Feminizm ve ilkelerin tenkidi, öğretiler ve sonuçları- 4
İslam öncesindeki cahiliye döneminde Arabistan yarımadasında kadınlar, insanla eşdeğer sayılmaz, en düşük ve alçak konumda bulunuyorlardı.
Geçen bölümlerde tarih sürecinde feminizmin şekillenmesine işaretle, feminizmin batılı kadının mahcureiyetine karşı verilen tepki olduğunu belirttik, zira bu toplumlarda kadınlar, oy kullanma, çocukların velayet hakkı, mülkiyet ve benzeri bir çok sosyal ve kültürel haklarından mahrum bırakılmışlardı. Kadınların oy hakkı için başlattıkları itirazların ardından ilk kez İngiltere 1918 yılında ve ardından Amerika da 1920 yılında kadınlara oy hakkını resmen tanıdılar. İlginç olan ise İslam dininin bundan 1400 sene önce kadınların oy hakkını resmen tanıması ve onların Resul Ekrem –saa- ile biat etmesinde özel katkıları bulunmasıdır.
Her zaman İslam ile düşmanlığa soyunan kincilerin, İslam'ın kadınlar ile ilgili ilerici bakış açısının göz ardı edilmesi nedeni ile bugünkü sohbetimizde, İslam'da kadının şahsiyeti, konumu ve haklarına ve İslam dini öncesindeki cahiliye döneminde kadınların durumu ile kıyaslamaya ayırdık. Hepinizi bu sohbeti dinlemeye davet ediyoruz.
İslam öncesindeki cahiliye döneminde Arabistan yarımadasında kadınlar, insanla eşdeğer sayılmaz, en düşük ve alçak konumda bulunuyorlardı. Kadın konumunun alçaklığı ve onun erkeğin mal varlığı listesinde yer alması onların tüm yaşamlarını etkiliyordu. Cahiliye Arapların kadından aldığı en önemli hak ise onun yaşam ve ölüm hakkıydı. Asırlar boyunca putperestlik yaparak tevhitten uzak kalan insanların ahlaki fıtratları, ideoloji yolsuzlukları ile örtülmüş, kadın varlığı onların bencil ve mağrur yaşamlarına ağırlık yapıyordu. Cahiliyet döneminde kızların doğumu kötüye yorumların, kızın veladetinden büyük acı çekilirdi. Nitekim Yüce Allah nahl suresinin 58 ve 59. ayetlerinde şöyle buyuruyor:
Onlardan biri, kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir! Kendisine verilen kötü müjde (!) yüzünden halktan gizlenir. Şimdi onu, aşağılanmış olarak yanında tutacak mı, yoksa toprağa mı gömecek? Bak, ne kötü hüküm veriyorlar!
Cahiliye Arap'ın, kız evladın doğmasındaki en büyük üzüntüsünün belirtisi, birçok kabilede kızların diri diri gömülmesidir. Fakat Yüce Allah İsra suresinin 31. ayetinde onları serzeniş ederek şöyle buyuruyor:
Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Onları öldürmek gerçekten büyük bir günahtır.
Arap olmayan kabileler, kadın haklarını ayaklar altına almakta cahiliye Araplardan geriye kalmıyordu. Öldürmek, işkence, ihanet ve kadın haklarının geniş çapta çiğnenmesi, vahiy ışığın yansımadığı veya tahrif edildiği, dünyanın birçok bölgesinde tıpkı cahiliye Araplar gibi ve hatta bazen daha da kötü bir şekilde devam ediyordu. Bir çok Kabile açısında kadın, eşi ile eşitlik mücadelesi veya hatta direnişi bile söz konusu olamazdı. Bazı kabilelerde kadınlar eşleri ile birlikte aynı sofradan yemek yeme veya hatta aynı çatı altında bir evde yaşama hakkı yoktu. Kadınların mahrumiyeti bedevi kabilelerde veya hatta büyük uygarlıklarda bile göze çarpıyordu. Mısır'da Nil ırmağı sularının çoğalması için çeşitli süslerle bezenmiş kızlar kurbanlık olarak, Nil'e atılır ve boğulurdu. Eski Roma'da kadın kesinlikle ne baba ve ne de kocadan miras almaz, eşini seçmekte hiçbir söz hakkı yoktu.
İslam güneşinin doğması ile kadınların konumuna olan bakış açısında büyük bir değişiklik yaşandı ve kadın saygın bir varlık olarak takdir edildi. İslam dininin kadından çizdiği portre, her açıdan erkekle eşit olan mükemmel bir insanın çehresidir. Zira Yüce Allah, erkeklerin erdemlik ve saadet yolunda ona verdiği tüm kabiliyet ve şayestelikler, kadında da mevcut. Böylece İslam dini, kadın haklarının verilmesi konusunda, tüm ilerici ve modern ekollerden öndedir. İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamenei kadın konusunda dünyanın İslam'a borçlu olduğunu açıkça belirtiyor.
İslam açısından, varlık aleminin kadına verdiği imkanların kullanılmasını önlemek, kadına zulüm sayılır; zira kadın sahip olduğu zati yetenekleri vasıtası ile kemalat ve erdemliğin Yüce konumlarına ulaşabilir. Resulullah –saa- kadının değersiz olduğu dönemde, kadının konumunu bağımsız, hak sahibi ve Yüce bir şahsiyete kadar yükselti ve kızının eğitimine para harcayan babaların Allah tarafından ödüllendirileceğini belirtti.
İslam peygamberi böyle bir ortamda, kızına tıpkı kelam, edep, ilahi ve ahlaki insani yüce değerlerine sahip biri olarak bakıyordu. İslam peygamberi açısından Fatıma –sa- yüce Allah ve değerli peygamberinin –saa- en iyi şekilde korunması gereken emaneti gibi bakıyordu. Hz. Muhammed –saa- emirul müminin Hz Ali'ye –as- şöyle buyurdu: Ey Ebul-Hasan, kızım, Allah ve peygamberi Muhammed'in –saa- emaneti olarak sana veriyorum, öyle ise Allah ve peygamberinin hürmetini bu emanet konusunda koru.
Bu sevgi ve saygı bağı, Fatıma'yı –sa- sevindirdi, öyle ki Hz. Muhammed –saa- de sevindi, zira Fatıma'nın hüznü, Resulullah'ı da üzüyordu.
Kadın ve erkeğin Kur'an Kerim'de anlatılan yaratılış biçimi, İslam'da erdemliğe ulaşmak ve Allah'ın halifesi olma konusunda kadın ve erkek arasında hiç bir farkın olmadığını, her ikisinin aynı tabiat ve fıtrattan yaratıldığını gösteriyor. Buna ilaveten İslam'da kadın da bir insan olarak erkek gibi iman, takva, ilim ve bilgi edinmekte kendi kabiliyetlerini geliştirebilirler. Örneğin İslam'da ilahi Takva bir cinsiyete has değil; takva tüm kadın ve erkeklere tavsiye dilmiştir. İslam açısından ister kadın ister erkek daha takvalı olan, daha üstün olandır. Kur'an Kerim kadınları da tıpkı erkekler gibi ilahi takva kazanmaya davet etmiştir. Nitekim Hucerat suresnin 13.ayetinde şöyle buyuruyor: Ey insanlar! Muhakkak ki Biz, sizi bir erkek ve bir kadından yarattık. Ve sizi milletler ve kabileler kıldık ki, birbirinizi (soyunuzu, babalarınızı) tanıyasınız. Muhakkak ki Allah'ın indinde en çok kerim olanınız (ikram olunanınız, en şerefli olanınız), (ırk ya da soy olarak değil) en çok takva sahibi olanınızdır. Muhakkak ki Allah, en iyi bilen ve haberdar olandır.
Kadınlar toplumun en büyük sermayeleri olarak İslami toplumun kurulmasında hassas bir role sahipler. İslam kadının toplumda bir meta olarak değil, insani konum ve değerini bulacak kadar yükseltiyor. Bu gelişmeye paralel olarak, kadın çeşitli sosyal alanlarda sorumluluklar alabilir; zira İslam toplumun sağlığı ve bekasını, kadın ve erkeklerin rollerini doğru ifa etmelerinde görür. İslam'ın toplumun yarısına değer vermediğini söyleyen garazkârların tersine, kadınlar biat gibi en önemli konularda bile hesaba katılmıştır. İslam'ın değerli resulü –saa- siyasi ve sosyal alanlarda kadınlarla tıpkı erkekler gibi biat eder ve onları siyasi alanlara ortak ederdi. Yüce Allah Mumtehine suresnin 12. Ayetinde şöyle buyuruyor: Ey nebî (peygamber)! Mü'min kadınlar; Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamak ... maruf bir iş konusunda sana asi olmamak üzere, sana tâbî olmak için geldikleri zaman, artık onların biatlerini kabul et ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Muhakkak ki Allah; Gafur'dur, Rahîm'dir.
İslam kadına meşru bir iş, sağlıklı ve temiz bir yaşam yolu seçme hakkı tanımıştır. İslam'da kadının hareket ve faaliyeti, sosyal saygı ve değere sahip. Yüce Allah Kur'an Kerim'de kadın ve erkeklerin kendi davranışlarından sorumlu olduklarını, kimsenin başkasının davranışlarından sorumlu olmadığını belirtiyor. Diğer yandan kadın da tıpkı erkek gibi kendi zahmet ve katkıları ile kazandığı servetin sahibidir. Yüce Allah Nisa suresinin 32.ayetinin bir bölümünde şöyle buyuruyor: Erkekler için, kazandıklarından bir nasip vardır ve kadınlar için de, kazandıklarından bir nasip vardır.
Bu konu bizzat kadınların bir çeşit bağımsızlığa sahip olduğunu gösteriyor. Buna ilaveten kadın, baba, anne, kız veya erkek kardeş ve eşinden kalan mirasa da ortaktır. Batıda ve Avrupa'da kadının özgür olduğu iddia edilse de yarım asır öncesine kadar eş veya baba izni olmadan kişisel mal ve servetten pay alınamazdı. Fakat İslam ilk şekillendiği yıllardan beri, kadınlara ekonomik faaliyet ve mülkiyet hakkı verildi.009-015