Ağustos 01, 2016 12:59 Europe/Istanbul

Bugünkü sohbetimizde İslam ve sekularizmin dini hükümete bakışından söz etmek istiyoruz.

Geçen bölümlerde sekularizmin genel anlamda dinin insan yaşamından soyutlandırılması anlamına geldiğinden söz ettik. Gerçekte sekularizmin en çok üzerinde durulan ilkesi dinin siyasetten ayrı olduğu ilkesidir. Sekularizm savunucuları din sadece bireysel bir mesele olduğunu ve sonuçta bireyi huzura kavuşturmakla görevli olduğunu ve hükümet işlerine karışmaması gerektiğini savunuyor. Sekular kesime göre hükümet toplumu yönetme sistemi ve yasalları tedvin etme ve uygulama aracıdır ve dinin manevi ilkeleri ile hiç bir ilgisi yoktur. bu tutum aslında Batılı toplumların tahrif edilmiş hristiyanlıkla yüzleşmelerinde elde ettikleri kötü izlenimlerin ürünüdür. Buna göre tahrifata uğramış hristiyanlığa bakarken, Allah’ın işini Allah’a ve kralın işini krala bırakmak gerektiği söylenebilir. Gerçekte kilisenin topluma yönelik uyguladığı sıkı kurallar, insan haklarına ve özgürlüklerine duyarsızlığı, hristiyanlığın toplumu yönetmek için gerekli olan öğretilerden yoksun olması ve kilisenin gücünü kötüye kullanması, Batılı toplumların dinin hükümete müdahalesinden yapıcı bir sonuç çıkaramamalarına sebep olmuştur. Bu yüzden Batılılar elde ettikleri yanlış sonucu tüm dinlere yaymaya ve Batılı düşünürler genelleme yaparak dinin hükümet ve siyasetten ayrı olması gerektiğini telaffüz etmeye başladı.

İslam dini Batılı toplumların karşı karşıya bulunduğu tahrifata uğramış hristiyanlıkla köklü farklılıkları söz konusudur. Bu farklılıkları geçen bölümlerde gözden geçirdik. Şimdi ise İslam dininin gözetlediği dini hükümetin ne olduğunu ve hangi temellere dayandığını ve neden İslam dini en mükemmel din olarak hükümetten ve toplumu yönetme sisteminden ayrı olamayacağını irdelemek istiyoruz.

Hiç bir akıllı insan, beşeri toplumun düzen olmaksızın hayatını sürdürebileceğine inanmaz. Düzen ise kanunsuz olmaz. Ancak doğru kanun, insanın tüm boyutlarını gözetleyen ve insani yeteneklerin ortaya çıkması için doğru düzgün plan yapan bir kanundur. Burada yine İslam dininin dünya görüşü ile sekular dünya görüşü arasındaki farklılık belirleyici rol ifa eder. Sekularizim insanı, doğum ve ölüm arasında sınırlı olan bir varlık sayar ve insanın Ruhani ve manevi varlığını gözetlemez ve bu yüzden kanun yaparken insanın ebedi saadetini göz önünde bulundurmak ve yaptığı kanun ve hükümet sadece dünyevi lezzetlerden ve zevklerden daha fazla yararlanılmasına yöneliktir. Ancak İslamî dünya görüşüne göre ancak insanı ebedi saadet ve erdeme ulaştırabilen bir kanun, doğru kanundur. Böyle bir kanunu tedvin etmek için ise insan hakikati ve varlık aleminin hakikati ve bu iki hakikatin karşılıklı etkileşimi ve insanların davranışları üzerindeki etkileri bilinmesi ve gözetilmesi gerekir. Bu ise, sadece insan aklının gücünün yetmeyeceği bir durumdur. Böylesine saadete vesile olan bir kanunu ancak alemi ve insanı yaratan Allah tedvin edebbilir ve vahiy de, bu kanunu elde etmenin yoludur.

Kur'an'ı Kerim kendini bütün dünyaya ait olan bir kitap olarak tanıtmakta ve beşerin saadeti için gerekli olan her şeyi içerdiğini buyurmaktadır. Yüce Allah da Kur'an'ı Kerim’de bu kitap için hiç bir şeyi esirgemediğini buyurur. Allah teala yine Kur'an'ı Kerim’in Tevbe suresinin 33. Ayetinde şöyle buyurur:

O (Allah), müşrikler hoşlanmasalar da (kendi) dinini bütün dinlere üstün kılmak için Resûlünü hidayet ve Hak Din ile gönderendir.

Yani Allah teala peygamberini insanları saadete erdirmek için hidayet ve hak dini ile göndermiştir ki insanları tüm alanlarda hidayete erdirsin ve tağutun hakimiyetini yıksın.

Yine Kur'an'ı Kerim’e ve tarihin şahadetine göre ilahi enbiyanın bisetinin amacı, insanların tüm işlerini yönetmek ve ayrıca eşitlik ve adaleti sağlamaktır ve açıktır ki bu iki mesele dini hükümet kurulmaksızın gerçekleştirilemez. Ayetullah Cevadi Amoli dini hükümet için iki hedef tanımlayarak şöyle diyor: İnsanları kemale erdirmek ve beşeri ideal toplumu inşa etmek.

İslam dinine şöyle bir göz atıldığında, bu dinin mebda, maad, risalet ve vahiyden inanç meseleleri şeklinde söz ettiği ve ayrıca ahlaki faziletleri ve rezillikleri gündeme getirdiği ve bireysel meselelerin ve ibadetlerin yanında sosyal, iktisadi, askeri ve siyasi ahkamı getirdiği anlaşılır. İslam dini eşsiz bir iktisadi nizamı vardır. Bu nizamde özel mülkiyet hakkı tanındığı gibi bireyler İslamî topluma karşı bazı yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülükler hums ve zekat ödemekten alış veriş ve pazarlıkta kanunlara uymak kadar geniş bir yelpazeden oluşur. Serveti yok etmek veya durgun tutmak, İslamî ekonomide yasaklanan durumlardan biridir.

Ancak oldukça dakik ve titiz ve detaylı bir şekilde hazırlanan bu ahkamın uygulanması dini hükümet kurmaksızın mümkün değildir. Yine İslam dininde hukuk ve ceza kanunu ve diğer kanunlar da gayet net ve açık ve titiz bir şekilde hazırlanmıştır ve Kur'an'ı Kerim hükmüne göre müslümanların aralarındaki anlaşmazlığı gidermek için gayri müslim mahkemeye baş vurmaları caiz değildir. Kuşkusuz günümüz karmaşık dünyasında anlaşmazlık sadece insanların arasında yaşanmıyor ve bundan başka firmalar ve büyük kurum ve kuruluşlar da anlaşmazlık yaşayabilir ve bu anlaşmazlıkları çözümleyen İslam ahkamını uygulamak için hiç kuşkusuz dini hükümet kurmak gerekir.

Bundan başka İslam dininde cihat ve savunma öğretileri ve hükümleri de İslam dininin ahkam ve kanunlarının önemli bir bölümünü oluşturur. Örneğin cihat hangi şartlarda gerekli ve kimler için vaciptir, hangi şartlarda cihada başlamak ve hangi durumlarda cihada son vermek gerekir, tüm bunları belirlemek, müslümanların veliyi emrinin görevidir. İslam ahkamının bu bölümü de dini hükümet olmaksızın uygulanamaz. Gerçi tarihte dini hükümetlerin kurulamadığı bazı toplumlarda müslümanların bu tür durumlarda müçtehitlerin ve müftülerin kararına uydukları gözlenir, fakat bu tür durumlarda dini olmayan ve İslam ahkamı ile yönetilmeyen bir hükümet her zaman uygun sonuç elde edilmesi yolunda ciddi bir engel olmuştur. Tüm bunlar, İslam dini beşerin saadeti için bir dizi kanum getirdiğini fakat bu kanunları hükümet kurmaksızın uygulaması mümkün olmadığını ve kağıt üzerinde yazılan kanunların ötesinde gitmediği gibi insanların saadetini de karşılayamadığını gösterir.

Burada hatırlatılması gereken bir başka önemli nokta, İslam tealimine göre insanların üzerinde hakimiyet ve velayetin insanı ve alemi yaratan Allah’a mahsustur. Hiç bir insan Allah’ın izni olmaksızın insanların üzerinde hakimiyet hakkı yoktur. eğer Allah teala peygamberine ve onun haleflerini insanların üzerinde hakimiyet izni veriyorsa, bu izin ve bu hakimiyet ancak din çerçevesinde anlam kazanır ve hatta Allah’ın Peygamberi bile kendi zevkine göre toplumu yönetemez ve her an ve her daim ilahi yasaların çerçevesinde hareket etmesi ve Allah’ın hakimiyetini sağlaması gerekir.

Beşeriyete en mükemmel ve son dini getiren Hz. Muhammed’dir –s– ve o hazretten sonra hiç bir ilahi peygamber gelmemiştir. Ancak insanoğlu sosyal bir mahluk olduğundan, yaşadığı toplum düzene, hidayete ve ilahi yasaların uygulanmasına muhtaçtır. Yine hakimiyetin ancak Allah’a mahsus olduğu akli ve dini ilke de yerindedir ve asla sarsmamaktadır. Dolaysıya Allah’ın izni olmaksızın hiç kimsenin insanların üzerinde hakimiyet hakkı yoktur. ayetlere ve rivayetlere göre İslam Peygamberi’nden –s– sonra masum imamlar –s– o hazretin halefleridir.

Peki ama, beşeriyetin ilahi mirası olan son imamın gaybetinde dini hükümetin kaderi ne olur?

İslam dinine göre gaybet döneminde ancak İslam’ı iyi bilen, adil ve tedbirli ve yöneticilik bakımından başkalarından daha üstün olan biri halka hükümet edebilir. Böyle biri ayetlere ve rivayetlere göre Allah tarafından hükümetin başına geçmeye ve toplumu yönetmeye izinlidir. Bu hakimiyette hakim şahıs da ilahi yasalara tabidir ve bu çerçevenin dışına çıkamaz. Demek İslam ahkamına göre herkes hakim olamaz ve sırf dünyevi işleri tedbir etme gücünü sahip olmak ve hatta halkın oylarını kazanmak tek başına yeterli değildir ve bunun yanında hakimin tedbirli ve adil ve dini ve kanunlarını ve ahkamını bilen ve ilahi ahkamı Kur'an'ı Kerim ve rivayetlerden elde edebilen ve ona göre hareket eden biri olması gerekir.

Bu denli sağlam temellere dayanan İslamî hükümet  hiç bir zaman halkın istek ve iradesi olmaksızın gerçekleşmez, çünkü dini hükümeti kurmak için halkın desteği ve hak ekseninde birleşmeleri gerekir. Bu yüzden hatta eğer İmam Ali –s– gibi büyük bir önder var olsa bile, halk onun yanında yer almadığı müddetçe dini hükümet şekillenmez veya şekillense bile, hezimete uğrar. İslamî hükümetle cebbar ve zalim hükümetlerin farkı da şu noktadadır. İslamî hükümet zora dayalı değildir ve ancak halkın isteği temelinde şekillenir.015