Mina'da Facia
Suud rejimi Mina faciasının korkunç boyutlarını örtbas etmeye çalıştı, fakat facia o kadar büyük ve korkunçtu ki bu iş mümküm olmadı.
Olayın ilk anlarından itibaren hacılar çektikleri görüntüleri sosyal paylaşım sitelerinde paylaştı ve böylece Suud rejimi itiraf etmekten başka çaresi kalmadı.
Geçen bölümde Suud rejiminin kifayetsizliği ve becereksizliği yüzünden Hac mevsiminde yaşanan bazı üzücü olayları ve binlerce hacının bu olaylarda hayatını kaybetmesini anlattık. Şimdi ise geçen sene Hac mevsiminde yaşanan acı olaylara geçiyoruz.
Geçen sene Hac farizesi sırasında yaşanan ilk korkunç facia, Mescid-i Haram avlusuna devasa bir vinçin düşme olayı oldu. Bu vinç Suud rejiminin Mescid-i Haram’ı genişletme çalışması olarak adlandırdığı bir projede diğer bir kaç vinçle birlikte kullanılan en büyük vinçti. Suud rejimi hatta Hac sırasında ve milyonlarca insanın toplandığı bir anda bu projeyi sürdürdü ve devasa vinçleri bu kutsal mekandan uzaklaştırmadı. Her halükarda 11 Eylül 2015 tarihinde yaşanan bu korkunç hadisede söz konusu devasa vinç Mescid-i Haram’ın içine düştü ve 107 hacının şehit düşmesine ve 238 hacının da yaralanmasına yol açtı.
Ancak en büyük facia Mina’da hacıları bekliyordu. Kurban bayramı sabahı, yani 24 Eylül 2015 tarihinde hacılar her yıl olduğu gibi Maş’er çölünden Mina’ya doğru yola çıktı ve bu mekanda bulundukları ilk günde şeytanı taşlamak istedi. Ancak Suud güvenlik güçleri hacıların ana güzergahını kapattı ve kalabalığı tali güzergahlara yönetti, üstelik bu dar güzergahların çıkışlarını da kapattı. Burada hacıların sayısı her an artıyordu ve yaklaşık 7 bin hacı uzun bir yolu yakıcı güneşin altında katettiği bir sırada ve kalabalığın yarattığı baskı yüzünden izdiham yaşadı ve izdiham yüzünden ayaklar altında ezilerek can verdi. Bu faciaya sebebiyet veren Suud rejiminin güvenlik güçleri hacılara hiç bir yardımda bulunmadıkları gibi büyük bir gecikme ile yardım etmeye başladı ve bu da daha fazla hacının hayatını kaybetmesine yol açtı ve böylece Hac sırasında en büyük beşeri facia kameri 1436 yılında Mina topraklarında yaşandı.
Sohbetimizin başında da belirtildiği üzere Suud rejimi Mina faciasının korkunç boyutlarını örtbas etmeye çalıştı, fakat facia o kadar büyük ve korkunçtu ki bu iş mümküm olmadı. Olayın ilk anlarından itibaren hacılar çektikleri görüntüleri sosyal paylaşım sitelerinde paylaştı ve böylece Suud rejimi itiraf etmekten başka çaresi kalmadı. Suud rejimi ikinci aşamada her zaman yaptığı gibi bu kez yine kurban sayısını örtbas etmeye ve gerçek rakamı gizlemeye çalıştı ve bu yüzden olayda hayatını kaybedenlerin sayısı 700 ila 4000 arasında değişen çelişkili rakamlarla açıklandı.
Ancak 2015’in kurban bayramında Mina’da yaşanan hacıların katliam olayının derinliğini hayal etmek bile mümkün değil ve bu korkunç anlarda hacıların yaşadıklarını ancak olaya yakından tanıklık edenlerden duymak gerekir.
Muhammed geçen sene Hac farizesi için kutsal topraklara giden İranlı hacılardan biriydi ve Mina faciası sırasında oradaydı. Kendisi macerayı şöyle anlatıyor:
Uzun süren bir bekleyişin ardınan şimdi büyük bir şevkle vahiy diyarına doğru gidiyordum. Uçağın içinde hakim olan sessizlik bu manevi ziyareti ve etrafında yaşanan meseleleri düşünmek için iyi bir fırsat oluşturmuştu. İran’da Hac kafilesinde düzenlenen oturumlarda Hac amellerini ve merasimlerini öğrenmiştim, ama yine de içimde bir tedirginlik ve kaygı vardı. Bu tedirginliğin bir bölümü ise Suud rejiminin her yıl Hac sırasında sergilediği sorumsuzluk ve hacılar için yarattığı hadiselerin yüzündendi. Yine Vahabi tarikatına mensup olan Suud rejiminin onların inancını benimsemeyen hacılara ve özellikle şii müslümanlara iyi davranmadıklarını da biliyordum. Buna rağmen Allah’a tevekkül ederek iyimser olmaya çalışıyordum ve kendi kafamda Kabe’nin ihtişamını ve Allah Resulü’nün külliyesinin güzel kubbesini canlandırarak uykuya daldım.
Muhammed şöyle devam ediyor:
Uçağın pilotunun yaptığı anonsla Medine havaalanına geldiğimizi anladım. Uçaktan indikten sonra havaalanında çeşitli aşamalar ve protokoller başladı ki her biri bir süre beklemeyi gerektiriyordu. Suud görevlileri hacıların kimlik tespitinde pasaportlara rağmen aşırı derecede ve sebepsiz bir şekilde titizlik gösteriyordu. Suud görevlileri bavuları ve yolcuların beraberindeki eşyaları ararken de anormal bir şekilde davranıyordu ve sanki özel bir şeylerin peşindeydi. Sıra benim bavuluma gelince Suud görevlisi küçük ebattaki Kur'an'ı Kerim’imi aldı ve küstahça bir şekilde bir kenara attı. Bu saygısızlığa çok kızdım, ama itiraz edersem sonu benim için iyi olmayacağını biliyordum. Adama sadece neden Kur'an'ı Kerim’imi aldığını sordum ve o da Kur'an'ı Kerim’in müslümanların nezdinde ne denli saygı gördüğünü hiçe sayarak ahmakça bir şekilde karşılık verdi ve Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebi’de Kur'an'ı Kerim çok olduğunu söyledi. Daha sonra hotelde büyük bavullarımızı bize verdiklerinde, Suud görevlileri tüm Kur'an'ı Kerim ve Hac ile ilgili kitapları başına buyruk topladıklarını fark ettik.015