11 Eylül terör saldırı; Tüm ipuçları Suud hanedanına uzanıyor - 3
Terör ihracatı Arabistan’ın petrolden sonra bu ülkenin en büyük ihracat faaliyetidir.
Arabistan dünya genelinde terörün en büyük hamisi ve terörist düşüncelerinin en önemli yetiştiricilerinden sayılır. Nitekim bu ülkenin iç ve dış arenada faaliyetlerine bakıldığında, bölgede ve dünyada önemli teröristlerin Suud asıllı oldukları veya en azından Arabistan’ın sapkın Vahabi tarikatının ideolojisinin tesiri altında bulundukları veya bu ülke tarafından silah ve mali açıdan desteklenerek beslendikleri anlaşılır.
Bölgedeki terör örgütleri ağının ideolojik temeli önemli oranda Vahabi tarikatının düşünce karşıtı eğilimleri ve sahtekarlıklarına dayanır. Vahabi tarikatının sapkın ideolojisi, Suud rejiminin ideolojisinin en önemli besleyici kaynağı ve en temel hamisidir ve bölgede ve dünyada terör faaliyetlerinde önemli rol ifa eder. Gerçekte bölgede direniş ekseninin artan gücü ile mücadele etmek, Suud rejiminin bölgede terör örgütlerini kurması ve yine devlet terörünü desteklemesinin temel hedefi sayılır. Bugün Arabistan direniş ekseninin rolünü engellemek için İslamî toplumlarda Vahabi ideolojisinin propagandasını yapmayı gündemine almış bulunuyor.
Öte yandan kurduğu despot rejimle halk arasında hiç bir desteği bulunmayan Suud hanedanı iktidarının bekası için ecnebi güçlere bağımlı olmak zorunda kalıyor ve onların destekleri ile Arabistan’ı yönetiyor. Bu çerçevede Arabistan’da hakim olan Suud hanedanı ayrıca El-kaide gibi tekfirci terör örgütlerine yönelik tutumu da olumlu olmak zorunda.
İslam dünyasında dini ve etnik çatışmaları çıkarmak ve yaygınlaştırmak ve dünya genelinde dehşet yaratmak da Vahabi tarikatının tekfirci terör örgütlerini kurarak izlediği bir başka politikadır. Bu doğrultuda radikal vahabiler tekfir silahına sarılarak İslam ülkelerinde iç savaş çıkarmanın yanında aynı silahı kullanarak başka İslamî mezheplere ve tarikatlara karşı da savaş açıyor ve kendi sapkın düşüncelerinden başka türlü düşünen diğer grupları tümüyle batıl ve hatta kafir ilan ediyor.
Suud hanedanının terör faaliyetlerine karıştığı konusu, sadece bir iddia değildir ve sırf Suud hanedanına karşı olan gruplarca gündeme gelmemiştir. Bu konuyu hatta bu rejimin en önemli hamileri bile itiraf ediyor. Wikileaks sitesinin yayımladığı belgelerin birinde Amerika’nın dışişleri eski Bakanı Hillary Clinton açıkça Arabistan rejiminin dünyada terör örgütlerinin en büyük mali destekçisi olduğunu itiraf ediyor. Clinton bu belgede elkalide, Taliban ve Pakistan’ın Tayyibe ordusu gibi terör örgütleri Suud rejiminin desteklediği belli başlı terör örgütleri olduğunu belirterek Suud hanedanının dünyada teröristlerin en güçlü mali hamisi olduğu konusunda uyarıda bulunuyor. belge Clinton’un Suud elebaşılarından bu soruna stratejik bir sorun olarak bir an önce çare bulmalarını istediğini de ortaya koyuyor.
Şimdi Arabistan’ın dünyada nasıl terör örgütlerini desteklemekte rol ifa ettiğini daha iyi anlayabilmek için bir kaç örnek sunmak istiyoruz. Bu çerçevede ilkin Arabistan’ın Yemen’de teröre verdiği desteği gözden geçirmek istiyoruz.
Arabistan’ın Yemen’e müdahaleleri aslında Yemen milletinin gerçekleştirdiği inkılaptan öncesine, yani Suud ordusu Husi hareketini bastırması için Yemen’in despot yönetimine sınırsız yardımda bulunduğu yıllara dayanıyor. Bu destek bazen doğrudan müdahale ve Husilerin mevzilerinin Arabistan ordusu tarafından bombardıman edilmesi veya füze yağmuruna tutulması şeklinde oluyordu.
Ancak Yemen’de halk ayaklanması başladığında, bu ayaklanmanın Arabistan’a sıçramasından panikleyen Suud rejimi Amerika’nın yardımları ile bu inkılabı devre dışı bırakmaya çalıştı ve terörle mücadele bahanesiyle bir ölçüde bu inkılabı etkisiz hale getirmeyi de başardı. Buna göre Yemen inkılabını bastırma sürecinde Arabistan bazı yerli grupların yardımıyla inkılabı saptırmaya ve ipin ucunu kendisine bağımlı olan kuklalarına vermeye çalıştı.
Arabistan’ın şimdi de Yemen’de halkın inkılabı ile mücadelede kullandığı taktiklerden biri bu ülkede iç savaş çıkarmak ve teröristleri ayakta tutmak ve onları Yemen milletine karşı bir sopa gibi kullanmaktır. Riyad rejimi bu doğrultuda El-kaide terör örgütünü kendisine bağımlı bir terör örgütü haline getirirek Yemen’de harekete geçirdi.
Arabistan’ın Yemen’in içişlerine karışmasının bir başka boyutu ise kendi desteklediği terör örgütleri ile mücadele bahanesiyle Yemen’in içişlerine karışmaktır. Bir internet sitesi Arabistan casusluk örgütünün Yemen’de 30 bin kadar teröristle işbirliği yaptığını ifşa etti ve sitede adının açıklanmasını istemeyen bir uzman Arabistanlı casusların sınırsız bütçeleri ile Yemen’in her yerinde faaliyet yürüttüklerini ve bu ülkede önemli oranda nüfuz sahibi olduklarını belirtti.
Öte yandan Yemen’in El Hoviyye El Yemeniyye gazetesi de geçenlerde Arabistan ve Katar’ın Yemen halkını barışçıl protesto eylemleri sırasında katliam planını ve yine bu ülkede dini ve etnik fitne çıkarmak amacıyla eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’e suikast düzenleme planını ifşa etti. Yemenli gazete Yemenli bir hukuk aktivistinden naklen, Sultan bin Abdulaziz’in geçen sene 18 Mart protesto eylemleri sırasında yaşanan katliama müdahalesinden söz etti ve bu operasyonun Katar’ın paraları ve Yemen’in bazı siyasi ve askeri yetkilileri ve aşiret liderleri ile ile koordineli bir şekilde yapıldığını yazdı. Bu olayda 58 protestocu öldürülmüştü.
Arabistan ayrıca Pakistan ve Afganistan’a da müdahale ediyor. Afganstan’da selefilik akımı Arabistan’ın yüklü paraları ile daha da gelişti. Arabistan daha önce bu politikayı Pakistan’da uyguladı ve büyük başarı sağladı, öyle ki El-kaide terör örgütünün üyeleri bu projenin içinden türedi. Bu iki ülke yaşadıkları kargaşa ve kaos ortamı ve ayrıca vahabilerin dini medreselerinin nüfuzu ve El-kaide ve Taliban gibi örgütlerin varlığı sayesinde Arabistan’ın terör faaliyetlerinin ana üssüne dönüştü.
Pakistan’da yaklaşık üç milyon talebe Arabistan’ın vahabe medreselerinde eğitim alırken, bu sayı Afganistan’da yüz binlerle ifade ediliyor. Bu doğrultuda geçenlerde Afganistan diyanet işleri ve Hac Bakanı Dayı Elhak Abid Kabil’de Arabistan’ın paraları ile Kral Abdullah adında İslamî bir merkezin açılmasından söz ederek bu merkezi inşa etme bedeli 100 milyon dolar tahmin edildiğini ve Kabil’in tam göbeğinde 5 bin talebe kapasitesi ile açılması planlandığını belirtti.
Kral Abdullah İslamî Merkezi ile ilgili anlaşma iki ay önce imzalandı ve inşaat çalışmalarına hemen başlandı.
Arabistan’ın istihbarat eski şefi prens Bendir bin Sultan bin Abdulaziz’in bölgede çıkış noktaları Afganistan ve Pakistan olan El-kaide ve Taliban gibi iki uluslararası terör örgütü üzerindeki yatırımları bu örgütleri Riyad’ın elinde şom politikalarını uygulamak üzere birer maşa haline getirdi.
Bender bin Sultan Arabistan’ın dünya genelinde terör faaliyetlerinin baş mimarıdır. Prens Bender bir nevi Arabistan’ın gözetimi altında doğrudan veya dolaylı bir şekilde faaliyet yürütün tüm terör örgütlerinin lideri sayılır. Bender bin Sultan hatta El-kaide liderlerinin atanmasına veya azledilmelerine müdahale ediyor ve Suud istihbaratından bazı unsurları ve subayları El-kaide terör örgütünde komutan yaparak bu örgütlerin Arabistan casusluk örgütü ile ilişkilerini korumaya çalışıyor.
Arabistan Filistin’de de boş oturmuyor. Gerçekte Suud hanedanı ve Vahabi tarikatı siyonist rejim İsrail gibi bölgenin en şer rejimlerinden biridir. gerçekte bu iki rejimin şirreti Batı’ya olan bağımlılıklarından kaynaklanır. Bir başka ifade ile hem vahabilik ve hem siyonizm başta İngiltere olmak üzere Batılı mason ideolojisinin bölge ülkelerine musallat olma çabalarının ürüdür ve bu ortak nokta iki rejim arasında ikili ilişkilere ve yakınlaşmalarına zemin oluşturmuştur.
Eldeki bilgi ve belgeler ise Arabistan’ın gizli ve örtülü destekleri, siyonist rejimin Filistin topraklarını işgal altında tutmasında en önemli etken olduğunu gösteriyor. Suud hanedanının Filistin milletine ihaneti ile ilgili en eski belge, Arabistan’da Suud iktidarının Abdulaziz tarafından kurulduğu günlere dayanıyor. İngiltere temsilcisi General Sir Persy Zeçaria Koks’a bir not olarak yazılan bu eski belgeye göre Suud rejiminin kurucusu kral Abdulaziz Filistin topraklarında bir yahudi devletinin kurulması yönünde İngilizlere güvence veriyor.
Suud rejiminin kurucusu kral Abdulaziz’in imzasını taşıyan belgede şu ifadeler yer alıyor: Ben kral Abdulaziz bin Abdurrahman bin Al-i Suud Al-i Faysal binlerce kez büyük Britanya’nın elçisi Sir Persy Koks’a hitaben tasdik ve itiraf ediyorum ki Filistin’i biçare yahudilere ve hatta yahudilerden başkasına teslim etmeye hiç bir itirazım yoktur ve asla İngilizlerin emirlerinin dışına çıkmam.
Bu durum günümüzde de Filistin’de güvenlik alanında kendini gösteriyor. Bugün Gazze şeridinde Arabistan’a bağlı olan ve kendilerini radikal müslüman olarak adlandıran ve selefiler ve vahabiler gibi giyinen güçler İslam’dan çok sert bir imaj sunmaya ve böylece Hamas hareketinin Filistin’de sempatisini etkilemeye ve Filistin halkını Arabistan’ın müttefiki olan Fetih hareketine doğru çekmeye çalışıyor. Bu örgütler arada bir Gazze’de Filistin milletinin seçtiği yönetime karşı silahlı eylem de düzenliyor.
Arabistan’ın Lübnan’ın içişlerine müdahaleleri ve bu ülkeyi istikrarsızlaştırma çabaları da iki açıdan ele alınabilir. Birinci açı, Arabistan’ın Lübnan’da Fethul İslam gibi terör örgütlerini desteklemesidir. Bu örgütler arada bir Arabistan’ın paralarından yararlanarak terör eylemleri düzenliyor. Öte yandan tekfirci vahabilerin öğretileri de Filistinli mülteci kamplarında arada bir çıkan isyanlarda önemli rol ifa ediyor.
İkinci açı ise Suud rejiminin Lübnan’da 14 Mart hareketi gibi bazı Lübnanlı siyasi akımları desteklemesidir ki bu da Lübnan’d yaşanan huzursuzlukların nereden kaynaklandığını açıkça ortaya koymaktadır. Gerçekte Arabistan’ın bu gruplarla iç içe olan çıkarları onları Necip Mikati yönetimini devirmekte işbirliği yapmaya yöneltti.
Bu çerçevede kral Abdullah 14 Mart hareketi lideri Saad Hariri’ye 2 milyar dolar karşılıksız yardımda bulunarak bu hareketin halkı sokaklara dökme ve ülkenin çeşitli bölgelerinde huzursuzluk çıkarma girişimlerine tam destek verdi.
Yine Filistin’in El Minar dergisi geçenlerde yayımladığı bir raporunda İsrail’in dönem Başbakanı İhud Olmert ve Suud istihbaratının şefi Bender bin Sultan’ın 2006’de Lübnan’a dayatılan 33 günlük savaş sırasında Kudüs’ün batısında bir hotelde buluştuklarını ifşa etti. Bender bin Sultan görüşmede Olmert’e yaptığı öneride İsrail’e daha fazla yardım edeceklerini ve böylece İsrail’in Hizbullah ile savaşının mali bedelini karşılayacaklarını söyledi. Bender bin Sultan Olmert’ten Hizbullah’ı bitirmeden savaşı durdurmamalarını istemişti. Bender bin Sultan daha sonra Tel aviv’in ona verdiği bir görevle İsrail’den ayrıldı.
Peki ama bu görev neydi? Bunu da bir sonraki bölümde öğreneceğiz.015