyle birlikte bölgede köktenci örgütlerin yeni bir türü ortaya çıktı, ki daha önceki örnekleri ile karşılaştırıldığında iki önemli farklılık dikkat çekiyordu. İlkin bu örgüt milli sınırları aşan bir alanda hareket etmeye başladı ve ikincisi de, hedeflerine ulaşmak için terörü kullanmaya başladı.

El-kaide örgütünün uluslararası düzeyde faaliyet yürütmesinde 11 Eylül 2001 saldırıları bu bağlamda önemli bir dönüm noktası telakki edilebilir. Bu olay, dünyada köktenci tekfircilikten bu modelin şekillenmesi evrensel boyut kazandığını ve uluslararası güvenliği tehdit etmeye başladığını ortaya koydu.

Öte yandan Amerika’nın 11 Eylül 2001 saldırılarına tepkisi ise El-kaide’nin ve kanatlarının Ortadoğu genelinde yayılmasına yol açtı. Amerika’nın Afganistan ve Irak topraklarına çıkarma yapması, bu iki ülkede siyasi yapının çökmesine ve bölgesel güç dengelerinin bozulmasına neden oldu ve böylece Ortadoğu ve çevresinde yer alan ülkelerde milli iktidar krizinin şiddetlenmesi için gereken zemini hazırladı.

Bu yüzden ve Amerika’nın Irak’a saldırmasından kısa bir süre sonra El-kaide güçleri Irak’ta yaşanan kaos ve kargaşa şartlarından yararlanarak Afganistan’dan Irak’ın sünni müslümanların yoğunlukta yaşadığı bölgelere doğru akın etmeye başladı.

Öte yandan Arabistan’ın İran İslam Cumhuriyeti ile yüz yüze gelmesi de bölge şekillenin kaos ve kargaşa ortamını daha da şiddetlendirdi ve böylece ortam El-kaide örgütünün faaliyeti için daha da müsait hale geldi, öyle ki 2004 yılından sonra El-kaide güçleri Irak’ta iç istikrara karşı  en ciddi sorun olmaya başladı

Gerçi Irak’ta 2005 yılında düzenlenen seçimler ve bu ülkede yeni hükümetin kurulması ve iktidarın başına geçmesi, çöken eski merkezi iktidarı bir nebze olsun yeniden canlandırmayı başardı, fakat Irak ordusunun dağılmış olması, merkezi yönetimin ülke genelinde hakimiyetini uygulaması yolunda büyük bir engel haline geldi ve bu durumdan de doğal olarak en çok El-kaide örgütü faydalandı. Bu sürecin devamında Irak’ın sünni müslümanların yoğunlukta bulunduğu bölgelerinde aşiretlerin uyanış konseylerini kurması ve ordunun yeniden yapılanması, El-kaide’nin Irak’ta yayılma krizini kısmen kontrol altına almayı ve bu ülkede siyasi yapının yeniden çökmesini engellemeyi başardı.

Irak’ta bu durum 2012 yılına kadar iyi kötü devam etti ve El-kaide bu dönemde yarı komaya girmiş vaziyette yer aldı. Ancak bölgede tekfirci terörün yavaş yavaş sönmeye yüz tuttuğu düşünüldüğü sıralarda birden Arap ülkelerinde başlayan ayaklanmalar ve bu ayaklanmalardan bölgesel rekabetler çerçevesinde yararlanma gayretleri tekfirci terörün yeniden hortlamasına zemin oluşturdu.

Bu süreçte dikkat çeken bir nokta ise, bazı çevrelerin bölge ülkelerinde özgürlükçü ve demokratik talepleri gündeme getiren hareketlerden sonra  köktenciliğin büyük oranda gerileyeceğini düşünmesiydi. Oysa bunun tam tersine başta Arabistan olmak üzere bölgede bazı rejimlerin izlediği politikalar, bu ayaklanmaları esas yörüngesinden saptırdı ve bazı ülkelerde iç savaşa dönüştürdü, ki bunun en somut örneği de Suriye oldu.

Ve bundan sonra Irak’ta kabuğuna çekilen El-kaide örgütüne bağlı çeteler yavaş yavaş Suriye’ye doğru akın etmeye başladı ve bölgedeki bazı irticai Arap rejimlerin mali ve siyasi destekleri sayesinde Suriye topraklarının bazı bölümlerini ele geçirdi. Öte yandan bu çetelerin Suriye’de bazı bölgeleri ele geçirmesi, Irak’da bazı iç krizlerin ve sünni müslümanların yoğunlukta yaşadığı bölgelerde huzursuzlukların patlak vermesine denk geldi. Bu gergin ortam El-kaide örgütüne bir kez daha Iraklı bazı sünni aşiretlerin arasına geri dönmesine müsaade etti. Ve yine bu denli huzursuz ve istikrarsız bir ortamda El-kaide’nin Irak’taki külünden IŞİD adında daha korkunç bir terör örgütünün türemesine yol açtı.

Öte yandan Arabistan’ın bölgeye yönelik hasmane politikaları, Riyad’ın Yemen topraklarına saldırmasına yol açtı ki bunun sonucu da bölgede iflas eden devletlere bir yenisini daha eklemekti. Bu gelişme aynı zamanda kısa bir sürede tekfirci teröristlerin Yemen topraklarına akın etmelerine de yol açtı. Gerçekte iflas eden devletlerin sayısının artması tekfirci terör örgütlerinin faaliyetlerini genişletmelerine gereken fırsatı sağladığı gibi, aynı zamanda da bölgede dini ve etnik ihtilafların tırmanmasına ve tekfirci terör akımlarının bu durumdan nemalanarak ihtiyaç duydukları insan gücünü bu bulanık sudan avlanarak temin etmelerine yaradı.

Aslında tekfirci terör bölgede ecnebi müdahaleleri ve bölgesel rekabetler bazı Arap ülkelerinin siyasi iflasına yol açtığı ve milli devlet krizi yaşandığı bir sırada büyüme imkanına kavuştu. Öte yandan bu örgütlerin Afganistan’dan Somali’ye kadar uzanan bir coğrafyada nicelik bakımından da gelişmesi başlı başına bölge dışı güçlerin bölgeye yönelik müdahale kabiliyetini arttırdı ve bunun sonucu da Ortadoğu’nun Arap coğrafyasında tekfirci terör kısır döngüsü oldu.

Öte yandan tüm bu anlatılanlara göre tekfirci terörü kontrol altına alabilecek tek şey köklerinin tamamen kurutulmasıdır, ki bu da Irak, Afganistan, Suriye, Yemen ve hatta Lübnan’a siyasi istikrar gelmeden gerçekleşmesi mümkün değil. Yani bu ülkelerde merkezi yönetimler ülke genelinde hakimiyetini uygulayabilecek güçte olmadığı müddetçe tekfirci terör mevcut boşluklardan yararlanacağı ve kendisi için terörist toplayacağı kesindir.

Ancak bu ülkelere siyasi istikrar geri dönemiyor, çünkü bölge için rekabet ve bölge dışından gelen müdahaleler hala bölgede etkili bir kriz yönetim sisteminin uygulanması yolunda en büyük engeldir. Bu yüzden tekfirci terörle mücadele yolunda atılacak ilk adım bölgesel düzen sorununu çözmek ve kriz yönetim sisteminin kurulması üzerinde uzlaşmaktır. Böyle bir sistem inşa edildiği takdirde tekfirci terörün faaliyetlerini engellemenin ve terörün köklerinin kurutulmasının mümkün olduğu söylenebilir.

Uzmanlar İran’ın Suriye’ye destek vermesi konusunda çeşitli etkenlere işaret ediyor. Suriye’de şii mezhebine mensup önemli kutsal şahsiyetlerin türbelerinin bulunması bu ülkeyi İran için kıymetli ve değerli hale getiriyor, öyle ki bu ülkeyi IŞİD’e bırakmak İran kamuoyunun aklına hayaline bile sığmayacağı kesin olan bir konudur.

Amerikalı uzman Huan Cool Suriye’de ve özellikle Han Tuman olaylarında bazı İranlı askeri müsteşarların şehadetine işaret ederek

İran dört sebepten ötürü Suriye’ye desteğini kesmeyeceğini vurguluyor.

Amerikalı uzman Huan Cool şöyle devam ediyor: İran Han Tuman’da 13 müsteşarı şehit düştüğünü 21 müsteşarı da yaralandığını duyurdu. Buna karşın İran Beşar Esad yönetimini isyancılara karşı desteklemeye devam ediyor. Bu konuya Ali Ekber Velayeti de vugu yaptı. Velayeti, İran ve Suriye ilişkileri eskisi gibi devam edeceğini açıkladı. Suriye’de şii mezhebine mensup önemli kutsal şahsiyetlerin türbelerinin bulunması bu ülkeyi İran için kıymetli ve değerli hale getiriyor, öyle ki bu ülkeyi IŞİD’e bırakmak İran kamuoyunun aklına hayaline bile sığmayacağı kesin olan bir konudur.

Amerikalı uzman Huan Cool şöyle devam ediyor:

İkinci neden ise Suriye, İran ve Lübnan Hizbullah arasında bir köprü konumundadır. Suriye olmadan İran asla Hizbullah hareketini destekleyemez ve bu yüzden Suriye’yi kaybetmek İran için stratejik yenilgi olur. Üçüncü sebebe gelince, Suriye yönetimi düşerse, iktidar selefilerin eline geçer ve bu durumda İran milis gruplarca kuşatılmış gibi olur.

Amerikalı uzman Cool dördüncü nedeni ise Suriye’nin İran ve Arabistan arasındaki satranç oynunda bir koz olmasına bağlıyor ve İran Suriye’den desteğini çektiği takdirde oyunu Arabistan adındaki rakibine devretmiş olacağını kaydediyor. Cool, İran bu yüzden Suriye’nin sahada kaybetmemesi için büyük çaba harcadığını ifade ediyor.015

Etiketler