Ağustos 20, 2016 12:38 Europe/Istanbul

Bir çoklarının eserleri hem İran'da ve hem dünyada yayınlanan bu ünlü şahsiyetlerin ve düşünürlerin kendileri ve eserleri evrensel miras sayılıyor.

Mevlana, Nizami Genceyi, Şeyh Şahabeddin Suhreverdi, Ebureyhan Biruni, Hoca Nasireddin Tusi, sözünü ettiğimiz İranlı bilgin, arif ve düşünürlerin örnekleridir.

Bugünkü sohbetimizi ise İran’ın kameri 3. Ve 4. Yüzyıllarında yaşayan büyük filozofu Farabi’ye ayırdık.

Ebu Nasr Muhammed Bin Muhammed Farabi kameri 257 yılında Farab diyarında dünyaya geldi. Gerçi Farabi’nin kesin nerede doğduğu konusunda tarihçilerin arasında görüş ayrılığı bulunuyor. Bazıları Farabi’nin bugün Kazakistan’ın güneyinde Atra kentine yakın Farab yöresinde doğduğunu belirtirken, bazıları da bugün Afganistan topraklarını bir parçası olan büyük Horasan’ın Fariyab veya Bariyab yöresinde doğduğunu ifade ediyor.

Ancak tüm İranlı ve yabancı tarihçiler Farabi’nin İranlı olduğu konusunda hemfikirdir ve hem anası ve hem babasının İranlı olduğunu vurguluyor. Farabi’nin babası ise İran’ın askeri teşkilatında görevli olduğu belirtiliyor.

Arap tarih yazarı İbni Ebi Udaybe, İnsan-ul Ayun adlı kitabında Farabi’nin soyu Perslere uzandığını belirtiyor. İbni Nedim de El Fihrist adlı eserinde ve yine miladi 1288 yıllarında yaşayan Şehruzi de Farabi’nin İranlı olduğunu vurguluyor. Bundan başka Farabi bir çok eserinde Farsça ve Soğdi dilinde ve hatta Yunanca kaynaklara işaret ediyor, ancak eserlerinde Türkçe bir tek kelime bile bulunmuyor. Farabi’in bazı eserlerinde Soğdi dilini kullanmasının sebebine gelince, bazı araştırmacılar Farabi’nin  ve Farab halkının anadilinin Soğdi dili olduğunu belirtiyor.

Farabi’nin Pers soyundan olduğu başka kaynaklarca da onaylanıyor. Oxford üniversitesi öğretim üyese Dr. Clifford Edmund Bosworth, Farabi, Biruni ve İbni Sina gibi İranlı büyük şahsiyetlerin onları seven Türk araştırmacılarca Türk soyuna mal edilmeyi çalışıldığını belirtiyor. Farabi’nin Türk olduğunu ileri süren ilk kişi İbni Hallakan’dı. İranica ansiklopedisinde Dr. Guatas İbni Hallakan’ın bu sözünü tenkit ediyor ve ondan önce İbni Udaybiye’den geriye kalan bilgilerin Farabi’nin İranlı olduğunu ispat ettiğini, İbni Hallakan ise bu yüzden Farabi’yi Türk göstermek için belge uydurduğunu belirtiyor. İbni Hallakan Farabi’nin adının başında Et’Türk adını ekleyerek böyle bir soy kazandırmaya çalışmıştır, oysa Farabi’nin soyunda böyle bir bağ asla yoktur.

İranlı seçkin edebiyatçı Ali Ekber Dehhuda yine Fars dili ve edebiyatının uzmanlarından Bediuzzaman Furuzanfer’den naklen şöyle yazıyor:

Farabi’nin biyografisinde onun çocukluk veya gençlik çağını anlatan bir belge kitaplarda yoktur. Kameri 7. Yüzyılın ünlü ediplerinden İbni Ebi Usay’ye ise Farabi hakkında iki çelişkili haber naklediyor. İlkin Farabi gençlik çağında Şam’da bir bahçede bekçilik yapıyormuş. İkincisi ise Farabi’nin gençlik çağında yargı işi ile uğraştığını ve başka ilim ve maariflerle tanıştıktan sonra yargı işini bıraktığını ve tüm gücü ile başka maariflere yöneldiğini anlatıyor.

Farabi gençlik çağında felsefeye büyük merak sardı ve bu bilimde ilerlemek amacıyla bir kentten bir başka kente ilmi merkezleri ziyaret etti ve bilim öğrenmekten başka amacı olmadı.

Rivayetlere göre Farabi yaklaşık 40 yaşındayken eğitim için Bağdat’a gitti. O dönemde Farabi Sarf, Nehiv, Fıkıh ve Hadis ilimlerini ileri dercede öğrenmiş, fakat mantık ve felsefe üzerinde pek çalışmamıştı. Bağdat’a vardığında ise Matta Bin Yunus’un yanına gitti ve mantık ve felsefe öğrenmeye başladı. Farabi daha sonra Türkiye’nin Harran yöresine yolculuk etti ve Yuhanna Bin Haylan’ın talebesi oldu. Farabi’nin büyük zeka ve dehası sayesinde ders verilen tüm konuların çok iyi öğrendiği anlatılır. Farabi kısa sürede filozof ve bilge olarak ün yaptı ve Bağdat’a döndüğünde bazı talebeler onun çevresinde toplandı. Bu talebelerden biri Hristiyan filozof Yahya Bin Uday’dı.

Farabi kameri 330 yılında Şam’a gitti ve Halep hükümdarı Seyfuddole Hamdani’nin sarayında bulunan alimlere katıldı. Farabi kameri 338 yılında 80 yaşındayken Şam’ın yakınlarında bir yerde vefat etti.

Bazı rivayetlere göre Ebu Nasr Farabi Şam’dan şimdi siyonistlerin işgali altında bulunan Aşkalan kentine giderken yolda eşkıyalara rastladı. Farabi eşkıyaya şöyle dedi: Benim maldan, silahtan, elbiseden neyim varsa alın, ama bana dokunmayın. Eşkıya kabul etmedi ve onu öldürmek istedi. Farabi mecburen eşkıya ile çatıştı ve öldürüldü. Şam yöresinin hükümdarları olaydan haberdar oldu ve Farabi’yi büyük bir saygı ve sevgi ile Şam’da toprağa verdi ve eşkıyaları onun mezarı başında darağacından astı.

Müslüman tarihçilere göre Farabi muttaki bir filozoftu ve dervişler gibi yaşıyor ve araştırmak ve yazmaktan başka hiç bir uğraşı yoktu. Farabi fani dünyadan öylesine el çekmişti ki Seyfuddole Hamdani ona beytülmalden büyük maaş belirlediği halde, günde dört dirham gibi naçizane bir para ile geçiniyordu.

Farabi çağının bir çok bilimine musallattı, öyle ki her bilim hakkında en az bir kitap yazmıştı. Kitaplarından ise Farabi’nin matematik, kimya, nücum, askeri bilimler, musiki, doğa bilimler, ilahiyat, sosyal bilimler, fıkıh ve mantığı çok iyi bildiği anlaşılıyor.

Gerçi Yakub Bin İshak Kendi’den başkalarına yol gösteren ilk İslami filozof olarak söz ediliyor, fakat gerçekte Kendi her hangi bir felsefi düşüncenin temelini atamadı veya tartışılan konuları bir araya getiremedi, ancak Farabi tam bir felsefi düşünce oluşturdu. Bir başka ifade ile Kendi’nin başladığı işi Farabi büyük bir sabır ve tüm gücü ile sürdürdü. Yunancadan Arap ve Süryani dillerine çevrilen felsefe bilimi, bu dillere alışık değildi. Farabi ise Arapçayı felsefe bilimi ile tanıştırdı.

İranlı büyük filozof ve bilgin İbni Sina da Farabi’den kendi üstadı şeklinde söz ediyor. İbni Rüşd ve diğer Arap ve müslüman bilginler de Farabi’ye büyük saygı duyardı. Örneğin İbni Sina bir sözünde Farabi’nin ilmi derecesini şöyle anlatıyor: Aristo’nun Ma Badul Tabia adlı eserini okudum ve kırk kez okuduktan sonra yazarın ne demek istediğini anlayamadım, ta ki pazarda Ebu Nasr Farabi’nin bu eserin üzerine yazdığı şerhini içeren bir kitap buldum ve bu kitabı okuduktan sonra Ma Badul Tabia’nın ne demek istediğini anladım ve çok sevindim.

İslami felsefe geleneğinde Farabi’den, birinci muallim lakabı ile bilinen Aristo’dan sonra ikinci muallim anlamına gelen Muallim-i Sani lakabı ile söz edilir.

Farabi İslam tarihi ve kültüründe, ilim ve felsefenin yeniden doğduğu bir dönem sayılan bir çağın başında yer alır ve bu yüzden kendisine Muallim-i Sani lakabı verilmiştir. Gerçekte Farabi İslami felsefenin kurucusu ve felsefe ilminin yeniden ihya edicisidir. Farabi’nin felsefesi İslam aleminde yayıldı ve İslami felsefenin tarihi Farabi ile başladı. Farabi’nin çağından Hekim Molla Hadi Sevzevari’nin yaşadığı dönemi kapsayan miladi 9. ile 19. Yüzyıllar arasında İslami düşüncenin üzerinde durduğu en önemli konu, varlık aleminin yaratılışıydı.

Ebu Nasr Farabi Yunan felsefesini tam olarak okudu ve Aristo’dan etkilendi. Farabi’nin düşünceleri arasında en çok ütopya düşüncesi dikkat çekiyor. Farabi Ütopya ehlinin düşünceleri adlı eserinde ütopyayı İslami kanunların hakim olduğu ve hükümdarları ve halk aralarındaki ilişkileri ona göre düzenlediği bir kent olarak tanıtıyor.015

Etiketler